Ortadoğu’da sürdürülen kavganın temelinde bölüşüm ve hakimiyet mücadelesi yatmaktadır. Bu nedenle bölgede topraklar parçalanmakta, insanlar kimi zaman etnik, kimi zaman mezhebi motivasyonla istismar edilmektedir. Söz konusu istismarı emperyalist güçler ve onların yerli işbirlikçileri yapmaktadır.
Maalesef Efendimizin mirası karalanmakta, kanlı ve karanlık çekişmelere gerekçe yapılmaktadır.Bu en başta İslamiyet’in özüne ve ruhuna büyük bir saygısızlıktır. Dini kılıf yapan azılı teröristler Peygamberimizin hatıra ve emanetlerine acımasızca, ahlaksızca kast etmektedir. İslam alemi, Müslüman coğrafyası öyle bir buhrana sürüklenmiştir ki, katliamlar seriye bağlanmış, ardı arkası kesilmeyen cinayetler volkan gibi patlamıştır. Şu kadar ki ölen Müslüman, öldüren yine Müslüman’dır. Medeniyet beşiği Ortadoğu’nun haline bakınız. İslam ülkelerinin perişanlıklarına; halkından, ahlaktan ve maneviyattan kopuk yönetimlerinin kokuşmuşluğuna özellikle dikkat ediniz. Aslında bu sorunların hepsinin ortak paydasında Hz. Peygamber’in hayatına, tebliğine ve mesajlarına duyarsızlık, ilgisizlik ve münafıkça yaklaşım bulunmaktadır. İslam’a en büyük kötülük yine İslam adına şiddeti ve nefreti bir siyaset ve çıkar aracı olarak kullanan günahkârlardan gelmektedir. Yüce dinimiz ne diyor, ne buyuruyorsa tam tersi yapılmaktadır.
Kuran’ın, “Bir cana kıyan tüm insanlığın canına kıymış gibidir” bağlayıcı hükmü hiç kimsenin gündeminde yoktur. İçimizde dışımızda bu kadar felaket yaşanırken, lafa gelince alimliğiyle övünen zevat, sıra sorumluluk almaya gelince ortadan kaybolmaktadır.
İslamiyet’in terörle anılması, terörle özdeş gösterilmesi konusunda sinsi ve çok yönlü propaganda çalışması yürüten çevrelere müsaade edemeyiz. Ve elinde silah, dilinde küfür, belinde bombayla önüne gelen ateş açan, hedef gözetmeksizin gözüne kestirdiğini yok eden, doğrayan ve parçalayan canileri İslam dairesinde göremeyiz, görülmesine sessiz kalamayız.
Küresel güçlerin maşası IŞİD, El Nusra, Boko Haram, Eş-Şebab, El Kaide ve benzeri cinayet örgütlerinin İslamla uzaktan yakından bir ilişkisi olamayacak, kıyısından köşesinden irtibatları kurulamayacaktır. Masum canlara kıyanlar Müslüman değil, kafir işbirlikçisidir. Mürşit kisveli müşrikler, Müslüman görünümlü müfritler İslam’ı can evinden vurmaktadır. Bunlar emperyalizmin uşağı, İblisin Truva Atı’dır. Ne yazık ki, İslam âlemi tümden karıştırılıp istikrarsızlığa gömülürken bu çeteler yüksek fiyatlardan kiralanmakta, her pis işte kullanılmaktadır. Batı, doğudaki, bilhassa İslam alemini çerçevesine alan stratejik hedef ve hesaplarını ele geçirmek maksadıyla devşirdiği militan kadrosuna tetikçilik yaptırmaktadır.
İslam coğrafyası terörle yıldırılmak, terörle teslim alınmak istenmektedir. Emperyalist ülkeler bazen tek, bazen de yek vücut olarak Ortadoğu Bölgesi’nin zenginliklerini bölüşebilmek ve bölgeye de hakimiyet kurabilmek için çeşitli senaryolar üretmektedir. Bölgenin mihenk taşı olan Türkiye bu senaryolardan dün de, bugün de ziyadesiyle etkilenmiş ve zarar görmüştür. Ortadoğu’da sürdürülen kavganın temelinde bölüşüm ve hakimiyet mücadelesi yatmaktadır. Bu nedenle bölgede topraklar parçalanmakta, insanlar kimi zaman etnik, kimi zaman mezhebi motivasyonla istismar edilmektedir. Söz konusu istismarı emperyalist güçler ve onların yerli işbirlikçileri yapmaktadır.
Yüzyıllardır süren ekonomik çıkarlar ve karanlık ideolojiler İslam ve Türk düşmanlığına dönüşmüş, bu düşmanlığın körüklenmesinde ve genç kuşaklara aşılanmasında kilise örgütleri ve kalem sahipleri birbirleriyle yarışmışlardır. İstenen zayıf ve kukla devletlerdir. İstenen batının nüfuz alanlarının genişletilmesidir. Ortadoğu’nun ve İslam ülkelerinin kanlı bıçaklı duruma getirilmesinin nedeni budur. Sonuç itibariyle Arap Baharı’ndan kara kış çıkmış, güdümlü selefi çeteler tıpkı Roma İmparatorluğu’nu yıkan barbar kavimler gibi her tarafa yayılmışlardır. Bu bir sonuçtur. Sonuçla uğraşmak, sonuca kafa yormak ise zaman kaybıdır. Musibetlerin kaynağında asırlardır değişik kılık ve görünümde devam eden emperyalist vahşilik vardır. İslam ülkeleri ise adeta felç geçirmiş, adeta vurgun yemiştir. Çünkü bu ülkelerin yöneticileri batıya payandalık ve uyduluk yapmaktadır. Sözde kral, emir ve şeyhler için öncelik halklarının huzuru, ülkelerinin onuru, İslamiyet’in itibarı değil, kan ve haksızlık üzerinde kurulu bulunan taht ve taçlarıdır.
Osmanlı’dan ayrılan her toplum, her devlet şimdilerde kriz geçirmekte, şok yaşamaktadır. Buna Türk’ün bedduası mı tuttu demeliyiz bilemiyorum, ama bildiğim şu ki, Ortadoğu ateş almış, insan hayatı aynısıyla karanlık çağlarda yaşandığı gibi ucuzlamış, bir değeri kalmamıştır. Meselenin tuhaf yanı tehlikenin hala kavranamamış olmasıdır.
Teröre karşı, aralarında Türkiye’nin de yer aldığı 34 ülkenin Suudi Arabistan öncülüğünde bir İslam İttifakı kurması, terörist gruplarla mücadele edileceğinin ilan edilmesi bu gerçeği değiştiremeyecektir. Bir yönüyle 34 ülkenin teröre karşı aynı cephede buluşması umutlu bir gelişme idiyse de, diğer yönüyle terör örgütlerini aşırı ve haddinden fazla büyütmenin örtülemez neticesidir. NATO “Müslümanlar için savaşmayacağız” diyerek gizli tarafını, tercihini ve gelişmelere sancılı bakışını açığa vurmuştur.
34 ülke bir araya gelip ne yapacaktır? IŞİD yine saldırılarına devam etmektedir. PKK-PYD kan dökmeyi, ihaneti resmileştirmeyi hızla sürdürmektedir. Bu 34 ülke önce samimiyet testinden geçmelidir. Bu 34 ülke önce birbirilerinin aleyhine terör örgütlerini nasıl ve hangi kanallarla provoke ettiklerini açıklamalıdırlar. Madem 34 ülke terör örgütlerine karşı bir araya geldilerse, ABD’sinden Rusyası’na, Birleşik Krallık’tan Almanya’sına kadar batılı ülkelerin bölgemizde ne işi vardır?
Kendi söküğümüzü kendimiz dikmemiz gerekirken, vesayetçi güçlere ne ihtiyaç vardır?
Yoksa İslam ülkeleri arasındaki ittifak emperyalizmin yeni bir oyalama ve oynama taktiği midir? Ya da planlanan, 34 ülkeyi terör örgütleriyle eşitleme, eşit güçte gösterme sinsiliğiyle beraber Şii-Sünni kutuplaşmasının derinleştirilme arayışı mıdır? Her ülke teröre karşı ise teröristlerin yaşama şansı doğal olarak olmayacaktır. Peki bu terör örgütleri ağır silahları nereden, hangi silah baronlarından, kimlerin gözetim ve denetiminde almaktadır?
Berlin’de, Londra’da, Paris’te, Washington’da, Brüksel’de, Roma’da, Madrid’de, Moskova’da, Şam’da, Bağdat’ta ve hatta Tahran’da terör örgütlerine silah satmak için kuyruğa giren, terörizmi diri tutmak için faal halde bulunan çevrelere ne diyeceğiz, bunları nasıl izah edeceğiz? Bu terör örgütleri mali, lojistik ve insan kaynaklarını nereden temin etmektedir? Önce sorun yaratıp peşinden silah pazarı kurmak, önce ara bozup hemen arkasından müdahale gerekçesi oluşturmak bildik bir sömürgeci komplosudur. Saddam’ı silahlandırıp, Mübarek’i cesaretlendirip, Kaddafi’yi destekleyip, Bin Ali’yi pışpışlayıp, sonra da bahar geldi bahanesiyle kalabalıkların önüne atan bu emperyal edepsizliktir.
Maalesef Efendimizin mirası karalanmakta, kanlı ve karanlık çekişmelere gerekçe yapılmaktadır.Bu en başta İslamiyet’in özüne ve ruhuna büyük bir saygısızlıktır. Dini kılıf yapan azılı teröristler Peygamberimizin hatıra ve emanetlerine acımasızca, ahlaksızca kast etmektedir. İslam alemi, Müslüman coğrafyası öyle bir buhrana sürüklenmiştir ki, katliamlar seriye bağlanmış, ardı arkası kesilmeyen cinayetler volkan gibi patlamıştır. Şu kadar ki ölen Müslüman, öldüren yine Müslüman’dır. Medeniyet beşiği Ortadoğu’nun haline bakınız. İslam ülkelerinin perişanlıklarına; halkından, ahlaktan ve maneviyattan kopuk yönetimlerinin kokuşmuşluğuna özellikle dikkat ediniz. Aslında bu sorunların hepsinin ortak paydasında Hz. Peygamber’in hayatına, tebliğine ve mesajlarına duyarsızlık, ilgisizlik ve münafıkça yaklaşım bulunmaktadır. İslam’a en büyük kötülük yine İslam adına şiddeti ve nefreti bir siyaset ve çıkar aracı olarak kullanan günahkârlardan gelmektedir. Yüce dinimiz ne diyor, ne buyuruyorsa tam tersi yapılmaktadır.
Kuran’ın, “Bir cana kıyan tüm insanlığın canına kıymış gibidir” bağlayıcı hükmü hiç kimsenin gündeminde yoktur. İçimizde dışımızda bu kadar felaket yaşanırken, lafa gelince alimliğiyle övünen zevat, sıra sorumluluk almaya gelince ortadan kaybolmaktadır.
Allah dostları suskundur.
Ortak akıl paslanmış, ortak vicdan kurumuştur. İslamiyet’in kalbi hançerlenip tüm uzuvları hakaret ve kesif bir harekata uğrarken çağın manevi rehberlerinden herhangi bir tepki ve tesirli bir itiraz işitilmemektedir. Bu çarpıklık en az İslamiyet’i içine alan kaos kadar hazin ve düşündürücüdür. Diline bakarsak alim, kalbine bakarsak kapalı ve mühürlü olduğu ortaya çıkacak bir çok sözde alim, sürekli ivme kazanan zulüm düzeninden rahatsız değildir. Çünkü bunların samimiyet kapısı sürgülüdür. Çünkü bunların dışı hoca, içi bacadır. Müslümanların itikat, fıkıh ve hatta siyaset konusunda farklı mezheplere ayrılmış olması örtülemez, telafi edilemez düşmanlıklar doğurmaktadır. İslam dünyası eşitsizliğin, vicdansızlığın, ölçüsüzlüğün kurbanıdır. Her gün beş vakit okunan ezanların hatırına, her gün Allah diye semaya kalkan eller, her gün yürekten amin, gönülden şükür diyen tertemiz vicdanlar adına var olan kin ve kirliliğe ne zaman dur diyeceğiz? Bu sorunun cevabını mutlaka düşünmek mecburiyetindeyiz. Yoksa dehşet girdabı her geçen gün genişleyecektir.İslamiyet’in terörle anılması, terörle özdeş gösterilmesi konusunda sinsi ve çok yönlü propaganda çalışması yürüten çevrelere müsaade edemeyiz. Ve elinde silah, dilinde küfür, belinde bombayla önüne gelen ateş açan, hedef gözetmeksizin gözüne kestirdiğini yok eden, doğrayan ve parçalayan canileri İslam dairesinde göremeyiz, görülmesine sessiz kalamayız.
Küresel güçlerin maşası IŞİD, El Nusra, Boko Haram, Eş-Şebab, El Kaide ve benzeri cinayet örgütlerinin İslamla uzaktan yakından bir ilişkisi olamayacak, kıyısından köşesinden irtibatları kurulamayacaktır. Masum canlara kıyanlar Müslüman değil, kafir işbirlikçisidir. Mürşit kisveli müşrikler, Müslüman görünümlü müfritler İslam’ı can evinden vurmaktadır. Bunlar emperyalizmin uşağı, İblisin Truva Atı’dır. Ne yazık ki, İslam âlemi tümden karıştırılıp istikrarsızlığa gömülürken bu çeteler yüksek fiyatlardan kiralanmakta, her pis işte kullanılmaktadır. Batı, doğudaki, bilhassa İslam alemini çerçevesine alan stratejik hedef ve hesaplarını ele geçirmek maksadıyla devşirdiği militan kadrosuna tetikçilik yaptırmaktadır.
İslam coğrafyası terörle yıldırılmak, terörle teslim alınmak istenmektedir. Emperyalist ülkeler bazen tek, bazen de yek vücut olarak Ortadoğu Bölgesi’nin zenginliklerini bölüşebilmek ve bölgeye de hakimiyet kurabilmek için çeşitli senaryolar üretmektedir. Bölgenin mihenk taşı olan Türkiye bu senaryolardan dün de, bugün de ziyadesiyle etkilenmiş ve zarar görmüştür. Ortadoğu’da sürdürülen kavganın temelinde bölüşüm ve hakimiyet mücadelesi yatmaktadır. Bu nedenle bölgede topraklar parçalanmakta, insanlar kimi zaman etnik, kimi zaman mezhebi motivasyonla istismar edilmektedir. Söz konusu istismarı emperyalist güçler ve onların yerli işbirlikçileri yapmaktadır.
Yüzyıllardır süren ekonomik çıkarlar ve karanlık ideolojiler İslam ve Türk düşmanlığına dönüşmüş, bu düşmanlığın körüklenmesinde ve genç kuşaklara aşılanmasında kilise örgütleri ve kalem sahipleri birbirleriyle yarışmışlardır. İstenen zayıf ve kukla devletlerdir. İstenen batının nüfuz alanlarının genişletilmesidir. Ortadoğu’nun ve İslam ülkelerinin kanlı bıçaklı duruma getirilmesinin nedeni budur. Sonuç itibariyle Arap Baharı’ndan kara kış çıkmış, güdümlü selefi çeteler tıpkı Roma İmparatorluğu’nu yıkan barbar kavimler gibi her tarafa yayılmışlardır. Bu bir sonuçtur. Sonuçla uğraşmak, sonuca kafa yormak ise zaman kaybıdır. Musibetlerin kaynağında asırlardır değişik kılık ve görünümde devam eden emperyalist vahşilik vardır. İslam ülkeleri ise adeta felç geçirmiş, adeta vurgun yemiştir. Çünkü bu ülkelerin yöneticileri batıya payandalık ve uyduluk yapmaktadır. Sözde kral, emir ve şeyhler için öncelik halklarının huzuru, ülkelerinin onuru, İslamiyet’in itibarı değil, kan ve haksızlık üzerinde kurulu bulunan taht ve taçlarıdır.
Osmanlı’dan ayrılan her toplum, her devlet şimdilerde kriz geçirmekte, şok yaşamaktadır. Buna Türk’ün bedduası mı tuttu demeliyiz bilemiyorum, ama bildiğim şu ki, Ortadoğu ateş almış, insan hayatı aynısıyla karanlık çağlarda yaşandığı gibi ucuzlamış, bir değeri kalmamıştır. Meselenin tuhaf yanı tehlikenin hala kavranamamış olmasıdır.
Teröre karşı, aralarında Türkiye’nin de yer aldığı 34 ülkenin Suudi Arabistan öncülüğünde bir İslam İttifakı kurması, terörist gruplarla mücadele edileceğinin ilan edilmesi bu gerçeği değiştiremeyecektir. Bir yönüyle 34 ülkenin teröre karşı aynı cephede buluşması umutlu bir gelişme idiyse de, diğer yönüyle terör örgütlerini aşırı ve haddinden fazla büyütmenin örtülemez neticesidir. NATO “Müslümanlar için savaşmayacağız” diyerek gizli tarafını, tercihini ve gelişmelere sancılı bakışını açığa vurmuştur.
34 ülke bir araya gelip ne yapacaktır? IŞİD yine saldırılarına devam etmektedir. PKK-PYD kan dökmeyi, ihaneti resmileştirmeyi hızla sürdürmektedir. Bu 34 ülke önce samimiyet testinden geçmelidir. Bu 34 ülke önce birbirilerinin aleyhine terör örgütlerini nasıl ve hangi kanallarla provoke ettiklerini açıklamalıdırlar. Madem 34 ülke terör örgütlerine karşı bir araya geldilerse, ABD’sinden Rusyası’na, Birleşik Krallık’tan Almanya’sına kadar batılı ülkelerin bölgemizde ne işi vardır?
Kendi söküğümüzü kendimiz dikmemiz gerekirken, vesayetçi güçlere ne ihtiyaç vardır?
Yoksa İslam ülkeleri arasındaki ittifak emperyalizmin yeni bir oyalama ve oynama taktiği midir? Ya da planlanan, 34 ülkeyi terör örgütleriyle eşitleme, eşit güçte gösterme sinsiliğiyle beraber Şii-Sünni kutuplaşmasının derinleştirilme arayışı mıdır? Her ülke teröre karşı ise teröristlerin yaşama şansı doğal olarak olmayacaktır. Peki bu terör örgütleri ağır silahları nereden, hangi silah baronlarından, kimlerin gözetim ve denetiminde almaktadır?
Berlin’de, Londra’da, Paris’te, Washington’da, Brüksel’de, Roma’da, Madrid’de, Moskova’da, Şam’da, Bağdat’ta ve hatta Tahran’da terör örgütlerine silah satmak için kuyruğa giren, terörizmi diri tutmak için faal halde bulunan çevrelere ne diyeceğiz, bunları nasıl izah edeceğiz? Bu terör örgütleri mali, lojistik ve insan kaynaklarını nereden temin etmektedir? Önce sorun yaratıp peşinden silah pazarı kurmak, önce ara bozup hemen arkasından müdahale gerekçesi oluşturmak bildik bir sömürgeci komplosudur. Saddam’ı silahlandırıp, Mübarek’i cesaretlendirip, Kaddafi’yi destekleyip, Bin Ali’yi pışpışlayıp, sonra da bahar geldi bahanesiyle kalabalıkların önüne atan bu emperyal edepsizliktir.