TBMM Gurup Toplantısında konuşan Devlet Bahçeli; yoğun ve çalkantılı bir gündemin ortasında yine sorunlarla çevrelenmiş, krizlerle perçinlenmiş bir ülke tablosunun içinde bulunan Türkiye’nin yakın tarihinin en kaotik döneminden geçtiğini belirtti.
Milletvekili Genel Seçimi yapılmış ve yeni bir hükümet kurulmuş olmasına rağmen siların durulmadığını kaosun durmadığına dikkat çeken Bahçeli: “ Kaygımız bundan sonraki süreç ve seyrin daha da buhranlı ve karmaşık olacağı yönündedir.Ülke adına ümitvar olmamızı gerektirecek hiçbir emare ve gelişme de görülmemektedir. Türkiye stratejik bir kilitlenmenin, vahim bir savrulmanın ara istasyonundadır. Hem iç hem de dış politika alanında tansiyon şiddetle artmaktadır.”dedi.
Devlet Bahçeli’nin şöyle konuştu:
Türkiye kısa süreyle üst üste iki seçim yaşamak zorunda bırakılmıştır.Esasen bu somut siyasi durum normal olmayan, aklı başında ve sağduyulu hiç kimsenin tasvip etmediği bir neticedir.
64.HÜKÜMET HAYIRLI OLSUN
Yıllarca demokratik teamül ve kurallar açıkça, kasten ihlal edilmiştir. Demokrasi yalnızca sözde ve söylemde hatırlanan, ne var ki ihtiva ettiği değerleri sistemli olarak sabote edilen yaralı bir kavrama dönüştürülmüştür.İleri demokrasi vaadi ilkel bir demokrasi gerçeğine kılavuzluk ve kuluçka işlevi görmüştür.Demokratik kültürdeki yozlaşmalar, milli iradeyi çarpıtma ve karartma yanlışları Türkiye’nin sırtındaki kamburları çoğaltmış ve çeşitlendirmiştir. AKP’nin dördüncü kez daha tek başına iktidar vizesi alması karşımızda enkaz yığını gibi duran 13 yıllık bozuk sicili değiştiremeyecek, üstelik maruz ve meşru gösteremeyecektir.Malumlarınız olacağı gibi 64. Cumhuriyet Hükümeti geçtiğimiz 24 Kasım günü kurulmuştur.
BİZ DAVUTOĞLU'NDAN ÇOK ŞEY BEKLİYORUZ
Hükümetin Türkiye’ye hayırlı olmasını temenni ediyor, icraatlarını titizlikle izleyeceğimizi, vaatlerini gerçekleştirme konusunda hangi adımları atıp atmayacağını etkili şekilde takip edeceğimizi muhataplarının bilmesini istiyorum.
Ülkemizin acil çözüm bekleyen onca meselesi, ağırlaşmış onca siyasi ve ekonomik konu başlıkları vardır. Bu yüzden ne Erdoğan’ın ne de Davutoğlu’nun sığınacağı, saklanacağı ve ileri süreceği herhangi bir mazeret kalmamıştır. 64. Cumhuriyet Hükümeti geride kalan AKP’li iktidar yıllarının bir devamı, gaflet ve kötürüm politikalarının bir parçası olduğu müddetçe Türkiye’nin inişi, sert düşüşü durmayacaktır. Gelişmeler Başbakan Davutoğlu’nun ıslah olduğunu, yaşananlardan pişmanlık duyduğunu göstermekten son derece uzaktır.
Eminim ki, AKP’ye oy veren kardeşlerim, AKP’nin vicdanına güvendiğim milletvekilleri bunları enine boyuna değerlendireceklerdir. 64. Hükümetle birlikte yüzdeciler, havuzcular, devlet ihalesinden geçinen işadamı görünümlü yandaş çevreler tekrar umutlanmış, tekrar koltuk sahibi olmuşlardır. 64. Hükümetle birlikte allame damatlar Türkiye’yi enerji cenneti yapmak için bakanlık makamına oturtulmuşlardır. Bakir petrol kuyularını açacak olan, çıkarılmayı bekleyen doğal gaz kaynaklarını arayıp bulmayı kafaya takan parlak yüzler enerji de sanıyorum devrim yapacaklardır. Nasılsa devir evlatlar, damatlar, dünürler, hısımlar, yandaşlar devridir.
Nasılsa içecek çay parası olmayan mağdur vatandaşlarımız, çalışacak işi olmayan mazlum insanlarımız, yiyecek ekmeği, giyecek elbisesi bulunmayan mahzun kardeşlerimiz saraya can ve kan takviyesi yapmaktadır. Nasılsa yalan devleşmiş, aldatma derinleşmiştir. Davutoğlu’nun mutluluğu gözlerinden okunmaktadır. Zannederim kendi koltuğunu korumuş olmanın, son ana kadar şüpheli olan Başbakanlık görevine yeniden atanmanın huzur ve gururu her halinden bellidir. Davutoğlu şimdilik yakayı kurtarmış, şimdilik saray türbülansından kurtulmayı bilmiş ve 64. Cumhuriyet Hükümeti’ni kurmayı başarmıştır. Bu maharet ve meziyet şüphe etmeyiniz ki takdire ve alkışa layıktır.
Biz Davutoğlu’ndan çok şey bekliyoruz. Biz 64. Cumhuriyet Hükümeti’nin durmadan, duraksamadan, durgunluğa prim vermeden yoluna devam etmesini arzuluyoruz. Rüşvete, yolsuzluğa, yoksulluğa itiraz eden yoktur. O halde durmak yok yola devam diyoruz. Soyguna, soysuzluğa, soytarılığın güçlenmesine karşı çıkan yoktur. O halde durmak yok aynen yola devamını bekliyoruz. Zillet serisini, rezalet zincirini ve hıyanet emellerini kafaya takan yoktur. O halde aman durulmasın diyoruz, ham hayallerin gerçekleşmesi için ne gerekiyorsa yapılmasını tavsiye ediyoruz.
Yüzde 49,5 oy almış bir partinin genel başkanı olarak Davutoğlu’nun irade devrini tamamıyla yaparak saraya daha da tutunmasını, hatta saraydan hiç çıkmamasını istiyoruz. İşin şakası bir yana, biz ne söylersek söyleyelim bunlar bildiğini okuyacaktır.Türk milletinin özlem ve ihtiyacı ne olursa olsun, bunların aklında bir tek sarayın lüks tutkusunu ve totaliter iştahını doyurma bulunacaktır. Başbakan Davutoğlu 6 temel alanda reformların yoğunlaştırılacağını söylemektedir.
Bunlar sırasıyla;
√ Demokratikleşme ve adalet,
√ Eğitim,
√ Kamu yönetimi,
√ Kamu maliyesi,
√ Reel ekonomide köklü değişim,
√ Öncelikli dönüşüm programlarıdır.
Dikkat buyurunuz, iktidarda 14.yılına girmiş bir parti hala başarısızlığına kılıf dikmenin telaşındadır. Hala ipe un sermekte, hala boşa kürek çekmektedir. AKP’nin yırtıkları büyük, açıkları kocamandır. Hiçbir yama, hiçbir önlem bu yırtık ve söküğü kapamaya yetmeyecektir.
Eğitim, kamu yönetimi ve kamu maliyesi alanlarındaki zaaf ve zedelenmelerin çok kritik seviyelere geldiğini biliyor, görüyoruz. Reel ekonomi bırakınız reformu, sorun yumağı, sorun küpü olmuştur. Demokratikleşme ve adalet konusunda reform yapılmamıştır ki, bu alanda yoğunlaşma sağlansın. AKP döneminde demokratikleşme kızağa alınmış, adalet ise ayakkabı kutularına kilitlenmiş, 17-25 Aralık mahzenine kapatılmıştır.
Demokratikleşme diyen iktidarın yönettiği ülkeye bakınız ki, Adana’da kime gittiği belli olmayan MİT tırlarını manşete taşıdıkları gerekçesiyle gazeteciler demir parmaklıkları boylamışlardır.
Bazı asker şahsiyetler casusluk iddiasıyla tutuklanmıştır.
Bu tırların içinde “Silah olsa ne olur olmasa ne olur” sözleriyle herkese meydan okuyan, “Yanına bırakmam” tehditleriyle gazetecileri hedef gösteren bir zihniyetin hâkim olduğu ülkede demokratikleşme iddiaları, Cibali Karakolu’ndaki Başkomiser Cafer’in gayri meşru ilişkilerinde kendisini Necip Zoka olarak tanıtma kurnazlığına tıpa tıp benzemektedir. Bu kadar ucuz, bu kadar da basittir. Davutoğlu’nun demokrasi anlayışı, demokratikleşme rezervi Erdoğan’ın icazet ve iznine matuftur. Her şey Erdoğan’ın iki dudağından çıkacak söze bağlıdır. Türkiye’nin geleceği, rejim ve sistemin akıbeti Erdoğan’ın keyfiliğine emanettir. Davutoğlu sandıktan çıkmıştır çıkmasına ama, saray kasırgasından, saray yörüngesine uydu gibi sabitlenmekten çıkamamış, çıkmaya da çalışmamıştır.
Diğer taraftan Başbakan 64. Hükümet Programı’nın insan onurunu esas aldığını söylemektedir. Merak ediyoruz hangi insan, hangi onurdur esas alınan? Onursuzluğun zirve yaptığı bir yönetim anlayışının onurlu davranması, onura atıf yapması hangi akla hizmet, hangi ahlaki temele dayanmaktadır? İnsan onurunun ayaklar altına alınıp lime lime edildiği AKP’nin hükümet yılları dışında ikinci bir dönem var mıdır? Milletvekili yeminini içlerine sindiremeyenler, Türkiye milleti diyenlerle can ciğer kuzu sarması olanlar onurlu olsa ne yazacak, olmasa ne yazacaktır.
İnsan onurunu konuşacaksak, insan onuruna sahip çıkacaksak Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencisi Fırat Yılmaz Çakıroğlu evladımızı 20 Şubat’ta katleden hainlere açık tavır gösterilmesini beklemek en doğal hakkımızdır.
Merhum şehidimize üniversitede yuvalanmış PKK’lı caniler acımadan saldırmıştır. Gencecik bir yavrumuz, henüz hayatının baharında bir kardeşimiz vücuduna aldığı bıçak darbeleriyle, emniyet ve fakülte dekanının ihmalleri sonucunda can vermiştir. Saldırıya onlarca PKK’lının katılmasına rağmen, geçen Perşembe günü başlayan mahkemede bir tek caninin tutuklu olması insanlık onurunun, adalet duygusunun neresiyle bağdaşmaktadır? Sayın Erdoğan, Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni’nin yanına bırakmıyorsun da, Fıratımızın katillerinin yanına bırakmayı, onların ellerini kollarını sallayarak gezmelerini nasıl onaylayabiliyorsun?
Sayın Davutoğlu, 7 Ekim 2014’de öldürülen Yasin Börü’ye sahip çıkıyorsun da Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nu niçin aklının ucuna bile getiremiyorsun? Nedir sizi engelleyen, nedir sizleri kin ve gareze havale eden? Görevini savsaklayan, odasından dışarı çıkmayan, yönetimi altındaki üniversiteyi PKK’ya adeta tapulayan söz konusu üniversitenin Rektörü iddianameye niçin dahil edilmemiştir? Bu mudur sizin insanlık onurundan anladığınız? Türk milletine küfür edenlerin, ihanet taarruzu yapanların ölüsünü dirisini öven, omurgasızlıkta rekorlara imza atan, hepsi birden şucu bucu olan aydın, yazar, akademisyen, artist, oyuncu olan zevat soruyorum sizlere; bir Ülkücü cinayete kurban gittiğinde ne hissediyorsunuz, oh be diyecek kadar da çukurlaşabiliyor musunuz?
Biliyorsunuz, 28 Kasım günü Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi uğradığı silahlı saldırıda öldürülmüş, iki polisimiz da şehit edilmiştir. Dün de Mardin’in Derik ilçesinde bir askeri araca roketatarlı saldırı düzenlenmiş bir Mehmetçiğimiz şehit olmuş, birisi de yaralanmıştır. Gerek Tahir Elçi’ye, gerekse de asker ve polislerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum. Şiddet kimden gelirse gelsin lanetliyorum.
Tahir Elçi’nin ölümüyle sonuçlanan menfur hadise failinin PKK olduğu güçlü bir ihtimal olarak karşımızdadır. Savcılar olay mahallinde güç bela ve aşırı güvenlik önlemleriyle inceleme yapmışlar, delil toplamışlardır. Diyarbakır’da Dört Ayaklı Minare’nin bulunduğu sokak girişinden Minare’ye kadar olan kısımda tespit edilen 83 parça kanıttan 43’ü olay yeri inceleme ekipleri tarafından muhafazaya alınmıştır. Devletin düştüğü içler acısı hal hepimizi kahretmektedir. Diyarbakır’da Cumhuriyet Savcıları görevlerini yapamayacak duruma geldilerse herkesin şapkasını önüne koyup düşünmesi gerekmektedir. Bir yanda barış hikayeleri yazıp, diğer yanda savaş tamtamları çalanları; bir yanda çözümü diline dolayıp diğer yanda katilinin sırtını sıvazlayanları ne Allah affedecek, ne de Türk milleti hoş görecektir. Dahası Tahir Elçi ismini duyunca timsah gözyaşları dökenler, şehit polisleri ağızlarına alacak şerefli duruşu gösteremeyecek kadar çürümüşlerdir.
Unutmayınız, Fırat’a kıyanlar, Türk devletine silah çeken canilerdir.
Terör hiçbir hedef gözetmeden, hiçbir acıma ve insani kaygı gütmeden öldürmekte, yok etmekte, Türkiye’nin kuyusunu kazmaktadır. Ve bunun da adına istikrar denilmektedir. Beyaz Toroslara davetiye çıkaran, teröristlerin hendeklere, barikatlara, sokak aralarına insanlık namusunu gömmelerini uzaktan uzağa izleyen Davutoğlu olan biteni nasıl karşılamaktadır? Hani 1 Kasım’da ülkeye huzur gelecek, kaos bitecek, istikrarsızlık bıçak gibi kesilecekti? Hani Türkiye kazanmış, Türk milleti galip gelmişti? Erdoğan değil miydi Türkiye uçurumdan döndü diyen? Davutoğlu değil miydi Türkiye’yi kimse tutamayacak diye atıp tutan? İnsanlık onuruymuş, 27 Kasım’da Boğaziçi Üniversitesi’nde PKK’nın sözde kuruluş yıldönümünü kutlayan şehir eşkıyalarına ses çıkarmamak nasıl bir onur halidir? Terörün belini doğrultmasına, bölücülüğün bilenmesine yardım ve yataklık etmek midir onurlu insan hedefi?
Bize göre, terörle mücadele edileceğini ilan edip eşzamanlı çözüm iradesinin sürdürüleceğini açıklamak, bunu da Hükümet Programı’na almak insanlık onurunu çiğneyenlere sunulmuş ödülden başka bir şey değildir. Türkiye bölünmüş, vatan yanmış, bin yıllık kardeşliğimiz ateşe verilmiş ne gam, ne fayda; Erdoğan ve Davutoğlu’nun gündem sıralamasında bunların esamisi okunmamaktadır. Erdoğan için başkanlık her şeyin ilacıdır.
Bu uğurda vazgeçemeyeceği hiçbir şey de yoktur.
Davutoğlu’nun görev süresi ise yeni anayasa, Türklüğün anayasadan çıkarılması, adem-i merkeziyetçi şarlatanlığın, yani federasyonun başkanlıkla birlikte inşasına kadar geçerlidir. Son olarak, Hükümet Programı’nda; şeffaflığın artan ve hesap verebilir yönetim anlayışıyla güçlendirileceği, her türlü yolsuzlukla mücadele kararlılığının sürdürüleceği söylenmektedir. Kanunsuzluğa gömülmüş, rüşvetçilerin denetim ve kontrolüne geçmiş bir siyasi anlayışın yolsuzlukla mücadeleden bahsetmesi kara mizahtır. Sayın Davutoğlu’na tavsiyem, yolsuzlukla mücadelede cesursa önce saraydan işe başlaması, sonra Bakanlar Kurulu’nda yan yana oturduğu bazı isimlere kadar aşama aşama halkayı genişletmesidir.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak, sorumlu ve milli muhalefetimizi korkusuzca sürdürecek, yanlışa yanlış, doğruya da doğru demekten vazgeçmeyeceğiz. Meclis’teki milletvekili sayımız ne olursa olsun, içeriden ve dışarıdan tasarlanarak tedavüle sokulan tahrikler, dedikodular, tezviratlar, bayat oyunlar hangi boyuta ulaşırsa ulaşsın, yolumuzdan dönmeden, inandıklarımızdan en küçük sapma göstermeden mücadelemizi inançla sürdüreceğiz.
Milletvekili Genel Seçimi yapılmış ve yeni bir hükümet kurulmuş olmasına rağmen siların durulmadığını kaosun durmadığına dikkat çeken Bahçeli: “ Kaygımız bundan sonraki süreç ve seyrin daha da buhranlı ve karmaşık olacağı yönündedir.Ülke adına ümitvar olmamızı gerektirecek hiçbir emare ve gelişme de görülmemektedir. Türkiye stratejik bir kilitlenmenin, vahim bir savrulmanın ara istasyonundadır. Hem iç hem de dış politika alanında tansiyon şiddetle artmaktadır.”dedi.
Devlet Bahçeli’nin şöyle konuştu:
Türkiye kısa süreyle üst üste iki seçim yaşamak zorunda bırakılmıştır.Esasen bu somut siyasi durum normal olmayan, aklı başında ve sağduyulu hiç kimsenin tasvip etmediği bir neticedir.
64.HÜKÜMET HAYIRLI OLSUN
Yıllarca demokratik teamül ve kurallar açıkça, kasten ihlal edilmiştir. Demokrasi yalnızca sözde ve söylemde hatırlanan, ne var ki ihtiva ettiği değerleri sistemli olarak sabote edilen yaralı bir kavrama dönüştürülmüştür.İleri demokrasi vaadi ilkel bir demokrasi gerçeğine kılavuzluk ve kuluçka işlevi görmüştür.Demokratik kültürdeki yozlaşmalar, milli iradeyi çarpıtma ve karartma yanlışları Türkiye’nin sırtındaki kamburları çoğaltmış ve çeşitlendirmiştir. AKP’nin dördüncü kez daha tek başına iktidar vizesi alması karşımızda enkaz yığını gibi duran 13 yıllık bozuk sicili değiştiremeyecek, üstelik maruz ve meşru gösteremeyecektir.Malumlarınız olacağı gibi 64. Cumhuriyet Hükümeti geçtiğimiz 24 Kasım günü kurulmuştur.
BİZ DAVUTOĞLU'NDAN ÇOK ŞEY BEKLİYORUZ
Hükümetin Türkiye’ye hayırlı olmasını temenni ediyor, icraatlarını titizlikle izleyeceğimizi, vaatlerini gerçekleştirme konusunda hangi adımları atıp atmayacağını etkili şekilde takip edeceğimizi muhataplarının bilmesini istiyorum.
Ülkemizin acil çözüm bekleyen onca meselesi, ağırlaşmış onca siyasi ve ekonomik konu başlıkları vardır. Bu yüzden ne Erdoğan’ın ne de Davutoğlu’nun sığınacağı, saklanacağı ve ileri süreceği herhangi bir mazeret kalmamıştır. 64. Cumhuriyet Hükümeti geride kalan AKP’li iktidar yıllarının bir devamı, gaflet ve kötürüm politikalarının bir parçası olduğu müddetçe Türkiye’nin inişi, sert düşüşü durmayacaktır. Gelişmeler Başbakan Davutoğlu’nun ıslah olduğunu, yaşananlardan pişmanlık duyduğunu göstermekten son derece uzaktır.
Eminim ki, AKP’ye oy veren kardeşlerim, AKP’nin vicdanına güvendiğim milletvekilleri bunları enine boyuna değerlendireceklerdir. 64. Hükümetle birlikte yüzdeciler, havuzcular, devlet ihalesinden geçinen işadamı görünümlü yandaş çevreler tekrar umutlanmış, tekrar koltuk sahibi olmuşlardır. 64. Hükümetle birlikte allame damatlar Türkiye’yi enerji cenneti yapmak için bakanlık makamına oturtulmuşlardır. Bakir petrol kuyularını açacak olan, çıkarılmayı bekleyen doğal gaz kaynaklarını arayıp bulmayı kafaya takan parlak yüzler enerji de sanıyorum devrim yapacaklardır. Nasılsa devir evlatlar, damatlar, dünürler, hısımlar, yandaşlar devridir.
Nasılsa içecek çay parası olmayan mağdur vatandaşlarımız, çalışacak işi olmayan mazlum insanlarımız, yiyecek ekmeği, giyecek elbisesi bulunmayan mahzun kardeşlerimiz saraya can ve kan takviyesi yapmaktadır. Nasılsa yalan devleşmiş, aldatma derinleşmiştir. Davutoğlu’nun mutluluğu gözlerinden okunmaktadır. Zannederim kendi koltuğunu korumuş olmanın, son ana kadar şüpheli olan Başbakanlık görevine yeniden atanmanın huzur ve gururu her halinden bellidir. Davutoğlu şimdilik yakayı kurtarmış, şimdilik saray türbülansından kurtulmayı bilmiş ve 64. Cumhuriyet Hükümeti’ni kurmayı başarmıştır. Bu maharet ve meziyet şüphe etmeyiniz ki takdire ve alkışa layıktır.
Biz Davutoğlu’ndan çok şey bekliyoruz. Biz 64. Cumhuriyet Hükümeti’nin durmadan, duraksamadan, durgunluğa prim vermeden yoluna devam etmesini arzuluyoruz. Rüşvete, yolsuzluğa, yoksulluğa itiraz eden yoktur. O halde durmak yok yola devam diyoruz. Soyguna, soysuzluğa, soytarılığın güçlenmesine karşı çıkan yoktur. O halde durmak yok aynen yola devamını bekliyoruz. Zillet serisini, rezalet zincirini ve hıyanet emellerini kafaya takan yoktur. O halde aman durulmasın diyoruz, ham hayallerin gerçekleşmesi için ne gerekiyorsa yapılmasını tavsiye ediyoruz.
Yüzde 49,5 oy almış bir partinin genel başkanı olarak Davutoğlu’nun irade devrini tamamıyla yaparak saraya daha da tutunmasını, hatta saraydan hiç çıkmamasını istiyoruz. İşin şakası bir yana, biz ne söylersek söyleyelim bunlar bildiğini okuyacaktır.Türk milletinin özlem ve ihtiyacı ne olursa olsun, bunların aklında bir tek sarayın lüks tutkusunu ve totaliter iştahını doyurma bulunacaktır. Başbakan Davutoğlu 6 temel alanda reformların yoğunlaştırılacağını söylemektedir.
Bunlar sırasıyla;
√ Demokratikleşme ve adalet,
√ Eğitim,
√ Kamu yönetimi,
√ Kamu maliyesi,
√ Reel ekonomide köklü değişim,
√ Öncelikli dönüşüm programlarıdır.
Dikkat buyurunuz, iktidarda 14.yılına girmiş bir parti hala başarısızlığına kılıf dikmenin telaşındadır. Hala ipe un sermekte, hala boşa kürek çekmektedir. AKP’nin yırtıkları büyük, açıkları kocamandır. Hiçbir yama, hiçbir önlem bu yırtık ve söküğü kapamaya yetmeyecektir.
Eğitim, kamu yönetimi ve kamu maliyesi alanlarındaki zaaf ve zedelenmelerin çok kritik seviyelere geldiğini biliyor, görüyoruz. Reel ekonomi bırakınız reformu, sorun yumağı, sorun küpü olmuştur. Demokratikleşme ve adalet konusunda reform yapılmamıştır ki, bu alanda yoğunlaşma sağlansın. AKP döneminde demokratikleşme kızağa alınmış, adalet ise ayakkabı kutularına kilitlenmiş, 17-25 Aralık mahzenine kapatılmıştır.
Demokratikleşme diyen iktidarın yönettiği ülkeye bakınız ki, Adana’da kime gittiği belli olmayan MİT tırlarını manşete taşıdıkları gerekçesiyle gazeteciler demir parmaklıkları boylamışlardır.
Bazı asker şahsiyetler casusluk iddiasıyla tutuklanmıştır.
Bu tırların içinde “Silah olsa ne olur olmasa ne olur” sözleriyle herkese meydan okuyan, “Yanına bırakmam” tehditleriyle gazetecileri hedef gösteren bir zihniyetin hâkim olduğu ülkede demokratikleşme iddiaları, Cibali Karakolu’ndaki Başkomiser Cafer’in gayri meşru ilişkilerinde kendisini Necip Zoka olarak tanıtma kurnazlığına tıpa tıp benzemektedir. Bu kadar ucuz, bu kadar da basittir. Davutoğlu’nun demokrasi anlayışı, demokratikleşme rezervi Erdoğan’ın icazet ve iznine matuftur. Her şey Erdoğan’ın iki dudağından çıkacak söze bağlıdır. Türkiye’nin geleceği, rejim ve sistemin akıbeti Erdoğan’ın keyfiliğine emanettir. Davutoğlu sandıktan çıkmıştır çıkmasına ama, saray kasırgasından, saray yörüngesine uydu gibi sabitlenmekten çıkamamış, çıkmaya da çalışmamıştır.
Diğer taraftan Başbakan 64. Hükümet Programı’nın insan onurunu esas aldığını söylemektedir. Merak ediyoruz hangi insan, hangi onurdur esas alınan? Onursuzluğun zirve yaptığı bir yönetim anlayışının onurlu davranması, onura atıf yapması hangi akla hizmet, hangi ahlaki temele dayanmaktadır? İnsan onurunun ayaklar altına alınıp lime lime edildiği AKP’nin hükümet yılları dışında ikinci bir dönem var mıdır? Milletvekili yeminini içlerine sindiremeyenler, Türkiye milleti diyenlerle can ciğer kuzu sarması olanlar onurlu olsa ne yazacak, olmasa ne yazacaktır.
İnsan onurunu konuşacaksak, insan onuruna sahip çıkacaksak Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencisi Fırat Yılmaz Çakıroğlu evladımızı 20 Şubat’ta katleden hainlere açık tavır gösterilmesini beklemek en doğal hakkımızdır.
Merhum şehidimize üniversitede yuvalanmış PKK’lı caniler acımadan saldırmıştır. Gencecik bir yavrumuz, henüz hayatının baharında bir kardeşimiz vücuduna aldığı bıçak darbeleriyle, emniyet ve fakülte dekanının ihmalleri sonucunda can vermiştir. Saldırıya onlarca PKK’lının katılmasına rağmen, geçen Perşembe günü başlayan mahkemede bir tek caninin tutuklu olması insanlık onurunun, adalet duygusunun neresiyle bağdaşmaktadır? Sayın Erdoğan, Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni’nin yanına bırakmıyorsun da, Fıratımızın katillerinin yanına bırakmayı, onların ellerini kollarını sallayarak gezmelerini nasıl onaylayabiliyorsun?
Sayın Davutoğlu, 7 Ekim 2014’de öldürülen Yasin Börü’ye sahip çıkıyorsun da Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nu niçin aklının ucuna bile getiremiyorsun? Nedir sizi engelleyen, nedir sizleri kin ve gareze havale eden? Görevini savsaklayan, odasından dışarı çıkmayan, yönetimi altındaki üniversiteyi PKK’ya adeta tapulayan söz konusu üniversitenin Rektörü iddianameye niçin dahil edilmemiştir? Bu mudur sizin insanlık onurundan anladığınız? Türk milletine küfür edenlerin, ihanet taarruzu yapanların ölüsünü dirisini öven, omurgasızlıkta rekorlara imza atan, hepsi birden şucu bucu olan aydın, yazar, akademisyen, artist, oyuncu olan zevat soruyorum sizlere; bir Ülkücü cinayete kurban gittiğinde ne hissediyorsunuz, oh be diyecek kadar da çukurlaşabiliyor musunuz?
Biliyorsunuz, 28 Kasım günü Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi uğradığı silahlı saldırıda öldürülmüş, iki polisimiz da şehit edilmiştir. Dün de Mardin’in Derik ilçesinde bir askeri araca roketatarlı saldırı düzenlenmiş bir Mehmetçiğimiz şehit olmuş, birisi de yaralanmıştır. Gerek Tahir Elçi’ye, gerekse de asker ve polislerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum. Şiddet kimden gelirse gelsin lanetliyorum.
Tahir Elçi’nin ölümüyle sonuçlanan menfur hadise failinin PKK olduğu güçlü bir ihtimal olarak karşımızdadır. Savcılar olay mahallinde güç bela ve aşırı güvenlik önlemleriyle inceleme yapmışlar, delil toplamışlardır. Diyarbakır’da Dört Ayaklı Minare’nin bulunduğu sokak girişinden Minare’ye kadar olan kısımda tespit edilen 83 parça kanıttan 43’ü olay yeri inceleme ekipleri tarafından muhafazaya alınmıştır. Devletin düştüğü içler acısı hal hepimizi kahretmektedir. Diyarbakır’da Cumhuriyet Savcıları görevlerini yapamayacak duruma geldilerse herkesin şapkasını önüne koyup düşünmesi gerekmektedir. Bir yanda barış hikayeleri yazıp, diğer yanda savaş tamtamları çalanları; bir yanda çözümü diline dolayıp diğer yanda katilinin sırtını sıvazlayanları ne Allah affedecek, ne de Türk milleti hoş görecektir. Dahası Tahir Elçi ismini duyunca timsah gözyaşları dökenler, şehit polisleri ağızlarına alacak şerefli duruşu gösteremeyecek kadar çürümüşlerdir.
Unutmayınız, Fırat’a kıyanlar, Türk devletine silah çeken canilerdir.
Terör hiçbir hedef gözetmeden, hiçbir acıma ve insani kaygı gütmeden öldürmekte, yok etmekte, Türkiye’nin kuyusunu kazmaktadır. Ve bunun da adına istikrar denilmektedir. Beyaz Toroslara davetiye çıkaran, teröristlerin hendeklere, barikatlara, sokak aralarına insanlık namusunu gömmelerini uzaktan uzağa izleyen Davutoğlu olan biteni nasıl karşılamaktadır? Hani 1 Kasım’da ülkeye huzur gelecek, kaos bitecek, istikrarsızlık bıçak gibi kesilecekti? Hani Türkiye kazanmış, Türk milleti galip gelmişti? Erdoğan değil miydi Türkiye uçurumdan döndü diyen? Davutoğlu değil miydi Türkiye’yi kimse tutamayacak diye atıp tutan? İnsanlık onuruymuş, 27 Kasım’da Boğaziçi Üniversitesi’nde PKK’nın sözde kuruluş yıldönümünü kutlayan şehir eşkıyalarına ses çıkarmamak nasıl bir onur halidir? Terörün belini doğrultmasına, bölücülüğün bilenmesine yardım ve yataklık etmek midir onurlu insan hedefi?
Bize göre, terörle mücadele edileceğini ilan edip eşzamanlı çözüm iradesinin sürdürüleceğini açıklamak, bunu da Hükümet Programı’na almak insanlık onurunu çiğneyenlere sunulmuş ödülden başka bir şey değildir. Türkiye bölünmüş, vatan yanmış, bin yıllık kardeşliğimiz ateşe verilmiş ne gam, ne fayda; Erdoğan ve Davutoğlu’nun gündem sıralamasında bunların esamisi okunmamaktadır. Erdoğan için başkanlık her şeyin ilacıdır.
Bu uğurda vazgeçemeyeceği hiçbir şey de yoktur.
Davutoğlu’nun görev süresi ise yeni anayasa, Türklüğün anayasadan çıkarılması, adem-i merkeziyetçi şarlatanlığın, yani federasyonun başkanlıkla birlikte inşasına kadar geçerlidir. Son olarak, Hükümet Programı’nda; şeffaflığın artan ve hesap verebilir yönetim anlayışıyla güçlendirileceği, her türlü yolsuzlukla mücadele kararlılığının sürdürüleceği söylenmektedir. Kanunsuzluğa gömülmüş, rüşvetçilerin denetim ve kontrolüne geçmiş bir siyasi anlayışın yolsuzlukla mücadeleden bahsetmesi kara mizahtır. Sayın Davutoğlu’na tavsiyem, yolsuzlukla mücadelede cesursa önce saraydan işe başlaması, sonra Bakanlar Kurulu’nda yan yana oturduğu bazı isimlere kadar aşama aşama halkayı genişletmesidir.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak, sorumlu ve milli muhalefetimizi korkusuzca sürdürecek, yanlışa yanlış, doğruya da doğru demekten vazgeçmeyeceğiz. Meclis’teki milletvekili sayımız ne olursa olsun, içeriden ve dışarıdan tasarlanarak tedavüle sokulan tahrikler, dedikodular, tezviratlar, bayat oyunlar hangi boyuta ulaşırsa ulaşsın, yolumuzdan dönmeden, inandıklarımızdan en küçük sapma göstermeden mücadelemizi inançla sürdüreceğiz.