OYNA “TEL-AVİV” OYNA(!), SEN DE ZIPLA(!) “BAE!..”
(“Coni” ve “Siyon” Çömezi olmuş “Abu Dabi Krallığı”na bir “Taşlama”):
Saygıdeğer Okuyucularımız!..
Bilindiği üzere; başkenti “Abu Dabi” olan, “Arabistan Yarımadası”nın, yedi emirlikten oluşan bir “Emirlikler Devleti” var ve de adına da “Birleşik Arap Emirlikleri” denilmektedir.
Dünyânın en zengin petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip ülkelerinden biri olduğu için de âdeta bir “dolar denizi”nde yüzmekte ve bu durum da O’nu iyice şımartmış bulunmakta ve “Coniler” ile “Siyonistler”in uşağı yapmakta; onlar “çaldıkça” bu da “oyundan oyuna” geçmektedir…
Diyoruz ve de bu his ve düşüncelerle kaleme aldığımız aşağıdaki mısralarımız ile Sizleri başbaşa bırakalım istiyoruz. Kalbî sevgi ve saygılarımızla…
Oyna “Tel-Aviv” oyna(!), Sen de zıpla(!) “BAE”;
“Washington” ve “Viyana”, “gaz verdikçe” Sen oyna(!)..
“Bu devran sürmez böyle”, “domuzluk” olmuş gâye;
“Hak-hukuk-adâlet”e, “hınzırlık” Sizden boy’na!..
Oyna “Tel-Aviv” oyna(!), Sen de “alkışla-coş”tur;
“Keser döner, sap döner”, bu “lâf” sanma ki “boş”tur;
“Petro-Dolar” elinde, “Siyon” peşinden “koş”(!)tur;
“Hak-hukuk-adâlet”e, “munzurluk” Sizden boy’na!..
Oyna “Tel-Aviv” oyna(!), Sen de “kıvır” ve “dans” et(!);
“Lawrance”(*) yaşamakta bak, “Ajanlığın felâket”;
“Arap Birliği” lâfta, “Evangelist Hareket”;
“Hak-hukuk-adâlet”e, “unsurluk” Sizden boy’na!..
Oyna “Tel-Aviv” oyna(!), Sen de “ödüllere boğ(!)”;
“TC: Kara çalmışsa”, Sen “çitele-tekrar ov(!)”;
“Katar: Türk’ün Dostu” ya, “coğrafyadan bile kov(!)”;
KAYIKÇ’Ali diyor ki, “Sponsorluk” ne boy’na?..
---------------------------------------------------------
(*): Lawrance Thomas Edward (Arabistanlu Lawrance), İngiliz Ajanı.
DEREBAHÇELİ/ALİ KAYIKÇI
“TEK DOĞRU: ÂMENTÜ”DÜR, “ONA UYMAYAN: YANLIŞ!..”
(“İslâm Öncesi/Sonrası”, “hatâlı” bir inanış!..)
Saygıdeğer Okuyucularımız!..
Bilindiği üzere bir “galat-ı meşhur” diye bir inanış var. Sözlüklerin açıklamasına göre, “herkesçe benimsenin yanlış” demekmiş.
“Tercüman Gazetesi Türk Edebiyatı Ansiklopedisi” (Bkz: İst. 1985, s. 256) bunu biraz daha ileriye götürerek, “Bir kelime ya da kelime grubunun dilbilgisi kaidelerine göre yanlış ya da alışılmışın dışında kullanılması ile meydana gelen fesahat hatası. Galat-ı tahakkümî ya da Kıyasa muhalefet” olarak açıklamış. Sonrasında da “Yanlış olduğu bilindiği hâlde kullanılmasında mahzur görülmeyen kelime ve kelime gurubu” diye nitelemiş.
Bâzı “Târihçi”, “Edebiyatçı”, “Gazeteci” ve “Akademisyen”lerin makâle ve kitaplarında, “İslâm Öncesi/Sonrası” ve “İslâmiyetten Evvel/İslâmiyetten Sonra” gibi ifadelerle karşılaşınca; “Âmentü” inancımızın gereği olarak, şöyle bir sarsıldık.
“İlk insan ve ilk Peygamber/İlk Müslüman Hz. Âdem aleyhisselâm” olduğuna göre, böyle bir cümle kurmak “yanlış/hatâlı” olmakta değil midir ki yazar bunu rahatlıkla kullanabilmektedir. Araştırdık, yazanların bir kısmı ile mesajlaşıp görüştük. “Efendim, bu bir ‘galat-ı meşhur’ imiş, hatâlı-yanlış sayılmazmış, onun için kullanmakta bir beis görmemişlermiş.”
Peki; işin doğrusu varken ve dahi bunu ilk ortaya atıp suiniyetli olarak yazıp-çizip konuşanların dînî inanç ve îtikatlarının/niyetlerinin hangi istikamette olduğu bilinmez iken, bu ifadeye bir matah gibi dört elle sarılmanın ne mânâsı var? Cadde ve sokaklarda başa “şapka geçirmek” için bir kanun olmasına rağmen sen bunu yapmıyorsun, başı açık geziyorsun da, bu “ne idüğü belirsiz kelimeleri” neden “baştâcı” edinip, yazıp-çiziyorsun? Dedik ve geçtiğimiz yıl, üstüste birkaç makâle/köşe yazısı döşendik; hiciv/taşlama yaptık.
Bu yıl; Akademisyen bir hemşehrimiz olan Sn. “Prof. Dr. Harun Yıldız” Bey kardeşimizin “Geleneksel Algıdan Gerçekliğe HACI BEKTAŞ VELÎ (Tarihsel Bir Yaklaşım)” adlı eserinde defaatle bu ifadelerle karşılaşınca ve “Gazeteci-Yazar” bir ağabeyimizin, “Biz, Binyüz başlarında Müslüman olduktan sonra…” (R.E.-Türkiye Gazetesi; 18.05.2021, s. 3) cümlesini okuyunca, tekrar aynı mevzuya dönmeye karar verdik.
Diyoruz ve dahi bu his ve düşüncelerle kaleme aldığımız aşağıdaki mısralarımız ile Sizleri başbaşa bırakalım istiyoruz. Kalbî sevgi ve saygılarımızla…
Kim söylerse söylesin, kaç kişi varsın desin:
“İslâm Öncesi/Sonrası”, “hatâlı” bir inanış!..
“Galat-ı meşhur” yanlış, Sen doğruysan nerdesin?
“Tek doğru: Âmentü”dür, “Ona uymayan: Yanlış!..”
“Tek doğru: Âmentü”dür, “İslâm: Âdem(*)’le vardır;
“Nûh(*)-Yâfes oğlu Türk”ten, gelen Müslümanlardır;
“Binyüz başları” demek, Bize zuldür ve ârdır;
“İslâm Öncesi/Sonrası”, “hatâlı” bir inanış!..
“Oğuzhân: Müslüman Türk”(**), hem “Türklerin Hakânı”;
“Hicret”ten çok-çok önce, bilmiş-almış imânı;
Tam “Bin üçyüz yıl” evve, devir O’nun zamanı;
Başka türlü söylemek: Olur yanlışa kanış!..
“Hakân Müslüman” bir “Türk”, soyup-sopu-çevresi;
Nasıl “kâfir” oluyor, O’nun nûrlu devresi?
Onca “Peygamber” geldi, vardır “Oğuz…” evresi;
Başka türlü söylemek: Olur bâtıl aldanış!..
Bir yanda “Amentü” var, bir “Galat-ı meşhur”;
Dilden-kalbten gitmeli, bu ifade pek “menfûr”;
Kim “yumurtlamış” ise, “mendebur”dan “mendebur”;
Ve kim “ısrar” ederse, ola “cehîm”de yanış!..
KAYIKÇ’Ali yaz-da yaz, “tefekkür eylen biraz”;
“Agop-Ataç’çı” batsın, “dil”i bulsun “inkırâz”;
Sen “Âmentü” tekrar et, yapan yapsın îtiraz”;
“Kalem”de ve “kâğıt”ta, yaygın artık şahlanış!..
(*): Âdem, Nûh aleyhimesselâm
(**): Fazla bilgi için bkz: “Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye”-Hüseyin Hilmi Işık; İst. Kasım 2012, 123’üncü baskı, s. 1157-58
DEREBAHÇELİ/ALİ KAYIKÇI
“HAK-HUKUK” HEPSİ LÂFTA, “GÂVURCUKLAR” BİR SAFTA!..
(Başta “Siyonistler” ve “BM/Leş-leşmiş Milletler” ile “AP/Avrupa Parlamentosu” olmak üzere bilcümle
“Haşarat” ve “Zâlimler”e “Taşlama”, mısra mısra haşlama):
* “Kalbleri var, ama anlamazlar; gözleri var, ama görmezler; kulakları var, ama işitmezler. İşte bunlar hayvan gibidir, hattâ daha da aşağıdır.”, “Onları doğru yola çağırsan işitmezler. Sana bakarlar, ama görmezler.” (Kur’ân-ı Kerîm; Araf Sûresi, âyet 179, 198)
* “Mü’minler, mü’minleri bırakıp kâfirleri velî (dost) edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allah ile ilişiğini kesmiş olur.” (Kur’ân-ı Kerîm; Âl-i İmrân Sûresi, âyet: 28)
* “Zulmedenlere meyletmeyin (yakınlık göstermeyin) ki size ateş dokunur, sonra kurtulamazsınız.” (Kur’ân-ı Kerîm; Hûd Sûresi, âyet 113)
* “Allahü teâlâ zâlimleri sevmez.” (Kur’ân-ı Kerîm; Âl-i İmrân Sûresi, âyet 57, 140)
* “İşte biz böylece, kazandıkları günâhlardan dolayı zâlimlerin bir kısmını, diğer bir kısmına dost yaparız.”, “…Şu muhakkak ki, zâlimler felâh bulmazlar/kurtuluşa/muratlarına ermezler.” (Kur’ân-ı Kerîm; En’âm Sûresi, âyet 129, 137’den)
* “Sakın hâinlerin savunucusu olma!..” (Kur’ân-ı Kerîm; Nisâ Sûresi, âyet 105’den)
* “…Allah’ın insanları birbiriyle önlemesi olmasaydı, yeryüzü mutlaka bozulup gitmişti.” (Kur’ân-ı Kerîm; Bakara Sûresi, âyet 251’den)
* “Hubb’ül vatan minel îmân”/Vatan sevgisi îmândandır.”, “Allahü teâlâya îmândan sonra en faziletli ibâdet, vatan savunmasıdır.”, “El vahdetü rahmetün ve’l-fırkatü azabün (Birlikte râhmet, ayrılıkta azâb vardır)”, “Allah yolunda cihâd eden kimselerin hâli, gündüzleri oruçlu olup, gecelerini ibâdetle geçiren, Allahü teâlânın âyetlerine itâat eden, namâz ve oruçtan dolayı hiçbir gevşeklik hissetmeyen kimsenin hâli gibidir ki, yine Allah yolunda cihâd eden üstündür.”, “Bütün ibâdetlere verilen sevâb, Allah yolunda gazâya verilen sevâba göre, deniz yanında bir damla su gibidir.”, “Bir gâziye veya mücâhide yardım edeni, Cenâb-ı Hakk mahşerde (gölge olmayan günde) gölgelendirir.”, “Hassan bin Sabit’in beyitleri, düşmana ok ve kılıç darbesinden daha çok tesirlidir.”, “Ey Hassan! Sen müşriklerin yüz karalarını ortaya koydukça Cebrail seninledir. Ashabım silâhla harp ettiği gibi sen de dille harp et!..” (Hz. Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem”)
* “Her günâh afv edilebilir. Her günâhın cezâsı, muhakkak dünyâda verilmeyebilir, âhirete de kalabilir. Ama zalimin cezâsı hem dünyâda, hem âhirette verilmedikçe ölmez.” (Hüseyin Hilmi Işık “r. aleyh”-Sohbetler)
* “Hakiki bir Müslüman, samimi bir mü’min; hiçbir zaman anarşiye ve bozgunculuğa taraftar olmaz.” Said Nursî (r. aleyh)
* “Müslüman Doğu’nun bilge düşünürü Muhammed İkbal, Pakistan-Avrupa yolculuklarında, uçağı Türkiye sınırlarına girdiğinde, ayağa kalkar ve uçağı sınırlarımızdan çıkıncaya kadar ayakta yolculuk edermiş. Onun bu hâlini gören uçak görevlisi sormuş: ‘Efendim, niçin Türkiye sınırlarına geldiğimizde ayağa kalkıyorsunuz ve çıkıncaya kadar ayakta duruyorsunuz?’ Allame İkbal şöyle cevap vermiş: ‘Nasıl ayağa kalkmayayım ki, bu topraklar, Anadolu toprağı, nazargâh-ı ilâhidir, şehitler ve gaziler yurdudur, onun için saygı makamında ayağa kalkıyorum.’” (Prof. Dr. Mustafa Keskin-Erciyes Dergisi; Aralık 2015, S. 456, s. 5)
* “Elele verin, birbirinize sımsıkı sarılın. Allah yolunda dünyâda bir tek esir Türk kalsa, O’nu kurtarmak sizin gâyeniz olsun. İnsanlar fanidir. Ben ebedî âleme göçmek üzereyim. Cenâb-ı Hakk, Türkiye’mizi ve Türk-İslâm âlemini dünya durdukça muhafaza etsin. Doğu Türkistan hürriyete kavuşmadığı için gözlerim açık gidiyorum. İnşâ’Allah, sizin gözleriniz açık gitmez. Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve unutmayın; birlikten kuvvet doğar.” (İsa Yusuf Alptekin “r. aleyh”-Eski Doğu Türkistan Cumhuriyeti Genel Sekreteri)
* “Yeryüzündeki 1,5 milyar Müslüman bir araya toplanmalı. Bakınız bu Siyonistler, kendi ülkelerini birleştiriyor, Avrupa Birliği’ni kuruyor. Bize gelince, Osmanlı’yı yıktığı yetmiyor, şimdi de Türkiye’yi parçalamak istiyorlar.”
(Prof. Dr. Necmettin Erbakan “r. aleyh”-TBMM, 1991)
* “Dinini, dilini ve millî-mânevî değerlerini kaybeden milletler, tarihten silinmeye mahkûmdurlar.” (Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk-Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı; 24.03.1993)
* “Milletler, aynı dili konuşan değil, aynı kültürü paylaşan topluluklardır.” (Gürbüz Azak “r. aleyh”-Türkiye Gazetesi, 12.12.1997, s. 2)
* “Anadolu’da on bir bin yıl içinde 30 medeniyet ve yüzlerce devlet, târihin sayfaları arasına gömülmüştür. Temelsiz milletler yıkılmaya mahkûmdur… Dînimize, dilimize, mazimize, örf ve âdetlerimize sahip olmaya mecbûruz. Aksi takdirde ne mi olur? Anadolu’nun 31. Medeniyeti de yok olur… Şu güzel milleti, târih çöplüğüne gömerler.” (M. Necati Özfatura “r. aleyh”-Türkiye Gzt. 24.05.2002, s. 10)
* “PKK örgütü AB’nin gerçekleştirdiği bir örgüttür. 33 bin insanımızın ölmesine AB sebep olmuştur. AB, Türkiye’deki terör örgütlerini gizli ve açık desteklemiştir. AB, TC’nin yeniden palazlanıp Osmanlı gibi olma korkusunu yaşamaktadır.” (Tuncer Kılınç-MGK Genel Sekreteri; 15.04.2003)
* Açık açık söylüyorum, dışarıdan gelenler İslâm coğrafyasının petrolünü seviyorlar, altınlarını seviyorlar, elmaslarını seviyorlar, ucuz iş gücünü seviyorlar, çatışmalarını, kavgalarını, anlaşmazlıklarını seviyorlar. İnanın bizi sevmiyorlar. Dışarıdan gelenler, yüzümüze dost gibi görünenler, bizim ölümüzü, bizim çocuklarımızın ölüsünü seviyorlar...” (Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan-30. İSEDAK Açılış Toplantısı: İst. 27.11.2014)
Saygıdeğer Okuyucularımız!..
Bilindiği üzere; “Terörist Devlet İsrail”in “Kudüs”ün akabinde “Gazze” ve “Batı Şeria”ya başlattığı “bombardımanlarda şehîd olan ve yaralananların sayısı 2 binlere ulaşmış” bulunmakta, öbür yanda ise, dünyânın sözümona “böy-yük devletleri” lâf salataları üreterek “Siyonizm’in zulmüne” gözyummakta, bâzıları da bunu aşikâr bir şekilde alkışlamaktadırlar…
Başta “BMGK/Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi”, “AP/Avrupa Parlamentosu”, “AB/Avrupa Birliği”, “AİHM/Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi” ve “AB/Arap Birliği” ile “İİT/İslâm İşbirliği Teşkilâtı” gibi kuruluşlar da “ABD/Coni”nin ağzına bakar bir durumda, yüzbinlerce mazlûmu da “Bebek Katili-Despot Netanyahu” ile “Fanatik Yahûdilerin” insafına terketmiş bir vaziyette… öylece beklemektedirler.
Diyoruz ve de bu his ve düşüncelerle kaleme aldığımız aşağıdaki mısralarımız ile Sizleri başbaşa bırakıyoruz. Kalbî sevgi ve saygılarımızla…
“Gözün aç ey Müslüman”, “nûr-u kalble” baksana:
“Fililstin’de olana, zulme arka çıkana…
…Kan dökene alkışa, feryâda yakan kına!..”
“Hak-hukuk” hepsi lâfta, “gâvurcuklar” bir safta;
“Gözyaşları” sel oldu, hüzün dolu bir hafta!..
“Gözün aç ey Müslüman”, “Allah-Resül” ne diyor:
“Âyet” ve hadîs” ile “zâlimleri” mimliyor;
Kim “adâlet” arıyor, kimler ne “haklar” yiyor?..
“Müslümanlar tek yürek”, “gâvurluklar” hep lâfta;
“Rûm-Sâsânî Cephesi”, birbirin bertarafta!..
“Gözün aç ey Müslüman”, “Devr-i Saâdet”e bak;
“Kâfir” kim, “Müslüman” kim; herkes neye müstahak?
“4 Halife Devri”ne, yapıver bi iltihak!..
“İslâm: İns’e adâlet, hak-hukuk her tarafta;
“Hayvan hakkı” dünyâda, sanma sakın A’râf’ta!..
“Gözün aç ey Müslüman”, “Selçuklu-Osmanlı” ne:
Kimin eli nerdedir, kim karışmakta dine?
“Haçlı-maçlı Seferi”, dalga-dalgadır yine!..
Kim “intikam” peşinde, kimin niyeti afta:
Kimler “çarmıh” taşıyor, hayâlleri hep Kaf’ta?..
“Gözün aç ey Müslüman”, “BM-AB” fasarya;
“5-10 tane Efendi”, ötekiler hep parya;
“Coni” “çömez” arıyor, “dolarları” basar ya!..
“Ticarî Serbest Bölge: North Amerikan… “NAFTA”;
“Siyon”a “Arz-ı Mev’ud”, değiş(!) harita-pafta!..
“Gözün aç ey Müslüman”; “Afgan…”a bak, “Irak”a;
“Suriye” ne hâldedir; “hicret”e bak, “firak”a;
“Aklını” topla başa, geç “tefekkür-idrak”a;
“İİT”nin adı var, “icrâât”ı hep gafta;
“Acil Plân” sorma hiç, kartonlar bekler rafta!..
“3-5 adım” geride, öne çıkmak niye yok?
“Korku” dağları bekler, çünkü içte “yamuk” çok;
“Allah’a dayan!” dersin, cevap: “Lâfa karnım tok!..”
“Arap Birliği” dersen, “pamuk iplik-hamofta”;
Al-götür “Siyonizm’e”, oldu-olacak yafta!..
“67 Savaşı”, gözünü bi korkuttu;
“Düşmanı”na sarıldı, ellerinden hep tuttu;
“Filistin: Âh!” dedikçe, yıllar-yılı avuttu!..
KAYIKÇ’Ali diyor ki, hak-hukuk hepsi lâfta;
“Gâvurcuklar” toplanmış, “Şer Grubu” bir safta!..
DEREBAHÇELİ/ALİ KAYIKÇI
“HAYAT” DEDİN GÜZEL DE, “YARATMAK KUL İŞİ Mİ?!..”
*“Ülkemizde 1930-1980 arası 50 yıl, dil ırkçılığı yapıldı. 10 asırdır kullandığımız kelimeler, İslâm kültür paydasına ait olmalarından dolayı hayattan sürüldüler. (…) Müptezel yüzyılda neredeyse her dini ıstılaha, her Kur’ân kaynaklı kelimeye bir rakip ortaya sürülürken… ‘yarattı’ kelimesi her fırsatta yerli yersiz telâffuz edilerek ulûhiyet inancını sarsma divaneliği güdülmekteydi. ‘Ben şunu yarattım, o bunu yarattı!’ Yaratmak, yoktan var etmektir; bu kudret ancak ve yalnız Allahü teâlânın paylaşılmaz salâhiyetindedir. İnsan, deha sahibi bile olsa, yaratamaz; keşfeder, yapar, inşâ eder.” (Rahim Er-Türkiye Gazetesi, 14.03.2011, s. 3)
* “Bir Gençlik!.. Devlet ve milletinin büyük çapa ermiş yedi asırlık hayâtının… son asrını Allah’ın Kur’ân’ında ‘belhüm adal’ dediği hayvandan aşağı taklitçilere kaptırıcı… bir gençlik.” (Necip Fâzıl Kısakürek “r. aleyh”)
Saygıdeğer Okuyucularımız!..
Geçtiğimiz haftalarda; malûm şu “Korona Salgını” sebebiyle daha bir “HES”lenip eve kapandığımız günlerde, 1940 yılında İstanbul Nümune Matbaası’nda basılmış, Almanca’dan “E. T. Eliçin” tarafından dilimize kazandırılmış “Upton Sinciair”in yazdığı “Altın Zincir (Sanat Tarihi)” adlı bir eseri okurken, en çok karşılaştığımız ifadelerden biri de “ressam”, “heykeltraş”, “şâir” ve/veya herhangi bir “yazarlar”ın meydana getirdiği eseri, onun “yaratılmış olduğu”ndan söz edilmesi olmuştur.
Bilindiği üzere; “Yaratmak/Tekvîn”, “Cenâb-ı Allah”ın “sübûti sıfatlarından biri”dir ve O’nun her şeyi yoktan var eden, yaratan olduğuna inanmaktır. O’ndan başkası için “yarattı” demek “küfür”dür. Çünkü “Kur’ân-ı Kerîm”de “Her şeyin yaratıcısı Allah’tır.” (Zümer Sûresi, âyet 62, Mümin Sûresi, âyet 62) ve “Rabbin, dilediğini seçip yaratır. Onların seçme hakkı yoktur.” (Kasas Sûresi, 68) buyurulmakta, “A’raf Sûresi, 54’ncü âyet-i kerîmesinde “Yaratma O’nundur, hüküm O’nundur!”, “Saffat Sûresi, 96’ncı âyet-i celîlesinde de “Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Allah’tır!” diye mes’ele kesin hükme bağlanmaktadır.
Seneler önce idi; “Karadeniz Hayat” adını taşıyan “dergi-gazete” karışımı “haftalık” bir “Samsun mahallî/yerel” yayının 6 Haziran 2016 günlü nüshası 11’inci sayfasında “Koray Topgül” imzalı bir köşe yazısında, “Bazıları yaratıcılığın sadece tanrısal bir kavram olduğuna saplanmışlardır. Oysa Kuran-ı Kerim’de ‘sonra onu şekillendirip ruhundan ona üfleyen Allah’tır’ der insan için. Ruhundan üflemişse ve akıl vermişse geleceği yaratmak, şekillendirmek elbette insanoğlunun bir özelliği olmalıdır.” şeklindeki cümlelerini okunca, gayri ihtiyari birden irkildik. Hani derler ya, ‘âdeta başıma balyoz yemiş gibi oldum.’ İşte biz de öylesine sarsılmış idik. Bu nasıl bir mevkute/yayın organıdır ki böyle bir “küfre sürükleyici söze/ifadeye” yer verir?.. Ve de bunu yayınlayanlar, böylesine büyük bir vebâl altına nasıl girerler?.. Diye düşünmeden edememiş idik…
Bu mevkuteye/yayına, isim olarak “Hayat” kelimesini kullanmak güzel de, Cenâb-ı Allah’a mahsus olan “Tekvîn”/Yaratmak” sıfatında bu “pusulayı şaşırmak” da neyin nesi? Demiş ve buradan da yıllar öncesine giderek bir ansiklopedide daha böyle bir ifade ile karşılaşmış, bunu da bir köşe yazımıza taşımış, sonra da “Hem Okudum Hem de Yazdım/3 (Dil ve Millî Kültür Konulu Köşe Yazısı-Şiirler)” isimli eserimizde de nakletmiştik. Yeri gelmişken burada bunu tekrar etmekte fayda görüyoruz:
Saygıdeğer Okuyucularımız!..
Evdeki kütüphânemizi düzeltirken elimize, 1 Aralık 1969 tarihinde ilk sayısı, Tercüman Tıme/Lıfe Kitapları’nca haftalık fasikül hâlinde yayımlanan “İnsan Vücudu” adlı eser geldi. Şöylece bir sayfalarını karıştırırken “Kas ve Kemik Takımı” başlığı altında 64. sayfadaki şu cümle gözümüze takılıverdi:
“Kalça ve bacak arasındaki eklemden çok şeyler beklenebilir. Ayakta dururken vücudu taşımalı, aynı zamanda ayağı her yöne oynatabilmelidir. Tabiat, bu işleri yapabilmenin çaresini, eklemi yuvarlak ve yuvalı yapmakla bulmuştur. Sanayide de aynı sistem tatbik edilir.”
Bunu, 74. sayfadaki “Femur” başlığı altında ve kocaman resim karşısında yazılan şu ifâdeler takip etti:
“Femur, vücudun en uzun ve sağlam kemiğidir. Bu kemiğin bir santimetrekaresi 5 ton bir ağırlığa karşı dayanıklıdır. Bundan daha fazla bir basınç karşısında kemik kırılır. Kemik yapısındaki inceliğe rakip olabilecek bir bina henüz yapılamamıştır. Tabiat, teknikten daima üstün olmuştur.”
Batıdan gelen herşeyi iyi(!), doğru(!) ve güzel(!) kabul edip aynen alarak yayınlamakta bir mahzûr görmeyen, hatta bunu bâzen de ilericilik ve çağdaşlık şeklinde niteleyen bir zihniyetin “yayıncılık”ta düştüğü şu gârabete bakınız ki Doç. Dr. Selçuk Aybar tarafından “çevirisi” yapılan ve 6 kişilik bir akademisyen heyet tarafından da sözümona “ilmî tetkîki” gerçekleştirilen bu ansiklopedik eser ile ülkemizde bir “Ateistlik”(dinsizlik, dehrîlik) propagandası yapılmakta, Kemal Ilıcak’ın Tercüman’ı da buna bir güzel âlet olmakta imiş…
“Türkiye Gazetesi Dînî Terimler Sözlüğü”nde bu ateist (dehriler) hakkında şu bilgiler verilmektedir:
“Allahü teâlâya inanmazlar. ‘Her şey tabiat kanunları ile var oluyor. Bir yaratıcı yoktur. Dehr yani zaman ilerledikçe her şey değişmektedir’ derler. Kitaplarında din ile mücâdele eden; ‘Dinleri yok etmek, materyalizmin, Marksizm’in alfabesidir’ propagandasını yapan Lenin, iktidârı ele geçirdikten sonra Rusya’da ateistler birliğini kurmuştur. Kendilerini akıllı, ilim adamı ve hiç yanılmaz sanan dinsizler üç kısımdır.: Ateistler (dehriyyûn), her şeyi tabiat yapıyor diyen tabîiyyeciler, Yunan filozofları ve bu arada Sokrat ile talebesi Eflâtun ve onun da talebesi Aristo’nun yolunda olanlar.”
“İnsan Vücudu” adlı bu ansiklopediyi yayına hazırlayan 4 kişilik ekip ile buna destek veren 4 kişilik yazarlar grubuna; “Bir otomobilin parçaları, tabiat kuvvetleri ile mi bir araya gelmiştir. Suyun akıntısına kapılan, sağdan soldan çarpan dalgaların tesiri ile bir araya yığılan çöp kümesi gibi mi bir araya yığılmışlardır? Otomobil tabiat kuvvetlerinin çarpmaları ile mi hareket etmektedir?” diye soracak olsak bize gülerek, “Hiç böyle şey olur mu? Otomobil, akıl ile, hesap ile, plân ile, birçok kimsenin titizlikle çalışarak yaptıkları bir sanat eseridir. Otomobil; dikkat ederek, akıl, fikir yorarak, hem de trafik kurallarına uyarak, şoför tarafından yürütülmektedir” demezler mi?
Tabiattaki her varlık da, böyle bir sanat eseridir. Bir yaprak parçası, muazzam bir fabrikadır. Bir kum tanesi, bir canlı hücresi; fennin bugün ancak biraz anlayabildiği ince sanatların birer sergisidir. Bugün fennin buluşları, başarıları diye öğündüklerimiz, tabiattaki bu güzel sanatlardan bir kaçını görebilmek ve taklit edebilmektir. İslâm’a karşı olanların kendilerine önder olarak gösterdikleri İngiliz bilgini Darvin bile ‘Gözün yapısındaki sanat inceliğini düşündükçe, hayretimden tepem atacak gibi oluyor’ demiştir. Bir otomobilin tabiat kuvvetleri ile, tesadüfen meydana geleceğini kabûl etmeyenler, baştan başa bir sanat eseri olan bu âlemi ve bu âlemdeki en üstün yaratık olan insanı, onun her biri birer harika olan vücut organlarını nasıl “tabiat yaratmış” diyebilir ve Cenâb-ı Allah’ı, “Yaratan” olarak nasıl inkâr eyleyebilir?..
Bu konuda bir başka olay da, Fransız Kaptan Cousteau (Kusto)’nun “Atlas Okyanusu ile Akdeniz sularının Cebelitarık Boğazında birbirine karışmadan nasıl durabildiği”ne hayretler içerisinde şâhit olması ve akabinde de Allahü teâlânın varlığına ve “Tekvîn” (yaratma) sıfatına da inanarak can-ı gönülden Müslüman olmasıdır ki, bu hadise de binlerce, on binlerce bilginin/araştırmacının gözlemlerinin tabiî bir sonucu olarak târihe geçmiştir…
Diyoruz ve bu gibi kıytırık “Tabiatçı” sözde ilim adamı (Ateiste), (rahmetli Enver Ören Abilerin hitabetiyle) “Korkma, ‘Allah!..’ de be adam!..” diye sesleniyor ve de mısra-mısra şunları diyoruz:
Korkma, “Allah!..” de, be adam, “tabiat” O’nun eseri;
Bunca “bilgin” bunu gördü, söyler asırlardan beri…
Tüm “canlı”ya “rızık” bulup, “zamanı”nda “yollayan” O;
“Hâlık” O’dur, “var eden” O; “koruyup” hem “kollayan” O…
“Vücûd” O’nun, “Kıdem” O’nun; “Bekâ” O’nun, “Vahdâniyet”;
O, hep “vardır”, tâ “ezel”den; ve “sonsuz”dur, doğru niyet…
“Şerîk”i yok, “nazîri” yok; hiçbir şeye O “benzemez”:
“Muhalefet’ lil-havâdis”; içmesi yok, hemi yemez…
Hem “Kıyâm-ü bi-nefsîhi”: “Varlığı hep kendinden”dir;
“Hiçbir şeye muhtaç değil”, O âlemi halk edendir…
“Sıfât-ı zatiyye” altı: “Vücûd”, “Kıdem”, “Vahdâniyet”;
“Bekâ” O’nun, “Muhâlefet…”; “benzemez”lik var nihayet…
“Kıyâm-ü bi-nefsîhî”si, “varlık için ihtiyaçsız”;
Bunlar “zâti sıfâtları”, kul olarak hep muhtâcız…
Sonra “Sübût sıfatları”: “Hayât”, “İlim”, “Sem’ı”, “Basar”;
“Kudret” O’nun, “Kelâm” O’nun, “İrâde” ve “Tekvîn” de var…
“Hayât” demek, “diri olmak”; “İlim: “Bilmek”, “Sem’:” İşitmek;
“Basar” demek, “hep görmek”tir; “Kudret” ise “gücü yetmek”…
Kelâm” demek, “konuşmak”tır; “İrâde” ise “dilemek”;
“Tekvîn”, “yaratmak” demektir; “Kün!” emriyle “var eylemek”…
“Yaratan” O, “Var eden” O; “Tabiat” bir deli lâfı;
“104 Kitap” buna şâhit, “akıl”ca da yok hilâfı…
“99 Esmâ” şâhit, her bir ismi buna delil;
“Tabiat” deyip-yazanlar, hepsi sefil-hepsi rezil…
Kâh “tabiat” , kâh “teknik” der; bir “tusunami” yok eyler;
“Allah’a inan Allah’a, gel İslâm ol!..” hanım-beyler!...
KAYIKÇ’Ali bu nasîhat, her bir akıl sâhibine;
Îmân yoksa akıl ne ki, yaban kalmıştır hak dîne…(*)
--------------------------------------------------------------
(*): Hem Okudum Hem de Yazdım/3 (Dil ve Millî Kültür Konulu Köşe Yazısı-Şiirler)-Ali Kayıkçı; Samsun Aralık 2015, s. 94-97