İlmihal alanı içinde kalan muamelât ve ekonomik ilişkiler ile kateşizma (ilmihal, dinin temel esasları) çerçevesine bakış tarzımızın yanında; aynı çerçevenin dışında kalan ekonomik ilişkilerimizin bilgi üretim biçimi ile yaşam tarzının düzenlenmesi alanındaki doğaya ve cemiyete uyum kurallarına yaklaşması; bizim İslâm dini için ne kadar önemli ve hayati derecede olduğunu artık anlamamız gerekmektedir. Et tırnak misali kimlik-kişilik ile İslâm ayrılmaz parçamızdır.
Eğer İslâm dünyasının yaşam tarzı ve üretim biçimlerinin ilkelliği konusunda mutabık isek; eğer Afganistan’da 7 yaşında kız çocuklarının şeriat adına idam edildiği, Pakistan ve Irak’da Şiiler ile Sünniler arasında süregelen ve süre giden karşılıklı katliamın ne zaman bitirilebileceği hususunda ortak bir emelimiz var ise o zaman yeni bir bakış tarzına şiddetle ihtiyacımız vardır.
Yeni bir bakış ihtiyacı sorunların temelinden çözümü için bir yeni adım, yeni bir başlangıç olabilir. Zekat; fakirliğin devam etmesi için mi fakirliğin yok edilmesi için mi verilmelidir? Bütün iş şimdiye kadar konu ile ilgili verilmiş fetvaların kendilerini değil de nedenlerini inceledikten sonra çağımızın gereklerine uygun bir zekat, sadaka, fitre, fidye, kurban, akika, bağış, mihir ve diğer ilgili alanlarda içinde altın ve türevlerine bakış tarzı çerçevesinde yeni bir örgütlenmenin kurulmasını temin etmektir. Eski tarzımızı terk edip yeni bir bakış açısı yakalamamızı temin edecek düşünce biçimi geliştirmek zarureti ortadadır.
Böylece günlük yaşamımıza egemen olan İslâm kateşizmasının cemiyetin bağrına oturmasını, sanal avuntu değil de gerçek çözümlere aday olabileceğini göstermesi bizlere umut verecektir. Elbetteki sekular düşüncenin yeminli ve yılmaz yobazları ile dini cemaat, tarikat ve bunun gibi örgütlenmelerin çıkar çevrelerinin düşmanca bakışları, bağnazca yorumları; önümüzü açacak, sadre şifa verecek halka doğrudan inen uygulamaların önünde ittifak kuvvetleri oluşturacaklardır. Şunu kendimize açıkça ve tüm samimiyetimizle sormalıyız: yarattığımız sadaka kültürü; diş kirasından tutun da sadaka taşına ve toplu iftarlara kadar hoş, imrendirici ve özendirici bir görünüm verdiği kadar; yoksulluğu yakıp kavurup yok eden bir ilâç olmamakta sadaka alan ile veren arasında bireysel hazzın parlayıp tükeniverdiği anlık bir uygulama olmakta mıdır?
Dinsel bireyselliği, zevk ve hazzı mı tercih etmeliyiz, cemiyete el atan huzur ve mutluluğu arayan yolu mu tercih etmeliyiz diye konuyu önümüze koyduğumuzda; kalıcı olan çözüme doğru yönelmiş olacağız. Özetle yaşam seviyesini yükseltmek için örgütlenen dini çevreler bağış üzerinden kar amacına yönelik kurumlaşmanın yolunu açtıklarında dinin içine sahtekarlığı sokmuş olacaklardır. Geri dönüşümü sadece topluma olan bir örgütlenme her zaman makul olacaktır. Hassaten ya kafamızı kaldırıp Dünyaya bakacağız ya da kendi önümüze bakıp dar sokakta ilerlemeye çalışacağız. Bu yüzyıllardır süregelen bir olgudur. Sistemin özüne inen, bam teline dokunan çözümler bizim yeryüzünde ana kaynağın hiç değişmemiş bir cevher gibi duran Kur’an’a 21. yüzyılda hayatiyet verecektir. Söz değil öz aranmalıdır.
Temel ekonomik elemanların hızla değiştiği “kuyuma dayalı takas” artık bitmiştir dediğimiz 21. yüzyılda kredi kartı, kâğıt üzerinden değişimin hızla yerleştiği bir cemiyet yapısı içinde müslümanım diyenlerin fakirlikten kurtulmaya ve refahı yakalama aday olabilmeleri için mobilya, yazlık ev, sarrafiye üzerinden gerçekleştirdikleri ekonomik ilişkilerde köklü bir değişime ihtiyaç vardır. Millet olmamızın temel koşulu bencilliğin terki ve adam gibi adam olmaktan geçmektedir. Temel ekonomik değerlerimizi hep fakirin ve zenginin bireysel tatmini üzerine kurguladığımızdan milyonlarca dolarlık servetlere sahip müslümanlar beş altı bin dolarlık sadakalarla kendi nefeslerini tatmin etmekten öteye gitmeyen bir sadaka zekat uygulaması içinde yaşamaları hastalığı bataklıkta yaşatan çok kötü bir uygulamadan öteye gitmemektedir.
Onkochishin温故知新 diye ifade edilen bir Japon deyimi bize bu noktada yol gösterebilir:
Eskiyi öğrenip yeniyi bilmek diye tercüme edeceğimiz bu deyim; eski düşüncenin fikrini yok etmeden örgütünü çağa uyarlama diye algılayabileceğimiz; özetle kurumların mutasyona uğratılarak yok edilmeden yaşatılmasıdır. Bugün elde kılıç Samuraylar yok ama elde çanta ile gezen bir sürü kıravatlı ekonomik, bilim savaşçılarını Dünya’nın her yerinde görebilirsiniz.
Biz neden kendimizi yenilemenin, köhnemiş uygulamaları ısrarla sürdürmenin peşinde gezdiğimizi, benciliğimizi ve kişiliğimizin yüceliğini, kanıtlamak için adeta kişilik göstergemetremizi iman ölçme aleti gibi ifade etmemizi hastalıklı bir düşüncenin somut bir ifadesi olduğunu itiraf etmiyoruz?
Önce bir itiraf edelim. Ardından devasa görünen sorunlarımızın ne kadar basit bir bakışla ne kadar güzel bir çözüme ulaşacağını yaşayarak öğreneceğiz. Yoksa Şiilerin besicleri, Sünnilerin imanometreleri ile kaç asır daha birlikte yaşayacağımız hesaplamaktan başka bir şey yapamayacağımızı şimdiden en en ukela bir tavırla ilan etmekten utanç duyduğumu şu satırlara şahit olsun diye yazan bir Müslüman olmaktan rahatsızlığımı haykıra haykıra söylüyorum.
Fakirliği yok etmeye azmetmiş bir İslami bakış tarzı mı yoksa fakirliği sürdüren bireysel hazzı esas alan bir bakış tarzı mı tercihi siz yapınız.
Fakirlerin sürekli fakirliği, zenginlerin de sürekli zenginliği adeta birbirinden kopmuş iki zıt istikametlere uaştıran yol gibi kutsanmakta, topyekün refaha nasıl ulaşacağımız hiç mi hiç düşünmeden enaniyet alçaklığı içinde insanlara asalet pazarlamanın sahte bir din anlayışı olduğunu düşünmemiz için ihtiyacımız olan şey, alışkanlıklarımızı terketmek, önyargıları camş kapısında bırakıp öylece saf bir ruhla içeriye girmektir.