Tabiî ki, önce, parti’nin ne olduğu ve maksadı bilinmelidir. Parti; F(ı)ransızca (partie)’den dilimize giren bir kelimedir. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde, bunun yerine, Arapça “fırka” kelimesi kullanılırdı. Yâni, Arapça’sı gitti, F(ı)ransızca’sı geldi.
Siyâsî partiler; demokrasilerin temelini teşkil ederler ve ülkenin idâresini üzerine alıp yürütmek için, müşterek düşünce ve inanca sahip kişilerin bir araya gelmeleriyle kurularak faaliyetlerini sürdürürler. Bu hususta; Anayasa’mızın 68. Maddesi’nde şöyle deniliyor:
“Vatandaşlar, siyasî parti kurma ve usulüne göre partilere girme ve partilerden ayrılma hakkına sahiptir. Parti üyesi olabilmek için onsekiz yaşını doldurmuş olmak gerekir. Siyasî partiler, demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır.”
Bu duruma göre; herkes, parti kurmak ve parti üyesi olmak hakkına sahiptir. Yâni; herkes, bir araya gelerek istediği partiyi kurabilir ve herkes, istediği partiye üye olarak “partili” olabilir.
Halk ağzında, bundan türetilmiş yaygın iki kelimemiz daha bulunmaktadır: Partici ve particilik!..
“Partili olmak”la, “partici olmak” arasında da oldukça fark görürüm.
Sık sık, insanların, birbirlerine, “Particilik yapma!” dediğine de şâhit olmuşumdur.
Bir siyâsî partinin öncüleri, istikamet saptırıp, muhakemesiz olarak bâzı düşüncelerin müdafaasına girişirlerse, peşinden gidenler yâni partililer, körükörüne onların tâbi’si olmamalıdır.
Yâni, “particilik”, “partili” olmaktan biraz daha ileri bir merhaledir ki, buna, yine F(ı)ransızca (partisan)’dan gelme, “partizanlık” da diyebiliriz. Bu durum, âdeta, kendini kaybedercesine, hiçbir muhakeme ve istişâre yapkadan “partisine aşırı düşkünlük”tür. Daha doğrusu, partisi’nin başkanına hiçbir şart koşmadan bağlılıktır.
Ne yazık ki, dünyada ve Türkiye’de, siyasî partilerin başkanları, kayıtsız şartsız “tek seçici, tek tâyinci, tek emredici” durumundadırlar. Mensupları tarafından, kolay kolay tenkit edilemezler. Tutukları kimseleri de, istedikleri mevkiye yükseltirler.
Bu durum öyle bir hâl almaktadır ki, bir parti başkanı, bir hususta bir görüş beyan ettiğinde, onu, ayağa kalkıp çılgınca alkışlayanlar; aynı parti başkanı, çok değil birkaç gün sonra, aynı konuda, tamamen aksi bir beyanda bulunmuş olsa, aynı taraftarlar/partililer/partizanlar, onu aynı çılgınlıkla ayakta alkışlayabilmektedirler. Yâni, o ne derse doğrudur; o, ne derse alkışa lâyıktır!..
Böyle bir demokrasi var mı?!
Bugün; diyelim ki, (A) partisine olmadık sözleri sarfeden bir siyasî parti başkanı çılgınca alkışlanırken, iki üç gün sonra, aynı (A) partisine övgüler dizince, yine aynı alkışı alabilmektedir.
Bilhassa, Türkiye gibi, jeopolitik ve ekonomik durumu hassas olan devletlerin idârecileri, bu tarz tutarsızlıklara girişmemelidirler. Şurası unutulmamalıdır ki, şu an itibâriyle, ülkemiz -devlet yetkililerinin de ifadesiyle- çok hassas bir dönemden geçmektedir.
Bırakınız iktisâdî darboğazı, kültürel bozulmasının hattâ buhranın tam ortasında bulunmaktayız. Kaldı ki, ülkemizde, bir de, “nüfus yapısı” değişiminin tartışıldığı bir zeminde, “partizanlık”; bile bile uçuruma doğru yürümekten başka bir şey olamaz.
Gerek parti idârecileri ve gerekse partililer, “partizanlıktan/particilikten” uzak durabilmelidirler.
Bir de, bilhassa, siyâsî üslûp mes’elesi vardır. Toplumu gerdirecek söz ve davranış içinde bulunan liderler, kendi partililerini diri tutabilmek için “partizanlaştırabilirler” ammâ tabanı da çatışmalı hâle sokarlar. Şu anda, “güven zaafiyeti” dediğimiz hususun, tam zirvede bulunduğunu da ifade etmeliyim.
Alıp veremediğiniz nedir, söyler misiniz?
Üç-beş oy daha fazla alabilmek için, milleti birbirine düşürmeye, güvensiz hâle getirmeye kimsenin hakkı yoktur. Menfaate, kayırmaya ve tahakküme dayanan bir particilik anlayışı, Anayasa’nın özünde ifadesini bulan demokrasi maddelerine de aykırıdır. Acilen bu durumdan çıkmalı, şakşakçı zihniyeti terketmeliyiz.
“Demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurları”, ancak, “demokrasi” kelimesine sâdık kalarak vazîfelerini yürütebilirler.