Milliyetçi Hareket Partisi lideri Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu zor durumlardan bahsederek Başbakan Davutoğlu'nu eleştirdi.
Bahçeli; Türkiye ekonomik darboğaz yaşamaktadır.Vatandaşlarımızın borcu gırtlağa dayanmıştır.
Bahçeli; Türkiye ekonomik darboğaz yaşamaktadır.Vatandaşlarımızın borcu gırtlağa dayanmıştır.
Bu kapsamda Türkiye’nin kısa vadeli borcu 130 milyar dolara ulaşmıştır. Toplam dış borç 400 milyar dolar sınırını geçmiştir. Kredi kartı felaketi dar ve orta gelirli insanımızı vurmuştur.
Ekonominin çarkları paslanmış, üretim sistemi durmuştur. Ülkemizin ekonomik sıkıntısı, ekonomik darlığı dış kaynaklı değildir."dedi.
Devlet bahçeli konuşmasını şöyle devam ettirdi:
Devlet bahçeli konuşmasını şöyle devam ettirdi:
Bilhassa Avrupa, Japonya, Çin ve Rusya’daki durgunluk, bu ülkelerin büyüme oranlarındaki irtifa kaybı dolaylı yollardan Türkiye’yi etkilese de, karşılaştığımız sorunlar tamamen iktidarın aymazlığından, acziyetinden doğmuştur.
AKP Hükümeti 12 yılı heba etmiş, milletimizi boş sözlerle oyalamış, sanal başarı hikâyeleriyle vakit geçirmiştir.
Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarına çare üretilmemiştir.
Tasarruf oranındaki azalmalar önlenememiş, tüketim ve ithalata dayalı yapay büyüme oranlarına bel bağlanmıştır.
Makroekonomik göstergelerdeki bozulmalar olumsuzlukların hacim ve boyutunu gün yüzüne çıkarmıştır.
Mesela, enflasyon oranlarındaki fren tutmayan artışlar hayat pahalılığını teyit etmektedir.
TÜİK’in Ekim ayına ait verilerine göre, tüketici enflasyonu yüzde 1,90 yükselişle dokuz ayın en zirve noktasına çıkmış ve yıllık bazda yüzde 8,96 düzeyine tırmanmıştır.
129 gıda maddesiyle birlikte alkolsüz içeceklerin fiyatlarındaki yıllık artış ise yüzde 12,56’ya dayanmıştır.
Elektrik, doğal gaz ve ulaşım fiyatlarına yapılan zamlarla vatandaşlarımız zora ve çileye mecbur bırakılmıştır.
Dünyada gıda, emtia ve petrol fiyatları hızla düşerken; Türkiye’de son bir yıl içinde özellikle temel gıda maddelerinin yüzde 109 zamlanması tam bir garabettir.
Artan fiyatlar, yapılan zamlar can yakmaktadır.
Geçen ay domates zam rekoru kırmıştır.
Merkez Bankası devamlı surette enflasyon hedeflerini revize etmekte, inandırıcılığını, kredibilitesini zayıflatmaktadır.
Enflasyon hedefleri bir bir çarçur olmaktadır.
Orta Vadeli Program’da yüzde 9,4 olarak belirlenen enflasyonun bu noktada durmayacağı şimdiden bellidir.
Hükümetin önleyemediği tarımda ve sanayide kullanılan ithal girdi payının yanında, döviz fiyatlarının ve jeopolitik risklerin artması enflasyon canavarını beslemektedir.
Bunun doğal sonucu olarak vatandaşlarımız pazarda, markette, bakkalda ihtiyaçlarının daha azını almak zorundadır.
Büyüme oranındaki yavaşlama, sıkı para politikası mutfaklardaki yangını daha da körükleyecektir.
Sorun yapısaldır ve AKP’nin bunun üstesinden gelmeye ne mecali, ne hevesi, ne de heyecanı vardır.
Üretimdeki verimsizlikler, ithalata dayalı ekonomik sistem yatırımlara engel olacak, işsizlik musibetini yaygınlaştıracaktır.
Başbakan Davutoğlu’nun 6 Kasım’da büyük bir tantanayla açıkladığı “Ekonomide Yeni Eylem Programı” ise bir bakıma iktidarın 12 yıllık utanç ve tembellik beyanatıdır.
Davutoğlu’nun ilan ettiği 9 sektörel dönüşüm programı ve 417 eylem planı fiyasko olup hiçbir yaraya merhem olmayacaktır.
Hükümet 12 yıldır ne yapmış, ekonomik sefalete bu aziz milleti ne hakla muhatap etmiştir?
Başbakan sadece günü kurtarmak, bir şey yapılıyor izlenimi vermek için bildik ezberleri tekrarlamıştır.
Davutoğlu ithalata olan bağımlılığı azaltacağız demektedir, oysaki 12 yıldır varını yoğunu ithalata bağlayan iktidarın bizzat AKP olduğunu itiraf edememektedir.
Davutoğlu gerçekten biliyorsa söylesin, nasıl bir mucize tasarlamaktadır?
Üretime soğuk ve mesafeli bir ekonomik yapıyı ithalatın dar ve köhne kalıplarından hangi parlak yöntemlerle uzak tutacaktır?
Girdi Tedarik Stratejisini güncellemekle ithalat mı azalacaktır?
Madenciliği Türkiye içinde bir faaliyet alanı olmaktan çıkarmakla ithalat bağımlılığı mı düşecektir?
Sayın Davutoğlu, madenciliği yurt dışına taşımayı bırakın da, Ermenek’te 29 Ekim’den bu tarafa toprak altında bulunan 16 madencimize ulaşmak için çabalayın.
Yurt dışına madenciliği götürme fikriyle değil ölüm saçan madenlere kafa yorun, bununla ilgilenin.
Davutoğlu, demir-çelik sektörünün hurda girdisine bağımlığını azaltacaklarını, inorganik kimya, biyoyakıt, alternatif kompozit malzemeler gibi alanlarda Ar-Ge faaliyetlerini teşvik edeceklerini söylemektedir.
Yani bunlar olunca ithalat düşecek midir?
Başbakan havanda su dövmektedir.
Kendisi ya kandırılmış, ya da bile bile milletimizi kandırmaya kalkışmıştır.
Başbakan bizzat şahsının da sorguladığı, ülkemizin 1 kilogramlık ihracat karşılığında 1,6 dolar, Almanya’nın ise aynı miktar üzerinden 4,5 dolar kazanmasını etraflıca düşünmelidir.
Davutoğlu, Türkiye’yi köşe bucak ithalata bağımlı hale getiren sorumlu ve suçluyu arıyorsa önce aynaya, sonra da Kara Saray’da sefa süren 17-25 Erdoğan’a odaklanmalıdır.
Çinli üretmiş AKP almış, Koreli üretmiş AKP sarfetmiş, Alman icat etmiş AKP kullanmış ve Türkiye başkalarının eline bakan bir ülke haline gelmiştir.
12 yıldır yapısal hiçbir adım atmayan AKP’nin, seçim sandığı görününce aceleyle eylem planlarından medet umması ucuz ve basit siyasi işportacılıktır.
Üreten, geliştiren, yatıran, yenilikçiliği, bilimi, bilgiyi, gelişmeyi ve katma değeri amaçlayan bir ekonominin başkalarının sattığı mal ve hizmetlere mecbur kalması mümkün değildir.
Ekonomik kuvvet olmadan bölgesel ve küresel zeminde sözümüzün geçmesi de imkânsızdır.
Türkiye ekonomisinde bir zihniyet dönüşümü, bir yönetim değişimi şarttır.
AKP fikren eskimiş, manen bitmiş, fiziken yorulmuş ve siyasi marjinal faydası eksiye inmiştir.
Bu iktidarın kısa veya orta vadede milletimizi ekonomik rahata, Türkiye’yi ekonomik ve siyasal güvenceye kavuşturması boş yere hayal kurmak, boşu boşuna zaman israfıdır.
Başbakan Davutoğlu 6 Kasım günü önüne konulanları coşkuyla okumuş, ne var ki hata üstüne hata yapmaktan da kurtulamamıştır.
Başbakan 2018 yılının sonuna kadar gayri safi yurt içi hasılayı 1 trilyon 300 milyar dolara çıkaracaklarını iddia etmiştir.
Ne var ki, 8 Ekim’de açıklanan Orta Vadeli Program’da 2017 yılı milli gelir rakamı 971 milyar dolar olarak belirlenmiştir.
2014 yılında 810 milyar dolar olması hedeflenen milli gelirin üç yıl içinde 161 milyar dolar artması planlanmışken, nasıl olmuştur da 2017’den 2018’e, yani bir yılda milli gelir artışının 329 milyar dolar olacağı ileri sürülebilmiştir?
Başbakan hiç mi hesap bilmemektedir?
Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı’nın ‘hata bizim’ demesi durumu kurtarmaya yetmeyecek, aldatma mekanizmasını örtbas etmeye kâfi gelmeyecektir.
Başbakan ekonomide eylem planını şevkle anlatayım derken baltayı taşa vurmuş, eylem yerine milletimizle eğlenme teşebbüsündeyken suçüstü basılmıştır.
AKP’nin ekonomik eylem planı gerçekte eyyamcıların kurnazlığı olup; fostur, fuzulidir, cılız ve çelimsiz bir zihniyetin toplama hezeyannamesidir.
Ne memurumuz, ne esnafımız, ne işçimiz, ne işçimiz, ne çiftçimiz, ne emeklimiz, ne de sanayicimiz gündemde yoktur, daha acısı gelecekte de olmayacaktır.
Az önce ifade ettiğim gibi, Türkiye ekonomisi yabancıların tasarrufuyla kör topal da olsa ayaktadır.
Bunun en bariz göstergesi ise devasa cari açıktır.
Cari açık uzunca bir süredir tehlike sinyalleri vermektedir.
Bu kapsamda Ağustos ayında 48,8 milyar dolarlık açık ülkemizin önündeki en ciddi engeldir.
Başbakan Davutoğlu ve ekonomiden sorumlu şahıslar hangi hikayeyi uydurursa uydursun, Türkiye kazandığından daha fazlasını yabancılardan ödünç alma pahasına harcamaktadır.
AKP Hükümeti ayağını yorganına göre uzatmayan savurgan politikalarla geleceğimizi ve gelecek nesilleri rehin vermektedir.
Açık yüreklilikle söylemeliyim ki, mali egemenlik olmadan milli egemenlik asla sağlanamayacaktır.
Cumhuriyet’in kurucu kahramanları bu yalın gerçeği görmüşler, üstelik her zaman akıllarında tutmuşlar ve ayrıcalıklı bir önem atfetmişlerdir.
Ekonomide ertelenmesi veya geciktirilmesi halinde çok mahzurlu neticeleri olacak milli nitelikli kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesi için zamanımız daralmaktadır.
Türk milleti dünden bugüne birçok sıkıntıyı göğüslemiştir.
Yeri gelmiş aç yatmış, yeri gelmiş işsiz kalmış; fakat dünya gözüyle bir türlü arzuladığı ekonomik seviyelere ulaşamamıştır.
Bunda herkesin payı olduğu açıktır.
Kabul ve itiraf edelim ki, Türkiye Cumhuriyeti yokluk içinde kurulmuştur.
Türk milleti nice felakete, nice acıya, nice ıztıraba katlanarak bağımsızlığını kazanmıştır.
Mensubiyetiyle iftihar ettiğimiz bu büyük millet dünyanın bütün ateşleri başına yağmur gibi yağarken çarıksız, çorapsız şekilde, elindeki sopa, kürek, kazmayla namusunu savunmuş, şeref mücadelesi vermiştir.
Günlerce aç kalmış, günlerce açıkta yatmış, senelerce kurumuş ekmeğe razı olmuş vatan evlatları şehit yadigarı aziz topraklarımızı kefen giyerek müdafaa etmişlerdir.
Anlayacağınız emanetimiz büyük ve kutsaldır.
Dünden bugüne miras aldığımız milli ve manevi değerler yabana atılamayacak kadar fazilet şaheseredir.
Bizim zenginliğimizin maddi bir karşılığı yoktur.
Bizim zenginliğimizin mukayesesi hiçbir dünyevi kıymetle ölçülemeyecektir.
Toprağa düşen alın terleri Türkiye’nin bekasını sulamıştır.
Göz pınarlarından süzülen yaşlar, fani bedenlerden yayılan şehit kanları vatanın önünü aydınlatmış, selametine hizmet etmiştir.
Türk milleti hiçbir fedakârlıktan kaçmamış, lüks, konfor, debdebe gayesi gütmemiştir.
Düşününüz ki, Erzurum’dan Sivas’a gitmek için yollara düşen milliyetçi kahramanların araba kiralayacak, yol giderlerini karşılayacak paraları bile olmamıştır.
Böylesi bir anda hızır gibi yetişen rahmetle andığımız emekli binbaşı Süleyman Bey, ömür boyu biriktirdiği 900 lirasını gönül rızasıyla, ‘milletin kurtuluşundan başka bir dileğim yok’ diyerek Sivas yollarına düşen cesaret simgelerine borç olarak vermiştir.
Milli mücadeleyi sürükleyen lider kadrosunun, cepheden cepheye koşan asil millet evlatlarının itibarı sahip oldukları paradan, servetten, yalıdan, konaktan gelmemiştir.
Kaldı ki bunların hepsinden de mahrum kalmışlardır.
Gazi Mustafa Kemal, Ankara’ya geldiğinde, kül ve toz yığını içinde kalan ve ufuklar boyu uzanan bomboş bir bozkır içindeki küçük evde Türkiye’nin bağımsızlığını düşlemiş, onurlu yaşamın rotasını çizmiştir.
Kaldırımsız, yolsuz, ışıksız, bahçesiz, susuz, ağaçsız, bakımsız bir Anadolu kasabasında Türklüğün yeni bir destanı, yeni bir Ergenekon’u için ön hazırlıklar yapılmıştır.
Her türlü mihnet ve meşakkate karşı koyan yüksek cesaret, terbiye ve asalet sahibi milliyetçi irade, gösterişe kapılmadan, ninelerin, dedelerin kefen parasıyla; anaların, babaların kıyıda köşede zor günler için ayırdığı birikimleriyle yeni bir devlete nefes vermişlerdir.
İktidarı elinde tutan bugünkü gaflet ve dalalet ehlileri iyi bilmelidir ki, millet hazinesindeki her kuruşun vebali, iki cihanda da hesabı vardır.
İsraf edilen her kaynağımızın, düşüncesizce harcanan her servetimizin asıl ve yegâne sahibi Türk milletidir.
Bir düne bakın, bir de bugüne dikkat edin.
Bir dündeki tevazuya bakın, bir de bugünkü vicdansızca sürdürülen saltanatı düşünün.
Bugünkü toplantımızı şereflendiren sizler başta olmak üzere, ekranları başında bizi izleyen aziz vatandaşlarımdan ricam, Türkiye’nin nasıl bir soygun ve talanla yüz yüze olduğunu etraflıca sorgulamalarıdır.
Beştepe’deki Atatürk Orman Çiftliği üzerinde kanunsuz ve kaçak bir saray yaptırılıyor ve 1 katrilyon 370 trilyon para harcanıyor.
Yetmiyor 179 milyon dolara, yani yaklaşık 400 trilyona bir uçak satın alınıyor.
Bu da yetmiyor, kağıt üstünde dünya devi olan Erdoğan için İstanbul Çengelköy’de, 50 dönümlük koruya yerleşik Vahdettin Köşkü çalışma ofisi olarak hazırlanıyor ve 150 trilyon adeta sokağa saçılıyor.
Recep Tayyip Erdoğan milletin gözünün içine baka baka devlet hazinesini boşaltıyor, saraylara, uçaklara yetimin, dulun, fakirin, kısaca 77 milyonunun parasını tek kelimeyle gömüyor.
Çiftçinin hasadı, emeklinin maaşı kaçak ve karanlık saraydadır.
Asgari ücretle geçinen masumların emeği, sayıları 5,5 milyonu bulan işsizlerin hüznü kaçak ve karanlık sarayın temelindedir.
Atanamayan öğretmenlerin ahı, kıt kanaat geçinen, güç bela karnını doyuran milyonların çığlığı kaçak ve karanlık sarayın bin odasında çınlamaktadır.
Simit parası bulamayan küçücük yavrularımızın gözyaşları uçan sarayların yakıtıdır.
Vatandaş bir torba kömür, bir paket makarna, bir çuval unla uyuşturulup uyutulurken, saray bahanesiyle millet hazinesi hortumlanmaktadır.
Aziz milletim, para senindir, servet senindir, hazine sana aittir.
Süslü sözlere kanma, istismarlara aldanma, bu kötü gidişata ortak olma.
Aziz vatandaşlarım, sizden alınan vergiler Erdoğan’ın lüksü, keyfi, ve egoları için feda edilmekte, 17-25 rüşvet lobisi gücüne güç katmaktadır.
Allah için söyleyiniz, bu millet yatacak kalkacak Erdoğan’ın kibri, müsrifliği, azgınca yaptığı harcamalar için mi çalışacaktır?
Bu devran nereye kadar sürecek, bu teslimiyet, bu hüsran nereye kadar gidecektir?
Millet fakir ve bitap haldeyken, işsizlik ve çaresizlik almış başını gidiyorken, Cumhurbaşkanı olan zat, nasıl ve ne hakla katrilyonları kendi sefahati uğruna pervasızca kullanmaktadır?
Türk milleti nerededir, AKP’ye oy veren kardeşlerim bu haksız, hukuksuz, uğursuz, haram ve ahlaksız düzene nereye kadar suskun kalacaktır?
Türkiye sanki Sodom ve Gomora’ya dönmüştür.
Türkiye sanki Erdoğan’ın tapusuna geçirilmiştir.
Türkiye sanki Recep Tayyip Erdoğan’ın mülkü ve miras malıdır.
Biliniz ki, demokrasi ve hukukla idare edilen bir ülkede böylesi kokmuşluk, böylesi kahredici günahkârlık görülmemiş, görülmeyecektir.