Seçme ve seçilme; demokrasilerde, hem bir hak, hem de bir vazifedir. İlk seçmen oluşum, 10 Ekim 1965’teki Milletvekili Genel Seçimi’ydi ve yirmi üç yaşımı sürüyordum. 21 Mayıs 1963 hâdiseleri sebebiyle Kara Harp Okulu’ndan atılmış, üniversite üçüncü sınıf öğrencisiydim.
O seçimde, Adâlet Partisi , Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye İşçi Partisi, Yeni Türkiye Partisi, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi seçime katılan partilerdi.
Daha öncesinde, İsmet İnönü’yü, Celâl Bayar’ı, Adnan Menderes’i...duydum, okudum, gördüm. Bu seçimde ise, İnönü, Süleyman Demirel, Mehmet Ali Aybar, Osman Bölükbaşı, Ekrem Alican gibi isimler vardı.
Daha sonraki, dönemlerde, İnönü, Süleyman Demirel, Alparslan Türkeş, Ecevit, Erbakan ve bunları müteakip Turgut Özal, Erdal İnönü, Mesut Yılmaz, Yıldırım Akbulut...gelip geçtiler.
O dönemlerde, meydanlarda dinlediklerim daha ziyâde, Demirel, Bölükbaşı ve Türkeş olmuştur... En eskileri Bölükbaşı!..
Yirmi üç yaşımdan, bugün îtibâriyle yetmiş yedi yaşımı sürdüğüm, 2019 yılına kadar, şimdiki gibi acaip bir “seçim” ne duydum, ne de böyle bir seçim “üslûbuna” şâhit oldum.
Şâibeli seçimler olmuş ve bunların târihteki hâlinden ibret alanlar olmuş veya olmamış, bugüne gelinmiştir. Durulmalıydık, sâkinleşmeliydik, uzlaşmacı olmayı benimsemeliydik, kaynaşmayı sağlamaya gayretli olmalıydık, dünyaya kulak vermeliydik....olmadı!..
Liderler içersinde, İsmet Paşa biraz sert üslûpluydu. Ardında, yerini devrettiği Ecevit, muarızlarına karşı, bilhassa 1970’lerde çok acımasız, ithâmcı ve sertti.
Fakat, hiçbir lider, bir başka lidere, hakaret etmemiş; onu aşağılayıcı, seçmeni karşısında küçük düşürücü bir ifade kullanmamıştı(r).
Sosyalist bir Parti olan Türkiye İşçi Partisi, 1965 sonrasında en sert muhalefet yapan bir parti olmasına rağmen, bu partinin başkanı Mehmet Ali Aybar veya diğerleri, birbirlerine, ne “şerefsiz” dediler, ne “alçak” dediler”, ne “müptezel/kepaze”, ne “zillet/alçaklık” dediler, ne “illet” dediler, ne “belâ” dediler ve ne de, birbirlerini “içeri tıkmakla” ithâm ettiler.
Bunlar bir yana; ne hazîndir ki, Abdullah Öcalan’a “sayın” deyip, Fethullah Gülen için “muhterem hocaefendi” nâraları atarak elini öpenler, başkalarını, “densizler, âdîler, gafiller, ezan ve bayrak düşmanı...” olarak suçlamaya kalkmaktadırlar.
1965 yılını esas alarak söylüyorum: Geçen elli dört yıllık zaman içersinde, Türkiye, ilk cümlemdeki “Seçme ve seçilme; demokrasilerde, hem bir hak, hem de bir vazîfedir” sözünün neresinde bulunmaktadır, îzah edebilecek bir selîm akıl sâhibi var mıdır?
Ortada bir Anayasa varsa, ki vardır, onun hükümlerinin geçerli olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde, adâletin gerekleri, hukukun üstünlüğü baştâcı edilerek hayat sürmek herkesin hakkı değil midir?
Bir liderin, bir başkasına, adâlet ölçülerini ve hattâ umûmî ahlâk ile âdâbı bir kenara bırakarak ‘hakaret etmesi’, aynı zamanda, hakareti gören kişiyi ‘tasvip edenlere’ de gitmez mi?
Bilhassa Osman Bölükbaşı ve Süleyman Demirel’in “nükteli-esprili” konuşmaları, herkesi cezbederdi. Dış görünümü îtibâriyle en sert mizaçlı kabûl edilen Alparslan Türkeş, muarızlarına, hiçbir zaman nezâketten uzak söz söylemez; ciddî ve vakur hâliyle, onlara, dâimâ “sayın” kelimesiyle hitap ederdi.
Birçoğumuzun bildiği bir hâtırayı, duymayanlar için tekrar etmemde fayda vardır: Süleyman Demirel, Başbakan’dır. Çok gençtir. Resmî bir ziyâret esnâsında Anıtkabir’e yürürlerken, p(u)rotokol icâbı, “Batı Cephesi Komutanı, 2. Cumhurbaşkanı ve eski Başbakan” ünvanlarına sâhip İsmet Paşa, O’nun arkasında bulunmaktadır.
Süleyman Demirel, bu durumu, içine sindiremez ve adımlarını yavaşlatarak, İnönü’nün kendisine yaklaşmasını sağlar. Aynı hizaya geldiklerinde ise, İsmet İnönü, Demirel’e şöyle der: “Sayın Başbakan!..Lütfen öne geçiniz...Ben, sizin arkanızdan gelirim. P(u)rotokol, insanı küçültmez”.
Her ikisini de takdir etmemek mümkün müdür? Her ikisindeki bu nezâketin örnek olması gerekmez mi?
Devlet, nasıl idâre edilir’in cevabı, bu tavırlarda saklı değil midir? Ne dersiniz?!
Bana sorarsanız, şu anda televizyon seyretmekten değil, ona, bakmaktan bile tiksiniyor ve iğreniyorum!..Bütün hür(!) ve demokrat (!) ekranlar, kim istiyorsa onun olsun!..