Türk milletinin bin yıllık kardeşlik bağlarının daha önceki asırlardaki hatıra ve mirasa eklemlenerek billurlaştığı kutlu varlığın adı olduğunu belirten Bahçeli, “96 yıl önce toplanan Büyük Millet Meclisi elbette farklı toplumsal kesimlerin temsiline dayanmıştı. İlk Meclis’te ilkel dürtüler, ilkesizliğin tortuları yoktu. İlk Meclis’te vesayete, himaye altına girmeye merak ve ilgi yoktu. İlk Meclis’te bağımlı ve tutsak yaşamaya tahammül hiç yoktu.” dedi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu, Başkan İsmail Kahraman başkanlığında 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı için özel gündemle toplandı.
Bu vatanın gerçek sahibinin Türk milleti, bu ülkenin isminin Türkiye, devletinin ise Türkiye Cumhuriyeti olduğunu ifade eden Bahçeli, şöyle konuştu: “Türk milleti; bin yıllık kardeşlik bağlarının daha önceki asırlardaki hatıra ve mirasa eklemlenerek billurlaştığı kutlu varlığın adıdır. 96 yıl önce toplanan Büyük Millet Meclisi elbette farklı toplumsal kesimlerin temsiline dayanmıştı. İlk Meclis’in muhterem milletvekilleri her meslek, her çevre, her kökenden süzülüp gelmişler, bunu da hiç mesele yapmamışlardı. Çünkü hepsi vatanseverdi. Hepsi Türk milletinin kurtuluşunu hedeflemişti. İlk Meclis’te ilkel dürtüler, ilkesizliğin tortuları yoktu. İlk Meclis’te vesayete, himaye altına girmeye merak ve ilgi yoktu. İlk Meclis’te bağımlı ve tutsak yaşamaya tahammül hiç yoktu.”
İlk Meclisin egemenliğini, gücünü ve kudretini Türk milletinden aldığını vurgulayan Bahçeli, şöyle devam etti: “Emperyalist ve sömürgeci ahlaksızlığa karşı verdiği bağımsızlık savaşı bu nedenle meşrudur, kutludur, emsalsizdir. Büyük Millet Meclis’i milli mücadelenin ana karargahıydı. Büyük Millet Meclisi milli iradenin tecelli ettiği demokratik karar merkeziydi. O tarihlerde milli direnci kırmak, umutsuzluğu kabullendirmek için, tıpkı bugünlerde olduğu gibi, çok şey yazılmış, söylenmişti. Hükümetten Sevr’in şartlarını kabul etmesi isteniyordu. İşgalcilerin iyiliğimizi istedikleri yayılıyordu. Milli mücadeleyi yapanların, soyguncu ve yağmacı olduğu iddia ediliyordu. Ankara’nın Türkiye’yi felakete sürüklediği ifade ediliyordu. Avrupa ile başa çıkmayı asırlardan beri Asya’nın hangi kavmi başardı ki, biz başaralım diyenlerin sesi duyuluyordu. Ankara’daki adamlar ufak bir aşireti bile yönetemezler diyenlere rastlanıyordu. Milli mücadelenin macera olduğu, daha fazla devam edemeyeceği söyleniyordu. Mukadderatımızı Ankara’ya bırakmamalıyız diyenler bile çıkıyordu. Milli mücadele kahramanlarına goygoycu, haydut, hayalperest iftiraları atanlar olduğu gibi, memleketi tam bir çöküntüye götürdükleri uyduruluyordu. Mesela Edirne veya İzmir kurtulursa insanlığımızdan istifa ederiz sözü veren namertlere sık tesadüf ediliyordu. Sonunda, milli mücadeleye hazım ve tahammül zorluğu çeken mandacılar, köksüzler, yabancı beslemeleri 9 Eylül 1922 günü, Türk’ün bayramı manşetini atmaktan başka çare de bulamamışlardı. Milli Mücadele, Mondros’la başlayıp Lozan sonrasına kadar genişleyen uzun, yorucu ve kavurucu bir sürecin özetidir. İç ve dış birçok yönü vardır. Savaşlar bu sürecin yalnızca sıcak yanını oluşturmaktadır. ‘Türkiye’yi mahvedene kadar savaşacağız, Türkiye artık yoktur’ diyen sömürgeciler milli mücadeleyle durdurulmuş, bunun şeref payesi de öncelikle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin olmuştur. Ordular kuran, ordular yöneten, Türk milletinin egemenlik haklarını cansiperane temsil eden Meclisi’miz bu yüzden Gazi’dir ve bu unvana fedakârlıklarla layık bulunmuştur.”
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu, Başkan İsmail Kahraman başkanlığında 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı için özel gündemle toplandı.
Bin yıldır üzerinde yaşadığımız bu coğrafya Türk vatanıdır.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli, yaptığı konuşmada, 23 Nisan 1920’nin Türklüğün hâkimiyet havzalarını birer birer kaybederek, Anadolu'ya sıkıştığı, acı ve ıstırapla dolu bir tablo içinde, milletin en son ve en etkili hamlesinin de nirengi noktası olduğunu ifade etti. Bahçeli, “Üç kıtada anılarımız kalarak son yurda döndük. Üç kıtada şehitlerimizi bırakarak, adalet ve asaletimizi her yere serpiştirerek, ayak izlerimizi her tarafa kazıyarak geriye çekildik. Sayısız göçlerin bedelini ödeyerek 23 Nisan 1920’de küllerimizden yeniden doğduk. Bu toprakları vatan yaptık, namus bildik. Gemileri yaktık, gidecek, yerleşecek, sığınacak başka bir vatan olmadığını kanımızla, canımızla teyit ve tescil ettik. Tekrar hatırlatırım ki, bin yıldır üzerinde yaşadığımız bu coğrafya Türk vatanıdır.” diye konuştu.Bu vatanın gerçek sahibinin Türk milleti, bu ülkenin isminin Türkiye, devletinin ise Türkiye Cumhuriyeti olduğunu ifade eden Bahçeli, şöyle konuştu: “Türk milleti; bin yıllık kardeşlik bağlarının daha önceki asırlardaki hatıra ve mirasa eklemlenerek billurlaştığı kutlu varlığın adıdır. 96 yıl önce toplanan Büyük Millet Meclisi elbette farklı toplumsal kesimlerin temsiline dayanmıştı. İlk Meclis’in muhterem milletvekilleri her meslek, her çevre, her kökenden süzülüp gelmişler, bunu da hiç mesele yapmamışlardı. Çünkü hepsi vatanseverdi. Hepsi Türk milletinin kurtuluşunu hedeflemişti. İlk Meclis’te ilkel dürtüler, ilkesizliğin tortuları yoktu. İlk Meclis’te vesayete, himaye altına girmeye merak ve ilgi yoktu. İlk Meclis’te bağımlı ve tutsak yaşamaya tahammül hiç yoktu.”
İlk Meclisin egemenliğini, gücünü ve kudretini Türk milletinden aldığını vurgulayan Bahçeli, şöyle devam etti: “Emperyalist ve sömürgeci ahlaksızlığa karşı verdiği bağımsızlık savaşı bu nedenle meşrudur, kutludur, emsalsizdir. Büyük Millet Meclis’i milli mücadelenin ana karargahıydı. Büyük Millet Meclisi milli iradenin tecelli ettiği demokratik karar merkeziydi. O tarihlerde milli direnci kırmak, umutsuzluğu kabullendirmek için, tıpkı bugünlerde olduğu gibi, çok şey yazılmış, söylenmişti. Hükümetten Sevr’in şartlarını kabul etmesi isteniyordu. İşgalcilerin iyiliğimizi istedikleri yayılıyordu. Milli mücadeleyi yapanların, soyguncu ve yağmacı olduğu iddia ediliyordu. Ankara’nın Türkiye’yi felakete sürüklediği ifade ediliyordu. Avrupa ile başa çıkmayı asırlardan beri Asya’nın hangi kavmi başardı ki, biz başaralım diyenlerin sesi duyuluyordu. Ankara’daki adamlar ufak bir aşireti bile yönetemezler diyenlere rastlanıyordu. Milli mücadelenin macera olduğu, daha fazla devam edemeyeceği söyleniyordu. Mukadderatımızı Ankara’ya bırakmamalıyız diyenler bile çıkıyordu. Milli mücadele kahramanlarına goygoycu, haydut, hayalperest iftiraları atanlar olduğu gibi, memleketi tam bir çöküntüye götürdükleri uyduruluyordu. Mesela Edirne veya İzmir kurtulursa insanlığımızdan istifa ederiz sözü veren namertlere sık tesadüf ediliyordu. Sonunda, milli mücadeleye hazım ve tahammül zorluğu çeken mandacılar, köksüzler, yabancı beslemeleri 9 Eylül 1922 günü, Türk’ün bayramı manşetini atmaktan başka çare de bulamamışlardı. Milli Mücadele, Mondros’la başlayıp Lozan sonrasına kadar genişleyen uzun, yorucu ve kavurucu bir sürecin özetidir. İç ve dış birçok yönü vardır. Savaşlar bu sürecin yalnızca sıcak yanını oluşturmaktadır. ‘Türkiye’yi mahvedene kadar savaşacağız, Türkiye artık yoktur’ diyen sömürgeciler milli mücadeleyle durdurulmuş, bunun şeref payesi de öncelikle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin olmuştur. Ordular kuran, ordular yöneten, Türk milletinin egemenlik haklarını cansiperane temsil eden Meclisi’miz bu yüzden Gazi’dir ve bu unvana fedakârlıklarla layık bulunmuştur.”