SÖZBAŞI:
Kâinatta ne olur ki,
Hakk rızâsı olmayınca!
Muhabbete yol bulunmaz,
Gönle sevdâ dolmayınca!
***
Baba Ertuğrul Gazi'den Oğul Osman Gazi'ye...
Gazi Ertuğrul Bey geldiği anda,
Söğüt, gönlümüzde ala şafaktır!
Türk, yeniden doğdu güneş misâli;
Bu doğuş çiçeğe dala şafaktır!
Sevgi hâleleri buram buramdır;
Her hâle, bülbüle güle şafaktır!
Işıl ışıl gökler, pırıl pırıl yer;
Ezân sedâları dile şafaktır!
Kol kola, dil dile, el ele alpler,
Obaya, beyliğe, il'e şafaktır!
Arılar kovandan çıkıverdiler;
Bu şafak, en leziz bala şafaktır!
Uyansın cümle Türk Oğuz boyları!
Bu uyanış, sağa-sola şafaktır!
Geldik uzun yoldan, menzil de uzun;
Bilinsin bu gidiş, yola şafaktır!
Söz geldi bu defa Osman Gazi'den:
Her hamlem, ümmete-kula şafaktır!
Gayemiz İ'lâ-yı kelimetullah,
Bu sefer, îmânlı akla şafaktır!
Yaptığımız işler ham hayâl değil;
Bunlar, nice nice yıla şafaktır!
Boz yeleli atlar kişner dururlar;
Cehdimiz rüzgâra, yele şafaktır!
Hayırlar getirsin cümle âleme;
Bu, yeni bir çağa bile şafaktır!
***
Sene 1277.
Zaman zaman, baba Ertuğrul Gazi'nin kumandanlarıyla gazâlara katılan Osman Bey, gönül sultânlarından Karamanlı Şeyh Edebâlî'nin de sohbetlerini kaçırmaz.
O'nun dergâhında misâfir olduğu bir günün gecesinde, bir rüyâ görür.
Rüyâsını, sabahleyin, hocası Şeyh Edebâlî'ye arzeder.
Henüz 19 yaşında olan genç Osman Bey, söylemiş bakalım ne söylemiş:
Sabah, horoz öttüğünde,
Bacalar hep tüttüğünde,
Güneş ufukta yükselip,
Çoban davar güttüğünde,
Kanatlanıp bir kuş gibi,
Bulutsuz arzın göğünde,
Duâdayken her bir yürek,
Her saniye, her öğünde,
Gönlü pırıl pırıl; gözü,
Işıl ışıl, doğan günde,
Çıktı hürmetle huzura
Ve anlattı dura dura:
Dedi: "Şeyh'im, bu gece, ben,
Bir rüyâ gördüm uyurken.
Düşündüm: "Kime gideyim?
Bu rüyâmı arzedeyim!
Koynunuzdan çıktı bir ay;
Oldu bana bir dolunay!
Işıttı şavkı her yanı;
Ne adı belli, ne sanı!
Melekler yol açtı bana;
Kuşlar, kanat gerdi bana!
Önüm-arkam, yeşillikler!
Çimler, halı serdi bana!
Bilmiyorum: Kimler...Kimler!
Çiçeklerden derdi bana!
Öyle güzel seccâdeler,
Nakış nakış ördü bana!
Ve bir ağaç filizlendi;
Sanki bir can erdi bana!
Gövdemden dal-budak saldı
Ve bir acâib hâl aldı:
Kuşattı yüce dağları;
Tuttu cihânı, çağları!
Yapıldı toylar-düğünler;
Su gibi aktı hep günler!
Nûr kaplandı Oğuz eli!
Bu rüyâya ne demeli!..
Sözü; Osman Bey'in hocası, gönüller sultânı Şeyh Edebâlî aldı. Söylemiş, bakalım ne söylemiş:
Oğul, oğul...Yiğit oğul, er oğul!
Kanadını, bu cihâna ger oğul!
Dilerim ki, alp-erenler neslinden,
Nice nice mürüvvetler gör, oğul!
Gönüllere, hoşgörü ve barışı,
İlmek ilmek, nakış nakış, ör, oğul!
Müjde Osman! Hakk teâlâ, saltanat
Verdi, bunu, hakkı ile sür, oğul!
Dünyâ , senin soyun ile olacak
Daha sâkin ve huzurlu...Hür, oğul!
Osman Bey'in nesli, kızım Bâlâ'ya,
Diyecektir, ana; sana, pîr, oğul!
Ey oğul!...Ey oğul!...Ey oğul Osman!
Yardımcındır elbet, Hazret-i Yezdân!
Cümle âlemin bir meydanda toplanışı. Davulların vurulup, toyun başlayışıdır.
Bilge Şâir, burada söylemiş, bakalım ne söylemiş:
Oğuz'un Bozok kolundan,
Kayı Boyu'ndan boyumuz!
Pırıl pırıl bir kaynaktan,
Âtiye akar suyumuz!
Alp-Arslan'dan Ertuğrul'a
Gelip dayanır soyumuz!
Gaddara çok celâllidir,
Mazlûma, müşfik huyumuz!
Zaferimiz, Hakk'a gider;
Şâşaalıdır toyumuz!
Yıldızıyız gecelerin,
Güneşte kurultayımız!
Söğüt'tedir kışlağımız;
Domaniç'te yaylağımız!
Bize bir kişi dokunsa,
Şaha kalkar alayımız!
Rabb'im, izin verir ise,
Dünyâyı tutar Kayımız!
Anadolu Selçuklu Sultânı İkinci Gıyâseddin Mes'ud Şâh'ın, Ekizce galibiyeti sebebiyle Osman Gazi'yi mükâfatlandırışı; O'na bir fermanla, Beylik alâmeti olarak tuğ, alem, tabl ve nakkâre gönderişidir:
Huzura, barışa, kardeşliğe hey!
Son bir şahlanışla nevbet vuruldu!
Ufuktan tuğların sökün ettiği,
Söğüt semâsında rüzgâr duruldu!
Allah'ın adını yayma aşkıyla,
Herkesin önünde dîvân kuruldu!
Kös çalınıp yurtta, şenlik başladı;
Çevre tekfûrların içi buruldu!
Kim ise kamuya zulüm eyleyen,
Mazlûmlar adına hesap soruldu!
Allah! Allah! Deyip, inleyince gök,
Gönülden gönüle sevdâ karıldı!
Bir ferman ki, geldi, Ulu Sultân'dan,
Yaralı gönüle merhem sarıldı!
Söğüt obasında bir delikanlı,
Bâzı ân gül oldu, bâzen kor oldu!
Akçakoca, Konur, Aykut, Turgut Alp,
Herbir tehlikeyi tez duyar oldu!
Hepsi, Osman Bey'e siper oldular;
Hepsi, çevresinde bir duvar oldu!
Ve ikindi vakti, Gazi Osman Bey,
Bu güzel diyâra, genç serdâr oldu!
Ayaküstü durdu: Şahlandı mehter...
Söğüt ahâlisi berhudâr oldu!
Bir ses ki, yükseldi: Allahüekber!
Cümle kâfirlere bir ihtar oldu!
Oğuzlar'ın Bozok kolunun Kayı Boyu'ndan Ertuğrul Gazi oğlu Osman Bey söylemiş, bakalım ne söylemiş:
Bilinsin ki, Kur'ân, bize,
Hakk katından emânettir!
Minârede şanlı ezân,
İlelebet hidâyettir!
Bayrağımız, dalga dalga,
Varlığımıza senettir!
Gelin ey mazlûmlar, gelin!
Devletim, ebed müddettir!
Arzum: Allah rızâsıdır;
Ne makam, ne de servettir!
İsterim, sulh-sükûn olsun;
Bu, en hâlis bir niyyettir!
Huzura Bilge Şâir çıkmış; söylemiş, bakalım ne söylemiş:
Semâya açıldı avuçlarımız;
Bahar muştucusu gül dalı gibi.
Allah yolundadır herbir hâlimiz;
Özünden duygulu-edâlı gibi.
Gönüller bezendi bir dinmez aşkla,
Bayrağın hem akı, hem alı gibi.
Karanfiller, güller, kasımpatılar...
Eskisinden daha mânâlı gibi.
Kavradık dünyâyı tâ yüreğinden,
Cümle nebat sâkin, duâlı gibi.
Turnalar uçuşur bir ilden ile...
Bencileyin gönlü sevdâlı gibi.
Serilmiş, Sultân'ım, önüne ova,
Rengârenk seccâde, bir halı gibi.
Yiğitler toylarda, boy boy görünür;
Koçyiğit herbiri, kınalı gibi.
Davullar vurulur, kopuzlar çalar;
Titretir düşmanı, bir çalı gibi.
Hiç kimse, kimseye zulüm etmeden,
Yaşasın, burada, öz malı gibi.
Söğüt'te kuruldu, bu ilk kurultay;
Kâfirler göz dikti: Mumyalı gibi!
O'nda bir kalb var ki, târifi zordur:
Söğüt yaylasının saf balı gibi!
Karacahisar ile, Yarhisar tekfurlarının Osman Gazi aleyhine ittifak kurmaları...
Bunlara karşı sefer düzenleyen Osman Gazi'nin Karacahisar'ı alıp, Kuzey Sakarya vâdisine doğru yönelişi...Ve;
Samsa Çavuş'un yardımıyla Taraklı ve Göynük civârını ele geçirişinin hikâyesidir:
Vardı arzedilecek, Osman Bey'e dileği;
Bir yiğit çıkageldi, kavi tunçtan bileği!
Asırların yükünü tek başına sürümüş;
Sancılarla yoğrulmuş, acılarla büyümüş...
Dedi: "Bey'im!" hürmetle, bir haberim var size;
Bir tuzak hazırlıyor, biliniz küffâr, size!
Karacahisarlılar, Yarhisarlılar ile,
Bir ittifak kurdular...Çok kinleri var size!
Koçyiğitler sabırsız...Emir, elbet, baştadır;
Baş yiğit: "Mutlak zafer, bunlarla savaştadır!"
İnmeli başlarına, inmeli Türk yumruğu;
Îmânlı yiğitlerin, ey îmânlı Başbuğu!..
Artık, nefes almalı; yetim-öksüz, gariban!
Artık mehter vurmalı, ürküp sinmeli yaban!
Yapılan zulümlere ancak siz ,"Dur!" dersiniz;
Onlara ders vermeyi, bilirim, seversiniz!
Aşmalı tepeleri Türkmen Alp-Erenleri...
Çınlatmalı her yanı Allah!Allah! sesleri...
Biliyorum ki, her şey, Hakk dilince olmalı;
Yapılacak herbir şey, usûlünce olmalı!
Herbirimiz bir îmân zırhını giyeceğiz!
Ve bir gün buralara Anayurt diyeceğiz!
***
Dinledi yiğidi Gazi Osman Bey...
Dedi: "Er, adını bağışlan mısın?"
Yiğit: "Aykut!"dedi; Bey, devâm etti:
"Burda, yaz yazlayıp; kış, kışlar mısın?"
Aykut, bu söz üzre çokça sevindi;
Yüzüne sevincin sükûnu indi.
Kıpırdadı, gitmek istedi bir ân;
Söze başlamıştı, o ânda Osman:
"- Her kim ki, İslâm'a uzatırsa dil,
Sonları, biliniz, hüsrân olacak!
Rabb'im şâhit olsun; Allah sesleri,
Gelecek her nesle nişân olacak!
Gönüller ki, dolar, tükenmez hazla;
Elbette, onlara, hep şân olacak!
Sanmayın, kin üzre yürüyen kişi,
Perîşân değil de, rahşân olacak!"
Göz göze gelmişti, Aykut'la Osman;
Anlaşmıştı hemen iki kahraman!
Söz gelip dayandı, şimdi savaşa...
Dedi: “Haber verin, Samsa Çavuş'a!.."
Sonra, Osman Gazi çıktı otağdan...
Sanki, nûr küresi çıktı o dağdan!
İçtimâ borusu çalınca, meydan...
Koçyiğitler ile dolunca meydan...
Bir çıkmaya görsün, bu ok bu yaydan...
Bizle berâberdir Hazret-i Yezdân!...
-Vakit birlik vakti...Birlik olmalı!
Küffâr karşısında dimdik olmalı!
Çocuğa, yaşlıya, şefkatli, hâmi,
Hâine, alçağa çelik olmalı!
Büyük gayemize ulaşmak için,
Herbir Türk ilinde dirlik olmalı!
Bizlere uzanan bütün şer eller,
Îmânsız yürekler silik olmalı!
Zafer sonrasında gönüllerimiz,
Bizde coşku; orda, yanık olmalı!
Peygamber buyruğu başımızda taç;
El ele vermeli, büyük olmalı!
Ezilmiş, horlanmış, küçümsenmişe,
Sevgi, merhametle, hürlük olmalı!
Samsa Çavuş ile gaziler, alpler,
Bu diyârda bölük bölük olmalı!
Çok tez bitirmeli her yerde işi;
Yönümüz Taraklı, Göynük olmalı!
Bizlere, kat'iyyen durmak yaraşmaz;
Omuzumuzda hep bu yük olmalı!
Kuru cengâverlik değil maksadım,
Allah rızâsına lâyık olmalı!"
Osman Gazi'nin, Yarhisar tekfurunun kızıyla evlenecek olan Bilecik tekfurunun düğününe dâvet edilip öldürülmek istenişi...
Bu durumdan dostu Harmankaya Beyi Köse Mihal tarafından haberdâr edilişi...
Osman Gazi'nin, bir taraftan hediye yüklü sürüyü Bilecik tekfuruna gönderirken, diğer taraftan da aşîretin eşyasıdır diye atlarına silâh yükletişi...Ve;
Kırk civârında yiğidini de kadın kılığına sokup, Bilecik'e ulaştırarak, ava gidenleri avlayışıdır!
Harmankaya Beyi Köse Mihal Bey:
“-Dostum Osman Gazi, dinle...Bak! “ dedi.
Çevrende, bilmezsin, ne olup biter;
Sana kurulacak bir tuzak! dedi.
Yarhisar, Bilecik tekfuru, yine
Yapmaktadır hâin ittifak! dedi.
Sinsice oluyor bütün bu işler;
Aslında hakikat pek çıplak! dedi.
“-Kızını verecek düğün-dernekle;
Herkese haberler salacak! “ dedi.
Vakta ki, ilerde, sana da dâvet,
Bu şarttır, muhakkak olacak!” dedi.
Bizans-Rum tekfurlar dost görünürler;
Alttan alta kuyu kazarak! dedi.
Öyle kurnazlar ki, ilk fırsat bulan,
Sana bir sûi-kast yapacak! dedi.
Uzak değil düğün, iyi bilesin!
Ha demeden gelip çatacak! dedi.
Şâyet tedbir alır, tez davranırsan,
O zaman kıyamet kopacak! dedi.
Osman Bey, başladı, söze şükürle:
-Bize yan bakana hele bak! dedi.
Herkes bilmelidir haddini, dostum;
Allah'ın indinde yüzüm ak! dedi.
Emelim ilâ-yı kelimetullah;
Hedef, bu azimle, muhakkak! dedi.
Dünyâda her şeye bulunur çâre;
Bu çınara gerek dal-yaprak! dedi.
Bilecik tekfuru hoş tutulmalı;
Şenlendirilmeli her yaylak! dedi.
Bir sürü götürün, hediyem olsun!
Koyun-kuzu, keçi ve oğlak! dedi.
Uygulayın bütün dediklerimi;
Her ân şahlanacak bu bayrak! dedi.
Yüklensin kır-atlar, koyulsun yola;
Bir şey yokmuş gibi, şen- şakrak! dedi.
Kırk yiğit kuşansın pusatlarını;
Kadın kılığında olarak! dedi.
Nevbet vursun mehter, coşsun askerim;
Düşmanlara zillet müstahak! dedi.
Bize kuyu kazan, görsün kuyuyu;
Bunun acısını duyarak! dedi.
Bilecik kalesi içten alınsın;
Bu zafer, bizlere artık hak! dedi.
Ardından Yarhisar zaptedilmeli;
Sanılmasın budur son uğrak! dedi.
Bu dağlar, vâdiler... Türk'e ebedî,
Olacak elbette son durak! dedi.
Yıl: 1299. Ocak ayının yirmi yedisi...
Oğuzlar'ın Bozok kolunun Kayı Boyu'ndan Ertuğrul Gazi oğlu Osman Bey kırk bir yaşındadır...
Bugün; Söğüt yaylasında, kendi adıyla anılacak olan, dünyânın en ihtişâmlı devletinin temeli atılmaktadır...
Gün, Osmanlı Cihân Devleti'nin doğuş günüdür!
Bilge Şâir söylemiş, bakalım ne söylemiş...
Obalardan, oymaklardan sökün edip yiğitler,
Tepelerden, vâdilerden akın akın geldiler!
Gönülleri Hakk'a açık ; yağız atlar üstünde,
Kin bürümüş yürekleri lime lime deldiler!
Davul vurdu gümbür gümbür, yer ile, gök inledi;
Hâinliği, haksızlığı, asâletle böldüler!
Bâzen ummân : Hem dalgasız, pırıl pırıl dupduru,
Bâzen azgın nehirdiler; zaptedilmez seldiler!
Yeri geldi çarpıştılar büyük aşkla, hak için;
Yeri geldi, aynı aşkla, sevmesini bildiler!
Göğüsleri bir siperdi tâ özünden kükreyen;
Kâfirlerin izlerini ol mekândan sildiler!
Muhabbeti otağ yapıp, adâleti kuşanıp,
Kötülüğü, çirkinliği dilim dilim dildiler!
Zâlimlere diz çöktürüp, mazlûmları koruyup,
Allah için gazi olup, Allah için öldüler!
Vatan-millet aşkı ile, gürül gürül gürleyip,
Gönülleri huzur içre, ölürken de güldüler!
Ve gün geldi...Şimdi burda cümle âlem toplandı;
Kadın-erkek, baba-oğul...Yerlerini aldılar!
Osman Gazi, Turgut, Aykut, Akçakoca, Konur Alp;
Uzak-yakın her tarafa büyük bir ün saldılar!
"Yektir Allah!" nidâsıyla bütün gönüller coştu;
Başlar dimdik, göğüs önde...Bir âleme daldılar!
Okundu adına ilk kez hutbe, Osman Gazi'nin,
Alperenler huşû ile, yine namaz kıldılar!
Dört yüz çadır eşrafından subaşılar dizildi;
Sipahiler öbek öbek meydanlara doldular!
Kayı Boyu, salınca kök, bu diyâra kavice,
Bahadırlar...Dede-torun...Çokça memnun oldular!
VE; TOYUN SONUNDA, OSMAN GAZİ, MİLLETİNİN HUZURUNA ÇIKIP, GELECEK NESİLLERE CİHÂNŞÜMÛL NASİHATINI VEREREK DER Kİ:
Hazret-i Muhammed ümmeti isen,
Allah'ın yolundan ayrılma oğul!
Hükmünü dâimâ insâf üzre ver;
Zorluklardan hiç mi hiç yılma oğul!
Bâzen de güç yetmez sanır ya insan,
Yalana-dolana sarılma oğul!
Ser ver bu dünyâda, deme sırrını;
Baba dostlarına darılma oğul!
Nezâketle buyur, yoksulu koru!
Kimseye kolayı, zor kılma oğul!
* * * * *
Devlet işlerinde gevşeklik olmaz;
Açılan bir gedik onulmaz oğul!
Bu dünyâda bil ki, hiçbir güç asla,
Devletin yerine konulmaz oğul!
Ve yine iyi bil, dîn-i mübînsiz,
Hiçbir yere asla varılmaz oğul!
Allah rızâsına koşana yâr ol;
Tecrübeler fazla yanılmaz oğul!
Sakın mağrur olma; zayıflıktır bu!
Çok zordur, çok zordur, dönülmez oğul!
Âlimi, edibi gözet her zaman;
Susuz aşa ekmek banılmaz oğul!
Ârifi, velîyi dâvet et yurda;
Yoksa, güzellikler sunulmaz oğul!
Nice çilelerden geçtik de geldik!
Bir devlet, kolayca kurulmaz oğul!
Devlet malı nârin çiçek gibidir;
Devlet, içten içe vurulmaz oğul!
Yapılan yanına kâr mı kalır ki!
Kim der ki, hesaplar, sorulmaz oğul!
Adâlet üstüne kurulan devlet,
Kat'iyyen yıkılmaz, yıkılmaz oğul!
Allah'ın ipine sarılan kimse,
İki cihânda da sarsılmaz oğul!..”