Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli Partisinin Grup Toplantısında yaptığı konuşmada, "Kadına, kıza, küçücük çocuklara yönelik şiddet niçin bu denli yaygınlık kazanmıştır?" dedi.
MHP Lideri Bahçeli: Mersin’in Tarsus ilçesinde, 20 yaşındaki Özgecan'la ilgili konuşmasında "hepimizi derinden sarsmış, hepimizi hüzne boğmuştur. Soğukkanlı katiller, burada anlatmayacağım vahşilikle Özgecan’ın canını almış, henüz hayatının baharında aramızdan koparmışlardır.Bu cinayete yurt çapında büyük bir tepki gösterilmiş, milletimiz haklı ve meşru bir infialle caniyi, yardım ve yataklık yapan suç ortaklarını protesto etmiştir." dedi.
Yediden yetmişe herkesin Özgecan’a üzüldüğünü, Özgecan için ağladığını ifade ederek
"Bu elim ve kahredici cinayetten sonra, sormamız ve sorgulamamız gereken çok şey olduğu açıktır. Kadına, kıza, küçücük çocuklara yönelik şiddet niçin bu denli yaygınlık kazanmıştır?
Hiç kimse katil, terörist, ölüm makinesi olarak doğmayacağına göre, hayatın olağan akışı içinde masum bir bebekten azılı bir canavar haline dönüşmenin sırrı nedir? Sorun yetişme şartlarında mıdır? Yoksa eğitim, kültür ve toplumsal geleneklerde mi saklıdır? Eksik bırakılan, yerine getirilmeyen, ihmal edilen, hatta unutulan hangi terbiye ve ahlaki ödevlerdir?" diye sorgulayarak şöyle devam etti:
Konunun uzmanları, üniversitelerin ilgili bölümlerinde görev alan akademisyenler ve bilim insanları bugün konuşmayacak, bugün düşünmeyecek de ne zaman dile ve insafa geleceklerdir? Fertlerdeki psikolojik ve sosyolojik açmazların tahlili, şiddeti doğuran sosyal ve siyasal iklimin analizi isabetle yapılmadan yasa çıkarılsa da anlamı olmayacak, idam cezası getirilse de şiddet durmayacaktır.
2008 yılında, gelinlikle dünya turuna çıkan ve Gebze’de cesedi bulunan İtalyan sanatçının tecavüz edilip boğularak öldürülmesi sorarım sizlere, insanlıkla bağdaşmakta mıdır?
Erdoğan’ın 2009 yılında, Münevver Karabulut cinayetiyle ilgili “sınırsız, kontrolsüz bir ahlaki erozyonun olduğu yapılanma gerçekten bizi dertlendiriyor. Kendi başına bırakılan ya davulcuya ya zurnacıya” ifadeleri bugünkü duruş ve tutumuyla uyumlu mudur?
Ayrıca 2013 yılında, Nevşehir’in Göreme beldesinde 22 yaşındaki bir Japon kadın turistin öldürülmesi ve İstanbul Fatih’te tecavüz edilerek canı alınan ABD’li bir kadın henüz akıllardan çıkmamıştır.
Ülkemize misafir gelen bu kadınların saldırı ve cinayetlere kurban gitmesi ülke imajını, milletimizin saygınlığını maalesef ki zedelemiştir.Gazetelerin üçüncü sayfaları kandan, kundaklamadan, taciz ve tecavüz haberlerinden geçilmemektedir.
Kadına şiddet facia ve felaket ötesidir.
Son 10 yılda 7 bin 122 kadın farklı nedenlerle katledilmiş, 5 bine yakın kadın da ne acıdır ki tecavüze uğramıştır. 2008’den bu tarafa kadın cinayetleri, lütfen dikkat buyurunuz, yüzde bin 400 çoğalmıştır. Nitekim bu rakamlar sözün bittiğine apaçık işarettir. Bu çerçevede, 2014’de 294, sadece bu yılın Ocak ayında 20 kadın hayata veda etmiştir.
Burada şiddet istatistiklerini daha da fazlalaştırıp sabrınızı zorlamak istemiyorum. Fakat şunu özellikle bilmenizi temenni ediyorum ki, dökülen kadın kanı, alınan kadın canı medeni toplum iddialarını hepten çürütmektedir. Şimdiye kadar kadına şiddeti engellemek amacıyla kanun çıkartılmış, ancak bir netice doğurmamıştır.
Toplumsal bilinçlenmeyi arttırmak için kampanyalar tertip edilmiş, toplantılar, paneller, organizasyonlar düzenlenmiş, raporlar hazırlanmış, teessüfle söylemek istiyorum ki bir faydası dokunmamıştır.Yine taciz, yine tecavüz, yine ölüm ve saldırı vakaları almış başını yürümüştür. Kadına uzanan ellerin kırılmasını her defasında söyledik, bunun yanı sıra Başbakan’da dillendirmiş, herkes, her kesim bu kararlılıkta olmuştur.Ancak cinayetlerin önüne geçilememiş, saldırıların arkası kesilmemiştir.
Peki, vahşet ve şiddet dili niçin bu kadar hâkimdir?
Kusur kimde, yanlış ve zafiyet nerededir?
Bir defa şunu kabul edelim ki, toplumlar için büyük tehlike geçiş dönemlerinde dengeyi kaybetmektir. Türkiye’nin en temel sorunu sosyal ve siyasal dengesini yitirdiğinden üst üste tökezlemesidir.
İlave olarak iddialı değişim sloganları tarihi ve kültürel tecrübeyle desteklenmediği, sosyal zeminde karşılık bulmadığı zamanlarda anlam bunalımı, maneviyat krizleri, ahlaki çöküşler ortaya çıkmaktadır. Hukuk askıda, adalet kenarda ise suç ve suçlu sayısı patlamaktadır.
Toplumsal adalet duygusu göçtüğü anda, yaptırım ve cezalandırma sistemi alabora olduğu takdirde şiddet egemen olmaktadır.
Şimdi herkes idam cezasının tekrar getirilmesiyle ilgili yorum yapmakta, bu konuda iktidar partisi de başı çekmektedir. AKP toplumsal tepkiyi eritmek, yükselen itirazları emmek için idam tartışmalarının önünü açmaktadır.
Burada çok ciddi bir samimiyet noksanlığı olduğu nettir. Madem idam cezasına ihtiyaç vardır, madem katillerin hak ettiğini bulması istenmektedir; o zaman AKP’nin önüne geçen, engel çıkaran, elini tutan da yoktur, olmayacaktır. İktidarın karanlıktan el sallaması bize göre amaç ve niyetini gizleyemeye yetmeyecektir. Başbakan ve partisine sesleniyorum; hadi buyurun, idam cezasıyla ilgili düzenlemeyi hemen hazırlayın ve hemen harekete geçin de ne kadar dürüst ve sözünüzün eri olduğunuzu görelim. Yürürlükteki hukuk mevzuatında insan öldürenlere, en bayağı ve mide bulandırıcı suçları işleyenlere gerekli ağır cezalar öngörülmüş, kural ve hükme bağlanmıştır.
Mesele hukuku doğru ve vicdanlara uygun tatbik etmektir.
Suçla mücadele için önce suçu doğuran, bir kişiyi suça iten sosyal, siyasal, psikolojik ve ekonomik kompozisyonu iyi okumak, iyi değerlendirmek zorunluluğu vardır. Eğer suçu imal eden ana kaynak kurutulmazsa, istediğiniz kadar darağacı kurun, istediğiniz kadar ceza yağdırın; ne yazık ki makus ve acı verici vakalardan kurtulma şansınız olmayacaktır. Tarih bize gösteriyor ki, toplumsal karışıklıkların, cinnet ve cinayete kadar varan hadiselerin, suç ve suçludaki artışın sütre gerisinde ana dinamik olarak adaletsizlik, eşitsizlik ve cehalet yatmaktadır.
16 ve 17. yüzyılda Anadolu’da baş gösteren vahim olayların, adına celali isyanları denen toplumsal yıkımın sosyal ve ekonomik dengesizlikten nemalandığı kuşkusuzdur. Gözünü kan bürümüş suhteler, ipini koparmış asker ve sefer kaçakları, dağları mesken tutmuş çeteler, etrafta kol gezen eşkıyalar, yol kesen, tecavüz eden, insan öldüren, köy basan haydutlar esasen basit adli vakıalar olmayıp sistemik bir problemin eseridir.Bugün yaşadığımız tramvalar bazı noktalarda düne benzemekte, geçmişi andırmaktadır.
Bir yanda kadına ikinci sınıf insan muamelesi yapıp eşitliği yok saymak, diğer yanda kadını sadece çocuk doğuran bir göreve indirgemek şiddeti alttan alta beslemektedir. Bir yanda alenen suç işleyip diğer yanda mahkemeleri darbeci, paralel, milli irade düşmanı olarak göstermek; dahası yandaş ve siyasileşmiş yargı kurmak adalete güveni sekteye uğratmakta, hukukun yaptırım gücünü aşındırmaktadır.
Hırsızlık yapan, hainlik eden güçlü ve arkasını iktidara dayamış yandaşsa dışarıda gezmekte, suçlu sıradan bir kişi ise doğrudan cezaevini boylamaktadır. Sağlıksız sosyal değişme, yönsüz, ilkesiz, ahlaksız ve gayri milli siyasal önermeler insanımızın kafasını karıştırmakta, kuralsızlık ve hukuksuzluğu tahrik etmektedir.
Totaliter heveslere kapılmış malum simaların tahakküm hırs ve açlığı, aynı zamanda cepheleşmeyi özendiren şiddet üslubu bir bakıma canilere moral aşılamaktadır. Sosyal değişme, nereden geliyoruz, nereye gidiyoruz arayışının niçin ve nasıl sorularıyla genişletilmesidir. Ve tarihi mirasın şuurumuzda formüle edilmesidir. AKP Hükümeti, sosyal değişmeyi milli ve manevi gerçeklere müzahir olacak şekilde bina edememiş, siyasal dengeyi bozmuş, ekonomik yapıyı kötürüm bırakmıştır. Bu itibarla toplum şiddete teslim olmuştur.
Erdoğan’ın kavgacı tutumu, kanun tanımaz tavrı, hukuken sübut bulmuş suçları dahi siyaseten karalaması bir süre sonra ters tepmiş, ortaya çıkan sosyal fatura iyice kabarmıştır.
Meksika’da, cinayete kurban giden üç Suriyeli Türkmen kardeşimiz için haklı olarak Obama’ya seslenen ve ‘neredesin Başkan’ diye soran Cumhurbaşkanı’na, bizim de ‘nereye kadar sürecek bu zulmün Erdoğan’ diye sormak en tabii hakkımızdır. Bize göre, özünde zalim olanların, zulmü felsefe haline getirenlerin akıl yoluyla insani davranmaları dün mümkün olmamıştır, yarın da olmayacaktır.
Yeni Özgecanların olmaması, yeni dehşet verici cinayetlerin yaşanmaması için herkes, bilhassa Hükümet sorumluluk bilinciyle hareket etmeli, ayırıcı ve kutuplaştırıcı siyasal dilini acilen kesmelidir. Toplumun içinde bulunduğu genel ve şiddetli dalgalanmanın hızla ürettiği genel cinnet hali önlenemezse, Türkiye üçüncü dünya ülkeleri klasmanına düşecek ve içe kapanacaktır. Bu durumda demokrasi yaşayamaz, milli birlik ve kardeşlik soluk alamaz, ülkemiz ayakta ve bağımsız kalamaz. Bu yakın tehlike Erdoğan için önemli olmayabilir, Davutoğlu için kayda değer görülmeyebilir. Fertten cemiyete, aileden millete giden sosyolojik zincirin düzen ve dengesi için her fedakârlığı yapar, her taşın altına da elimizi koymaktan çekinmeyiz. Bundan aziz milletimiz emin olmalı, tüm vatandaşlarımız Milliyetçi Hareket Partisi’ne güvenmelidir.
MHP Lideri Bahçeli: Mersin’in Tarsus ilçesinde, 20 yaşındaki Özgecan'la ilgili konuşmasında "hepimizi derinden sarsmış, hepimizi hüzne boğmuştur. Soğukkanlı katiller, burada anlatmayacağım vahşilikle Özgecan’ın canını almış, henüz hayatının baharında aramızdan koparmışlardır.Bu cinayete yurt çapında büyük bir tepki gösterilmiş, milletimiz haklı ve meşru bir infialle caniyi, yardım ve yataklık yapan suç ortaklarını protesto etmiştir." dedi.
Yediden yetmişe herkesin Özgecan’a üzüldüğünü, Özgecan için ağladığını ifade ederek
"Bu elim ve kahredici cinayetten sonra, sormamız ve sorgulamamız gereken çok şey olduğu açıktır. Kadına, kıza, küçücük çocuklara yönelik şiddet niçin bu denli yaygınlık kazanmıştır?
Hiç kimse katil, terörist, ölüm makinesi olarak doğmayacağına göre, hayatın olağan akışı içinde masum bir bebekten azılı bir canavar haline dönüşmenin sırrı nedir? Sorun yetişme şartlarında mıdır? Yoksa eğitim, kültür ve toplumsal geleneklerde mi saklıdır? Eksik bırakılan, yerine getirilmeyen, ihmal edilen, hatta unutulan hangi terbiye ve ahlaki ödevlerdir?" diye sorgulayarak şöyle devam etti:
Konunun uzmanları, üniversitelerin ilgili bölümlerinde görev alan akademisyenler ve bilim insanları bugün konuşmayacak, bugün düşünmeyecek de ne zaman dile ve insafa geleceklerdir? Fertlerdeki psikolojik ve sosyolojik açmazların tahlili, şiddeti doğuran sosyal ve siyasal iklimin analizi isabetle yapılmadan yasa çıkarılsa da anlamı olmayacak, idam cezası getirilse de şiddet durmayacaktır.
2008 yılında, gelinlikle dünya turuna çıkan ve Gebze’de cesedi bulunan İtalyan sanatçının tecavüz edilip boğularak öldürülmesi sorarım sizlere, insanlıkla bağdaşmakta mıdır?
Erdoğan’ın 2009 yılında, Münevver Karabulut cinayetiyle ilgili “sınırsız, kontrolsüz bir ahlaki erozyonun olduğu yapılanma gerçekten bizi dertlendiriyor. Kendi başına bırakılan ya davulcuya ya zurnacıya” ifadeleri bugünkü duruş ve tutumuyla uyumlu mudur?
Ayrıca 2013 yılında, Nevşehir’in Göreme beldesinde 22 yaşındaki bir Japon kadın turistin öldürülmesi ve İstanbul Fatih’te tecavüz edilerek canı alınan ABD’li bir kadın henüz akıllardan çıkmamıştır.
Ülkemize misafir gelen bu kadınların saldırı ve cinayetlere kurban gitmesi ülke imajını, milletimizin saygınlığını maalesef ki zedelemiştir.Gazetelerin üçüncü sayfaları kandan, kundaklamadan, taciz ve tecavüz haberlerinden geçilmemektedir.
Kadına şiddet facia ve felaket ötesidir.
Son 10 yılda 7 bin 122 kadın farklı nedenlerle katledilmiş, 5 bine yakın kadın da ne acıdır ki tecavüze uğramıştır. 2008’den bu tarafa kadın cinayetleri, lütfen dikkat buyurunuz, yüzde bin 400 çoğalmıştır. Nitekim bu rakamlar sözün bittiğine apaçık işarettir. Bu çerçevede, 2014’de 294, sadece bu yılın Ocak ayında 20 kadın hayata veda etmiştir.
Burada şiddet istatistiklerini daha da fazlalaştırıp sabrınızı zorlamak istemiyorum. Fakat şunu özellikle bilmenizi temenni ediyorum ki, dökülen kadın kanı, alınan kadın canı medeni toplum iddialarını hepten çürütmektedir. Şimdiye kadar kadına şiddeti engellemek amacıyla kanun çıkartılmış, ancak bir netice doğurmamıştır.
Toplumsal bilinçlenmeyi arttırmak için kampanyalar tertip edilmiş, toplantılar, paneller, organizasyonlar düzenlenmiş, raporlar hazırlanmış, teessüfle söylemek istiyorum ki bir faydası dokunmamıştır.Yine taciz, yine tecavüz, yine ölüm ve saldırı vakaları almış başını yürümüştür. Kadına uzanan ellerin kırılmasını her defasında söyledik, bunun yanı sıra Başbakan’da dillendirmiş, herkes, her kesim bu kararlılıkta olmuştur.Ancak cinayetlerin önüne geçilememiş, saldırıların arkası kesilmemiştir.
Peki, vahşet ve şiddet dili niçin bu kadar hâkimdir?
Kusur kimde, yanlış ve zafiyet nerededir?
Bir defa şunu kabul edelim ki, toplumlar için büyük tehlike geçiş dönemlerinde dengeyi kaybetmektir. Türkiye’nin en temel sorunu sosyal ve siyasal dengesini yitirdiğinden üst üste tökezlemesidir.
İlave olarak iddialı değişim sloganları tarihi ve kültürel tecrübeyle desteklenmediği, sosyal zeminde karşılık bulmadığı zamanlarda anlam bunalımı, maneviyat krizleri, ahlaki çöküşler ortaya çıkmaktadır. Hukuk askıda, adalet kenarda ise suç ve suçlu sayısı patlamaktadır.
Toplumsal adalet duygusu göçtüğü anda, yaptırım ve cezalandırma sistemi alabora olduğu takdirde şiddet egemen olmaktadır.
Şimdi herkes idam cezasının tekrar getirilmesiyle ilgili yorum yapmakta, bu konuda iktidar partisi de başı çekmektedir. AKP toplumsal tepkiyi eritmek, yükselen itirazları emmek için idam tartışmalarının önünü açmaktadır.
Burada çok ciddi bir samimiyet noksanlığı olduğu nettir. Madem idam cezasına ihtiyaç vardır, madem katillerin hak ettiğini bulması istenmektedir; o zaman AKP’nin önüne geçen, engel çıkaran, elini tutan da yoktur, olmayacaktır. İktidarın karanlıktan el sallaması bize göre amaç ve niyetini gizleyemeye yetmeyecektir. Başbakan ve partisine sesleniyorum; hadi buyurun, idam cezasıyla ilgili düzenlemeyi hemen hazırlayın ve hemen harekete geçin de ne kadar dürüst ve sözünüzün eri olduğunuzu görelim. Yürürlükteki hukuk mevzuatında insan öldürenlere, en bayağı ve mide bulandırıcı suçları işleyenlere gerekli ağır cezalar öngörülmüş, kural ve hükme bağlanmıştır.
Mesele hukuku doğru ve vicdanlara uygun tatbik etmektir.
Suçla mücadele için önce suçu doğuran, bir kişiyi suça iten sosyal, siyasal, psikolojik ve ekonomik kompozisyonu iyi okumak, iyi değerlendirmek zorunluluğu vardır. Eğer suçu imal eden ana kaynak kurutulmazsa, istediğiniz kadar darağacı kurun, istediğiniz kadar ceza yağdırın; ne yazık ki makus ve acı verici vakalardan kurtulma şansınız olmayacaktır. Tarih bize gösteriyor ki, toplumsal karışıklıkların, cinnet ve cinayete kadar varan hadiselerin, suç ve suçludaki artışın sütre gerisinde ana dinamik olarak adaletsizlik, eşitsizlik ve cehalet yatmaktadır.
16 ve 17. yüzyılda Anadolu’da baş gösteren vahim olayların, adına celali isyanları denen toplumsal yıkımın sosyal ve ekonomik dengesizlikten nemalandığı kuşkusuzdur. Gözünü kan bürümüş suhteler, ipini koparmış asker ve sefer kaçakları, dağları mesken tutmuş çeteler, etrafta kol gezen eşkıyalar, yol kesen, tecavüz eden, insan öldüren, köy basan haydutlar esasen basit adli vakıalar olmayıp sistemik bir problemin eseridir.Bugün yaşadığımız tramvalar bazı noktalarda düne benzemekte, geçmişi andırmaktadır.
Bir yanda kadına ikinci sınıf insan muamelesi yapıp eşitliği yok saymak, diğer yanda kadını sadece çocuk doğuran bir göreve indirgemek şiddeti alttan alta beslemektedir. Bir yanda alenen suç işleyip diğer yanda mahkemeleri darbeci, paralel, milli irade düşmanı olarak göstermek; dahası yandaş ve siyasileşmiş yargı kurmak adalete güveni sekteye uğratmakta, hukukun yaptırım gücünü aşındırmaktadır.
Hırsızlık yapan, hainlik eden güçlü ve arkasını iktidara dayamış yandaşsa dışarıda gezmekte, suçlu sıradan bir kişi ise doğrudan cezaevini boylamaktadır. Sağlıksız sosyal değişme, yönsüz, ilkesiz, ahlaksız ve gayri milli siyasal önermeler insanımızın kafasını karıştırmakta, kuralsızlık ve hukuksuzluğu tahrik etmektedir.
Totaliter heveslere kapılmış malum simaların tahakküm hırs ve açlığı, aynı zamanda cepheleşmeyi özendiren şiddet üslubu bir bakıma canilere moral aşılamaktadır. Sosyal değişme, nereden geliyoruz, nereye gidiyoruz arayışının niçin ve nasıl sorularıyla genişletilmesidir. Ve tarihi mirasın şuurumuzda formüle edilmesidir. AKP Hükümeti, sosyal değişmeyi milli ve manevi gerçeklere müzahir olacak şekilde bina edememiş, siyasal dengeyi bozmuş, ekonomik yapıyı kötürüm bırakmıştır. Bu itibarla toplum şiddete teslim olmuştur.
Erdoğan’ın kavgacı tutumu, kanun tanımaz tavrı, hukuken sübut bulmuş suçları dahi siyaseten karalaması bir süre sonra ters tepmiş, ortaya çıkan sosyal fatura iyice kabarmıştır.
Meksika’da, cinayete kurban giden üç Suriyeli Türkmen kardeşimiz için haklı olarak Obama’ya seslenen ve ‘neredesin Başkan’ diye soran Cumhurbaşkanı’na, bizim de ‘nereye kadar sürecek bu zulmün Erdoğan’ diye sormak en tabii hakkımızdır. Bize göre, özünde zalim olanların, zulmü felsefe haline getirenlerin akıl yoluyla insani davranmaları dün mümkün olmamıştır, yarın da olmayacaktır.
Yeni Özgecanların olmaması, yeni dehşet verici cinayetlerin yaşanmaması için herkes, bilhassa Hükümet sorumluluk bilinciyle hareket etmeli, ayırıcı ve kutuplaştırıcı siyasal dilini acilen kesmelidir. Toplumun içinde bulunduğu genel ve şiddetli dalgalanmanın hızla ürettiği genel cinnet hali önlenemezse, Türkiye üçüncü dünya ülkeleri klasmanına düşecek ve içe kapanacaktır. Bu durumda demokrasi yaşayamaz, milli birlik ve kardeşlik soluk alamaz, ülkemiz ayakta ve bağımsız kalamaz. Bu yakın tehlike Erdoğan için önemli olmayabilir, Davutoğlu için kayda değer görülmeyebilir. Fertten cemiyete, aileden millete giden sosyolojik zincirin düzen ve dengesi için her fedakârlığı yapar, her taşın altına da elimizi koymaktan çekinmeyiz. Bundan aziz milletimiz emin olmalı, tüm vatandaşlarımız Milliyetçi Hareket Partisi’ne güvenmelidir.