Ramazan Bayramı'nın üçüncü günü. Pırıl pırıl bir güneş altında, yemyeşil vâdilerin, birbirini tâkip eden onlarca tepenin ardında ikibin metreyi aşan bir zirveye ulaşıyoruz.
Her zerresi, görüp ibret almaya değer!..
Babaanem tarafından büyük dedem olan Hacı Ali Cinalioğlu'nun torunları, bu sene, Şebinkarahisar'da bir araya gelerek hasret giderdiler.
Babaannem Cinalioğlu soyadını taşıyordu, 'Kukul' oldu. Tek halam olan Emine halam ve 1934 yılında otuz yaşında hayata gözlerini kapayan yine tek amcam olan Ethem amcamın kızı Meryem ablam, 'Kukul' soyadını taşıyorlardı ammâ Cinalioğlu'ların gelini oldular. Onlara; oğullar, kızlar. torunlar verdiler.
Cinalioğlu - Kukuloğlu müşterekliği bu kavi temeller üzerine inşâ edilmiş olacak ki, bu seferde güzel bir yolculuğa çıktılar.
İşte bugün, Türkiye'nin her tarafında 'Cinalioğlu' soy adını taşıyanlar - benim gibi olanları da aralarına alarak- bir araya geldiler.
Tertip heyeti temsilcisi Enver Cinalioğlu ve arkadaşları, bu akrabalık şuûruyla, beni ve eşimi de, büyük bir nezâket göstererek, bu geniş halka içersine dâhil ettiler. Kendilerini, bu güzel faaliyet için tebrik ederken, onlara teşekkürü de bir vazîfe telâkkî ediyorum.
Toplantı; Şebinkarahisar'a beş kilometre uzaklıktaki Tamzara Köyü'nde yapıldı. Buranın, ağırlıklı olarak, bir 'Cinalioğlu' köyü olduğunu söyleyebilirim. Hemen ifade etmeliyim ki; karşılamadaki nezâket ve samimiyet kadar, ikrâmlardaki nefaset ve bereket de takdire şâyandı.
Gezdiğim yerlerde, bu kadar dut ağacının, elma ağacının, armut ve ceviz ağacının bir arada bulunduğu başka bir mekâna rastlamadım. Asırlık ağaçlar öylesine korunmuşlar ki, 'kökü'müzün asâletine âdeta birer sembol olmuşlardır. Çünkü; ağaç sevgisi, insan sevgisine ve vatan sevgisine eş'tir.
Toplantı sonunda, Şebinkarahisar ile Tamzara Köyü arasında bulunan şehir mezarlığını ziyâret ettik. Orada medfûn bulunan kıymetli ilim adamlarımızdan (asıl soyadı Cinalioğlu olan) Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muharrem Özsan (1922-1996) hocamızın ve Hakkari Şemdinli'de şerefsizler tarafından şehit edilen Piyade Onbaşı F. Murat Sevinç (1973 - 1994) evlâdımızın kabirleri başında da birer Fâtiha okumak nasib oldu.
İhtişamlı, asîl ve şerefli Türk bayrağının gururla dalgalandığı Şebinkarahisar Kalesi'ne bakmaya doyamadım dersem, inanın!
Ve yine inanın ki, tarihî değerlerimizi bu kadar güzel muhafaza eden bir şehrimizin ihmal edilişindeki garabeti ve çapraşıklığı da anlamakta zorluk çekiyorum!..
Giresun - Dereli yolunu tâkip ederek, önce, Kümbet Yaylası'na çıktık. Derin vâdileri süsleyen, aralarında hiçbir kötü şeyi barındırmamaya kararlı görünen çam ağaçlarını ancak Karadeniz'in bu ormanlarında görebilirsiniz. Onlarla birlikte, gürgen ağaçları ve kızılağaçlar da, sizi, âdeta kucaklar; yakından uzağa, derinliklerden yüksekliklere, her gelip geçeni, coşkuyla ve heyecanla selâmlarlar.
Bu hârika güzellikleri hayranlıkla seyrederken, ihmâlleri de, acınacak derecede, yine burada görürsünüz. Bir memleket, bir vatan sathı, bir güzellikler ummânı ancak bu kadar ihmâl edilebilir.
Bu yeşillikler arasında, Post-Nişîn'e Mektuplar adlı kitabımdaki "Yeşillikler Okyanusunda.." başlıklı yazımı hatırladım:
"Renklerin, râyihaların ve ötüşlerin alıp götürücü okyanusundayım...
Zamanın, sevdâları boynuna doladığı ânı yaşıyorum.
Gemim, sükûnet limanına demir atmış..."
Ve ardından; "Muhasebe" başlıklı şiirimdeki hâli yaşıyorum:
"Bir dağın başında yapayalnızım;
Boşuna kuşatmış zamanlar beni.
Münzevî sarhoşluk, sır sızım sızım;
Harfsiz, renksiz, sözsüz kim anlar beni?"
Karadeniz'in Karadağ Yaylası, Hıdırnebi Yaylası, Kazma Obası Yaylası, Uzungöl, Ayder, Sultan Murat Yaylası...bu yaylaların sâdece birkaçıdır.
Karadeniz dağlarında yol, zor yapılır, biliyoruz. Ammâ, bu kelime, bu yollar için kullanılmamalıdır! Her 'zor' denilen şey, buraya mı tesadüf etmiştir? Bu, nasıl iştir!!!
Yolun elverişli olmadığı yerde, Şebinkarahisarlı ne yapsın? Yolun, yol vermediği yerde Kümbet Yaylacıları neylesin?
Bir şey daha söyleyeyim ki, çok hazîn ve ürkütücüdür: Karadeniz'in hangi yaylasına gitmek isterseniz, yol boyunca, kısa aralıklarla buz gibi suların aktığı oluklar görürdünüz. Fakat, ne yazık ki, birkaç 'asfalt yama'sıyla yol yapıldığı intibaı verilmek istenilen bu diyârda, bu oluklara rastlamak da çok mümkün değil! Yâni; tek-tük denilen sayıda!..
Acaba diyorum, bir şeyi yaparken bir diğerini yıkıp tahrip etmek sâdece bize mahsus bir huy mudur?
Devlet elinin uzandığı her yerde 'tabiat'ın tahrib olduğunu görüyoruz. Anlamak mümkün değil!..
Bağlı bulunduğu Giresun ili merkezine 106 km. olan ve tabelasındaki nüfusu 11.700 yazan târihî bir ilçe böyle mi olmalı, böyle mi tanıtılmalıdır?
1710 metre yüksekliğindeki Kümbet Yaylası'yla irtibatlı olarak bu güzel târihî ilçemiz, mükemmel bir kültür merkezi hâline getirilip ihyâ edilmez miydi?
Ya, 2200 metre yükseklikteki Eğribel Geçidi'nin yamacındaki oluktan akan buz gibi suyun içmekle doyulmayan lezzetini herkese sunacak imkânı hazırlamak çok mu zordur?
Halil Rıfat Paşa Tüneli adı verilen ve tabiî hâldeki bir kayanın oyulmasıyla meydana getirilen hârika 'kemer' ise, onun tünelliğinden ziyâde görünüm câzibesine hayran bıraktırıyor.
Dereli'nin Şebinkarahisar tarafında 20. kilometredeki Kuzualan Şelâlesi, yolun karşı yamacında yeşillikler arasında süt beyazı köpüğüklü sularıyla güzellikler numûnesi olarak hem göze ve hem de kulağa hitap ediyor. İnsanı teskin edip huzura kavuşturuyor!..
İnsanları ve insanımızı bundan mahrûm bırakmaya kimin hakkı vardır, söyler misiniz?
Ammâ, diyeceksiniz ki, bundan, kimin haberi var?
Aslında, 'haber' dediğimiz şey, bir idrâk mes'elesidir!..İdrâk!!!
Dikkatimi çeken, çok önemli gördüğüm bir hususu daha zikretmeden geçemeyeceğim: Devlet elinin değdiği yerler hâriç, hiçbir toprak parçasının görünmediği 106 kilometrelik Giresun - Şebinkarahisar yolu boyunca, sâdece iki koyun sürüsüne ve onbeş - yirmi ineğin kümelendiği iki-üç inek sürüsüne rastladık.
Çayırlıklarının bu kadar bol ve zengin olan Karadeniz Bölgesi'nde hayvancılığın ne kadar perîşân bir vaziyette bulunduğunu, burada, bir defa daha müşahede ettim.
Köyler hayvansız; yaylalar, hayvansız. Çayırlarsa, zamanı gelince kuruyup - çürümeye mahkûm!..Yazık, günah değil mi?
Gözümün önüne Avrupa geliyor. Avrupalı geliyor. Avrupa'nın koyunları, inekleri geliyor!.. Bu çayırları bizden başka kim hebâ edebilir acaba, diyorum?
Avrupalı, Japon, Amerikalı ...bunların zerresini değerlendirir.
Tabiatıyla; hem toprağını, hem suyunu, hem havasını, hem hayvanını ve dolayısıyla hem de 'insanı'nı korur!..
İsraf, haram değil mi? Bu, ne hâldir?..
Böyle güzellikler içersinde, ne çâre ki, bunları da düşünmeden de edemedim! Nihâyet, göz bu!..Görüyor! Görünce de, mes'eleyi , 'akl-ı selîm' ve 'vicdân' denilen teraziye havale ediyor!..
Bu dünyâ, bizlere, Allahü teâlânın bir lütfu, bir ikrâmıdır.
Onu düşünmeden ondan istifade etmenin vebâlini asla taşıyamam!..
Kat'iyyen!..