Türk şiiri, köklü ve muhteşem bir geleneğe sâhiptir. Her şeyde olduğu gibi, şiirde de inişli-çıkışlı zamanlarımız olmuştur. Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri’nde, bu köklü ve muhteşem geleneğe sâhip çok sayıda güçlü şâirlerimiz bulunmuştur ve bunlardan biri de, Sezai Karakoç (22 Ocak 1933-16 Kasım 2021)’tur.
Edebiyat târihçisi Ahmet Kabaklı, Sezai Karakoç’un şiiri hakkında şu değerlendirmeyi yapar:
“Karakoç şiir üslûbu bakımından, az çok, İkinci Yeni’ye bağlanabilir olsa bile sanatında görülen temalar ve inandığı değerler bakımından şiirimizde daha ileri, yeni bir sestir. 1940’tan beri yitirilmiş ve ayak altına alınmış Türk inançlarını en taze özlerle yüceltmenin çabasını gösteriyor. Eşyadan ve hayattan felsefeye (metafiziğe) yönelerek bir yandan Necip Fazıl’ı, ayrı bir özde sürdürüyor. Bir yandan yurdun bütününe yaydığı Anadolu kasabası ruhunu, töreleri ve inançları ile yeniden değerlendirerek sembollere bağlı, mistik memleket şiiri’nin örneklerini veriyor.” (1)
Şiirde, edebiyatta, san’atta, “yeni” kelimesine hep takılmışımdır. Ortaya çıkan her ‘yeni’, hakîkî mânada, neyin yenisi’dir. Bir estetik veya poetik maksat taşımayan, böyle bir hedefi olmayan ve san’atın özünü sunmayan kaotik hâller, belli zümreye hitaptan başka bir netîceye ulaşamamıştır.
Kabaklı’nın, “İkinci Yeni’ye bağlanabilir olsa bile” ifadesi çok mühimdir. Çünkü; 1940’larda, kendilerine “Birinci Yeni” diyen, Orhan Veli Kanık-Oktay Rifat Horozcu ve Melih Cevdet Anday, Garipçiler hareketini yürütenlerdi ve yaptıkları iş, umûmî tasnif içersinde “an’ane”yi reddetmekti.
Öyleyse; Birinci Yeni neydi ki, İkinci Yeni nedir?
Feyzi Halıcı diyor ki: “Atillâ İlhan’ın yazısının son paragrafını ilgilerinize sunuyorum: “Garip, Orhan Veli’nin adıyla çıkmış, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet’in şiirlerini de içeren, ufak bir kitap; önsözü bir şiir bildirgesi gibi kaleme alınmıştır; geniş çapta, yüzyılın başında Avrupa’da özellikle Fransa’da kendini gösteren Surrealisme/Gerçeküstücülük hareketinden esinlenmiştir; böyle bir bildirgeyle çıkmak fikri bile onlardan alınmış; şiirlerin çoğu gerçeküstücü şiirlerin benzeri, ya da taklidi; lâf aramızda, bazıları düpedüz kopyası!..”
Dönüp arkamıza bakınca Garip Hareketi’nin şiirimizdeki tahribatını daha açık görmekteyiz. Türk şiiri, geleneksel sesini yenileyecek yerde, onu kaybetmiş; handiyse çeviri şiir kılığına girmiştir; genç şairlerin çoğu vezindir, kafiyedir, âhenktir, imgedir vb. şiir altyapısını bilmiyor; bir tekerleme bulup, bir iki de espriyle destekledi mi, şiiri kurtardım sanıyor. Dahası, şiirin hemen bir çağrışım yükü taşımayan uydurma kelimelerle yazılması, buna özellikle dikkat edilmesi; bu da yazılanın duyarlık ve etkileme gücünü azaltıyor; hâsılı, ülkemizde mizah nasıl dönüp dolaşıp “sululuk” hâline gelmişse; şiir de öyle, ya kelime cambazlığı, ya alaycı tekerleme, ya da söz soytarılığı düzeyine indirilmiştir; bunlarda elbette “Garip’çilerin vebâli çok!” (2)
“Nazariyenin sahibi Andre Breton; “Sürrealizmin Beyannâmesi”ni 1924’te Paris’te yayınladı. Yerleşmiş san’at ve edebiyat değerlerini kökünden sökmek isteyen Dada hareketinin hazırladığı zemin üzerinde ilk sistemli inşâ teşebbüsü budur. Freudizm’in derinleştirdiği şuuraltı araştırmalarından ilham alır.
(...) Bizzat Andre Breton da dâhil, sürrealist şâir ve hikâyeciler nazariyeleri değerlendiren hiçbir tesirli eser verebilmiş değillerdir.” (3)
“Şuuraltı araştırmalarından ilham” ile, metafizik idrâki karıştırmamak lâzımdır.
İkinci Yeni’cilerin de, Birinci Yenici’lere karşı çıkmalarına rağmen, halk şiiriyle/an’aneyle, mânayla, metafizikle, âhenkle ve kafiyeyle fazla bir muhabbetleri yoktur. Hattâ, şiirde, aklı ve ahlâkî değer ölçülerini de birer baskı unsuru olarak telâkki ederler. Yâni; bir cihetleriyle, İkinci Yeni’ciler de, sürrealist yâni gerçeküstücü’dürler.
Hâlbuki; poetik zeminde, İkinci Yeni akımını teşekkül ettiren Edip Cansever, Ülkü Tamer, Cemal Süreyya, İlhan Berk, Turgut Uyar ve Ece Ayhan ile, Sezai Karakoç’un hiçbir irtibat noktası yoktur. Sâdece bir şey var; o da, biçimde/şekilde/tarzda/formda benzerlik bulunmaktadır ki, bu da, esasa tesir eden bir husus değildir, olamaz, olmamalıdır.
Yine; umûmî bakışla, Birinci Yeni ile, İkinci’si arasında çok da fark yoktur. Birinciler; biraz daha müşahhas/görünür/somut; ikinciler ise, mücerret/somut değerleri savunur görünmektedirler. Aslında, ikisinin de, “an’ane” ile fazla bağışıklığı bulunmamaktadır.
Kaldı ki; Orhan Veli, 1941’de yayınladığı “Garip Önsözü”de, “Tarihin beğenerek andığı insanlar, daima dönüm noktalarında bulunanlardır. Onlar bir ananeyi yıkıp yeni bir anane kururlar” diyerek, peşinden gelenlere “Siz de bizim an’anemizi yıkın” işâreti vermektedir. Bu tarz yaklaşımlar, estetikten mahrûmiyetin, poetik idrâkin zayıflığının işâretidir.
Bana kalırsa; bunların hiçbirine, edebî mânada, bir mektep/okul/ekol/cereyân/akım demek de mümkün değildir.
Sezai Karakoç ile, İkinci Yeni’cileri ayıran bir başka örnek nakledelim:
“Ankara’da, olaylı yıllarda kurşunlara hedef olarak hayatını yitiren Doç. Dr. Bedrettin Cömert, ölümünden kısa bir süre önce İstanbul’da Edebiyat Fakültesi’nde düzenlenen Türkoloji kongresine İkinci Yeni şairlerine dair bir tebliğ ile katılmıştı. Renkli atkısı boynunda ceketinin üstündeydi. “Tarzım bu...” demek istiyordu. İkinci Yeni şâirlerinden İlhan Berk, Ece Ayhan, Cemal Süreyya, Turgut Uyar, Edip Cansever gibi belli isimleri saydı. Amfide arka sıralardan bir öğrenci dayanamadı Sezai Karokoç’u hatırlattı. Bedrettin Cömert “O da var.” dedi ister istemez. Hâlbuki “Lâleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız” mısrasıyla “İkinci Yeni” şiirini formül eden Sezai Karakoç’tur. Çok kaynakta bu bu örnek verilir. Edebiyatımızda Terimler’de “Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı”nı ele alırken şu notu düşmüşüm:
“İkinci Yeni şiir anlayışında, Marxizmin karşısında İslâmcı akımın temsilcilerini buluruz. Önde gelen ad Sezai Karakoç’tur.”” (4)
Bu da; Sezai Karakoç’un, orada, ‘iğreti’ veya ‘zorakî’ durduğunu/durdurulduğunu göstermektedir.
Zâten; bu hususta, bizzat Karakoç şöyle der: “Bizim anlayışımızda metafizik, temel bir kavram, bir ilkedir, anlayış ve görüştür.”(5)
Prof. Dr. Mehmet Kaplan, tahlilini yaptığı bir şiiriyle, Sezai Karakoç’u şöyle değerlendirir:
“Kapalı Çarşı şiirinde anlatılmak istenen duygu ve düşünce İkinci Yeni akımına mensup şâirlerde olduğu gibi, doğrudan doğruya değil, dolaşık ve müphem bir şekilde ortaya konulmuştur. Fakat Sezai Karakoç hayat görüşü bakımından ne bu akıma, ne de aynı üslûbu kullanan ve çoğu marksist olan gruba dahildir.
Onu umumî bir ideoloji veya temayüle bağlamak istersek milliyetçi, dindar, muhafazakâr zümreye sokabiliriz.” (6)
Her ne denilirse denilsin, Sezai Karakoç, köklü bir an’anenin devamıdır. Karakoç’un fikrî temelinde, İslâmî değerler ve bu değerlerle yoğrulmuş millî bir Türk kültürü bulunmaktadır ve bu, bütünüyle, poetik anlayışına hâkimdir.
Yirmi sene kadar önce, Samsun Türk Ocağı’nda, “Necip Fâzıl’ın Şiir Dünyâsı” hakkında yaptığım bir sohbette, bana, Necip Fâzıl-Sezai Karakoç irtibatı sorulmuştu ve hulâsa olarak, bunu, şöyle cevaplamıştım:
Necip Fâzıl’ın, şiir başta olmak üzere, aynı zamanda büyük bir tiyatro yazarı ve mütefekkir olması bir yana, Sezai Karakoç’un, belli hususlarda, bir Necip Fâzıl tâkipçisi olduğunu da ifade etmemiz gerekir.
Hiç kimse, bir diğeriyle tıpatıplık taşımaz/taşıyamaz.
Onların, fikrî p(i)lânda, hiçbir ayrılıkları mevcut değildir. İkisi de ‘derin’dir. Ancak; şekil/biçim/tarz/form olarak aralarında büyük farklılıklar vardır. Necip Fâzıl’ın her tercihi, hece veznidir. Karakoç ise, hep serbest vezinle yazar. Kaldı ki; Sezai Karakoç da kafiyeye önem vermesine rağmen, bu hususta, Necip Fâzıl kadar titiz değildir. Necip Fâzıl, âhenge büyük önem verir, yabancı kelime ve uydurma kelimelere şiddetle karşı durur.
Sezai Karakoç’un; âhenge fazla önem verdiğini söylemem mümkün değildir. Ayrıca; daha ziyâde nesir yazılarında “yeti, uygarlık, yapıt, doğa” gibi uydurma kelimeler kullanır. İkisinde de; İslâmî değerler birinci p(i)lândadır. Necip Fâzıl, Karakoç’a nazaran, Türklüğü, daha baskın olarak ele alır. Hattâ diyebilirim ki, umûmî Türk şiiri içersinde, Türk kelimesini, Necip Fâzıl kadar müspet mânada kullanan ikinci bir şâire rastlamak da mümkün değildir.
Hâsılı; Sezai Karakoç; millî ve mânevî değerlerimizin, kendine mahsus hususiyetleriyle üslûp geliştiren önemli ve önde gelen bir şâiri ve mütefekkiridir.
Karakoç; İslâm yolunda büyük hizmetlerde bulunan, emsâlsiz şâirlerden Kaâb Bin Züheyr, Hassan Bin Sâbit, Zünnun-ı Mısrî, Mütenebbi, Ebu Nüvas, İmam-ı Busirî, İbn-i Câbir, Ebülbeka Salih Bin Şerif, Mevlâna Celâleddîn-i Rumi’nin şiirlerinden örnekler naklettiği “İslâm’ın Şiir Anıtlarından” adlı eserine yazdığı “Bir Kaç Söz” başlıklı sunuşunda şöyle der:
“Bu ülkede her anlama kıyıldığı gibi şiire de kıyılmıştır. Geçmişle ilgi kesilmiş, dünyanın en basit taklitçi şairleri büyük şair diye ilân edilmiş, bunların sonucu olarak da şiire karşı büyük bir ilgisizlik doğmuştur. Bir toplumun kalbini tazeleyen başlıca ruhî gıdalardan biri olan şiir böyle bir kurutuluşa uğratılınca, toplumun ölü hâle gelmesi, bu açıdan da , uygarlığımızın düşmanları tarafından gerçekleştirilmiş oldu.
Ama şüphesiz bütün bunlar geçicidir. Bütün cephelerden diriliş gerçekleşecektir. Çağın ve en çok da içinde bulunduğumuz olumsuz değişimin, bütün gerçek değerlere olduğu gibi, gerçek şiire de arka çeviren tutumunun sonu gelecektir.
Tekniği amacına uyduran yeni bir şiir gelecektir.“ (7)
Hâliyle; Karakoç, şiirin “kurutuluşuna“ seyirci kalamaz ve onun ‘dirilişi’ için bir ömür harcar.
Dîğer taraftan, Karakoç; Batı şiirinden, Gerard De Nerval, Charles Baudelaire, Arthur Rimbaud, Paul Valery, Paul Claudel, Guillaume Apollinaire, Max Jacob, Saint-John Perse, Jacques Prevert, Guillevic, Paul Gilson, Salvatore Quasimodo’nun şiirlerinden örnekler verdiği “Batı Şiirlerinden” adlı kitabına yazdığı “Bir Kaç Söz” başlıklı önsözde de şöyle demektedir:
“Daha önce yayınlanan “İslâm’ın Şiir Anıtlarından” adlı yapıtımızda, engin islâm şiirinden minik bir demet sunmuştuk. Orda da belirttiğimiz gibi, gayemiz, bir İslâm şiiri antolojisi vermek değildi. Belki o ruhtan bir kıvılcımın şair ruhlara yeniden düşüp onlarda yeni bir ateşin doğması arzusu, niyeti ve amacı vardı o girişimde.
Şimdi de, Batı Şiirlerinden adlı bu kitapçıkta, uygarlığımızın karşısına dikilen ve onun son krizinde dış etkinin aslan payına sahip olan bir uygarlığın son çağ şiirlerinden birkaç örnek vererek, aynı amaca hizmet etmiş bulunduğumuz inanındayız.
(...) Bizim işimiz, bir kibrit çakmak. Dünyayı yakmak için değil, dünyayı ışıtacak meşaleyi tutuşturmaya kendi çapımızda yardımcı olmak için.” (8)
Hedef bellidir: O da, “dünyayı ışıtacak meşaleyi tutuşturmak”tır. Şiirle ve tefekkürle!..
Sezai Karakoç, bir muhakeme, bir muhasebe ve bir yüksek idrâk şâiridir. An’ane/töre/örf/millî kültür ve çağ, O’nun, vermek istediği cihânşümûl mesajlar içersinde kıvamını bularak, kendi usûl, biçim ve üslûbuyla, şiirdeki yerini alır.
Ahmet Yesevî’den, Mevlâna’dan, Yûnus Emre, Süleyman Çelebi, Fuzuli, Bâkî ve onların devamı olan Mehmet Âkif ve Necip Fâzıl’dan gelen, yalnız metafizik değil; beşerî sesle birlikte, Sezai Karakoç, arkasındaki bu güçle, dünya şiirini de iyi tahlil etmesi sonucunda, Türk şiirinde kendine mahsus üst bir mevki bulmuştur.
Şüphesiz ki; bu vâdide yalnız değildir. Hernekadar, bir noktaya yâni -zorakî olarak-İkinci Yeni hareketine teksif olunup mâledilse de, Prof. Dr. Mehmet Kaplan’ın, “milliyetçi, dindar, muhafazakâr” dediği gibi; Sezai Karakoç, esas itibariyle Yahya Kemaller’le, Ârif Nihatlar’la, Halide Nusret Zorlutunalar’la, Orhan Şâik Gökyaylar’la, Mehmet Çınarlılar’la, Feyzi Halıcılar’la, Bahattin ve Abdürrahim Karakoçlar’la ve Niyazi Yıldırımlar’la...aynı poetik dâirenin içersindedir.
O; mâzînin ve zamanının kıymetlerini iyi bilmekte, tespit etmekte ve onların özüne nüfûz edip iyi tahlil ederek, kendine zemin teşkil eden poetik kuvveti değerlendirmesini bilmiştir.
Böylece; Türk şiiri, bütün zenginliği ve ihtişamı içersinde, yeni ve tâze sesleriyle varlığını sürdürmektedir ki, bu yeni ve tâze seslerden biri de Sezai Karakoç’tur.
“Hızırla Kırk Saat” adlı şiir kitabından aldığım birkaç mısrâyla, söz sözü, yine O’nun lisânıyla söyleyeyim:
“Suyu arayan adam değil
Suyun aradığı adam ol sen de
Sen doğu olursan güneş sana gelecektir
Sen kuşluk olursan kuş sende ötecektir
Sen kuyuda oturacak bir ders taşı bulursan
Bir kabri dışından oyan yontan değil
İçinden insan biçiminde kışkırtan olacaksın” (9)
Allah rahmet etsin!..Mekânı cennet, rûhu şâd, hizmetleri, âhiret sermayesi olsun!..
KAYNAKLAR
1.Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı, Cilt: 3, Türk Edebiyatı Yayınları, İstanbul 1974, Sf. 645
2.Feyzi Halıcı, Dörtlemeler, Ankara 2005, Sf. 14
3.Peyami Safa, Sanat Edebiyat Tenkit, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1976, Sf. 202
4. Arslan Tekin, Sezai Karakoç’u Nasıl Bilirsiniz?, Yeniçağ Gazetesi, 19 Kasım 2021, Sf. 7
5.Sezai Karakoç, Edebiyat Yazıları-1, Medeniyetin Rüyası Rüyanın Medeniyeti : Şiir, İstanbul 1997, Sf. 6
6.Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1990, Sf. 323
7.Sezai Karakoç, İslâmın Şiir Anıtlarından, Diriliş Yayınları, İstanbul 1976, Sf. 9
8.Sezai Karakoç, Batı Şiirlerinden, Diriliş Yayınları, İstanbul 1978, Sf. 8
9. Sezai Karakoç, Şiirler-1, Hızırla Kırk Saat, 3. Baskı, Diriliş Yayınları, İstanbul 1974, Sf. 40
EDEBİCE DERGİSİ, SAYI: 29, KIŞ/2022, SF. 36-38