İkinci Abdülhamid Han dönemi Maarif Nazırlarından (Millî Eğitim Bakanlarından) biri olan Emrullah Efendi (1859-1914), aslında, eğitim sistemini geliştirmek için çok gayret göstermiş; önce, işe üniversitelerden başlanması gerektiğini savunmuş bir siyâset ve fikir adamıdır. Lâtife olarak söylediği, “Şu mektepler olmasa Maarifi ne güzel idâre ederdim” cümlesi, zaman zaman da mûteber bir hâle gelerek bir hakîkati ifade vasıtası olarak kendinden sonrakileri işâret etmiştir.
Öyle sanıyorum ki, kendinden sonra gelenler ve bilhassa, son dönem Millî Eğitim Bakanları, makama gelişlerinde değil de, makamdan ayrılışlarında bu cümleyi çokça tekrar edip, ona hak vermişlerdir.
Gelirlerken büyük bir heyecan, alkış ve hattâ tantana ile; ve giderlerken ise, sus-pus veya kafalar önde!..
Sebep mi?
Usûlsüzlük!..Nereden başlayacağını bilmemek veya bilememek!..
İşin başında mıyız? Elbette ki, hayır!..
Fakat, ârızaların bir yeniden başlama, bir telâfi edilme ve bir ilk adımı atma noktası vardır. Dünyâ eğitimini, ilim ve san’at yürüşünü okumak lâzımdır.
Bunları bilmek ve ona göre hazırlıklı olup bir yerden başlamayı hedef gözlemek ve ona doğru yürümek gerekir(di). Hem de hızlı bir şekilde!..
Böyle bir ‘emâre’ var mıdır? Asla ve kat’iyyen yoktur!..
Bu hususta; sâdece son üç yılda yazdığım makalelerimden birkaç başlık nakledip, bu âna kadar, millî eğitim sahasında ‘hiçbir müspet faaliyet yapılmadığı’ üzerinde kısaca duracağım:
- Millî Eğitim-Kültür ve San’at-Samsunhabertv.com-19 Eylül 2019
- Millî Eğitimimiz Çıkmazda mı?-Samsunhabertv.-02 Ekim 2019
- Millî Eğitim Çıkmazı-www.kapssamhaber.com-09 Ocak 2020
- Millî Eğitimde Hedefsizlik-Wwwkapsamhaber.com-10 Temmuz 2020
- Eğitim-Millî Birlik ve Kalkınma-Wwwkapsamhaber.com-05 Ağustos 2020
- 18 Milyon 241 Bin Öğrenci-Samsunhabertv.com-17 Eylül 2020
- Millî Eğitimde Reform-Wwwkapsamhaber.com- 01 Kasım 2020
- Gençliğimiz İstikbâlimizdir-Samsunhabertv. com- 15 Şubat 2021
Bu yazılarımın her birinde, dünyadaki ve Türkiye’deki gelişmelere göre, durum muhakemeleri yaparak tekliflerde bulundum. Gördüm ki, Millî Eğitim câmiâsı, cihetini hiç değiştirmeden, yanlışlarını tekrar ede ede, çözüm nâmına hiçbir teklife, yakınlaşmaya, müzâkereye ve müşâvereye lüzum hissetmeden yoluna devam etmiştir.
“Millî Eğitimde Reform” başlıklı yazımda, son dönemde, Cumhurbaşkanı dâhil, Millî Eğitim Bakanlıarı’na âit görüşleri tekrar ettikten sonra, 17 maddelik bir teklifte bulunmuştum.
Önce; Cumhurbaşkanı ve ilgili bakanların söylediklerini tekraren nakledeyim:
“Sistemi sil baştan değiştiriyoruz.” (Erkan Mumcu/2002);
“Önceki sistem problemli, sistemi tamamen değiştiriyoruz.” (Doç. Dr. Hüseyin Çelik/2003);
“Sistem eski, değiştiriyoruz.” (Nimet Çubukçu/2009);
“Böyle sistem olmaz. Sistemi değiştiriyoruz.” (Prof. Dr. Ömer Dinçer/2011);
“Sistem çok sıkıntılı. Değiştiriyoruz” (Prof. Dr. Nabi Avcı/2013);
“Böyle sistem mi olur? Sistemde köklü değişiklik yapıyoruz.” (İsmet Yılmaz/2016) ve son olarak;
“Türkiye’nin dört bir yanında öğrencilerin benzer imkânlara sahip olabildiği; adalet temelli bir yapı üzerinde çalıştık...Hazırız, yarını bekleyin.” (Prof. Dr. Ziya Selçuk/2020)
Dikkat edilirse görülecektir ki; sonuncuda, “sistem” kelimesi, “yapı” kelimesiyle karşılanmıştır!..
Bu cümlelerin herbirinde “sistem” kelimesi, bir “reform” işâreti olarak görülmektedir. Bu sebepten olacak, Cumhurbaşkanı, “eğitim ve kültür” hakkında, son dört yılda yaptığı açıklamalarda hep şikâyetçi olmuş ve nihâyet, sonuncuda “reform” kelimesini kullanmıştır.
Önce, bunları hatırlayalım:
“Sadece iki alanda arzu ettiğimiz seviyeye ulaşamamış olmamızdan fevkalâde üzgünüm, bunlardan biri eğitimdir, diğeri kültür sanatttır”. (Hürriyet Gündem, 28 Aralık 2016).
* “Elde ettiğimiz başarılar önemlidir fakat buna rağmen eğitim ve kültür konusunda tam istediğimiz seviyeye henüz ulaşamadığımıza inanıyorum”. (Basın: 02.04.2018)
“Türkiye, geçen 17 yılda her alanda en büyük yatırımlara, en büyük eserlere, en büyük hizmetlere kavuşmuştur. İki konuda nispeten hedeflerimizin gerisinde kaldık; biri, insan yetiştirme olan eğitim diğeri insanı zenginleştirme olan kültür, sanattır”. (Hürriyet Gazetesi, 08 Eylül 2019, Sf. 12)
2019-2020 Yükseköğretim Akademik Yılı Açılışında ise, Cumhurbaşkanı şunları söylüyor:
“Almanya’da yükseköğretim öğrenci sayısı ne biliyor musunuz? 3 milyon, bizde 8 milyon. Almanya’nın nüfusu bizim nüfusumuzla hemen hemen aynı ve Sayın Şansölye bunu öğrenince, ben bunu bilmiyordum, dedi. Nitelik noktasında aşmamız gereken şüphesiz ki bir mesafe var”.(Basın: 18 Eylül 2019)
Nihâyet, Cumhurbaşkanı, son beyanında, “reform” kelimesini kullanmak zarûretini hissetmiştir ki, bu hussusta şöyle demektedir:
“Ülkemizin geçmişten bugüne eğitim sistemi, çocuklarımıza sadece maddi bilgi yükleme üzerine kuruludur. Her okul seviyesinde öğretime ağırlık verilirken, eğitim kısmı ihmal edilmiştir. Özellikle medyanın etkisiyle aile dâhil geleneksel eğitim yapılarının gücü azalırken, yerine daha iyisi konulamamıştır. Evlatlarımızın zihin ve gönül dünyalarındaki boşluk da Batı merkezli popüler kültür ürünleriyle veya sapkın akımların hezeyanlarıyla doldurulmuştur. Bunun için önümüzdeki dönemde önceliğimizi aileden başlayarak eğitim öğretim hayatları boyunca evlatlarımızı hakkıyla yetiştirmek olarak değiştirmemiz şarttır. Bu değişim sıradan bir müfredat tadilatının ötesinde topyekûn bir eğitim öğretim reformunu gerektirir”. (HABER TÜRK-19. 10.2020)
“Tadilât” ve “reform” kelimelerinin farklı kullanıldığına dikkat çekmek isterim.”
(Bknz. M. Halistin Kukul, Millî Eğitimde Reform, wwwkapsamhaber.com-01 Kasım 2020)
Yazımda; mevcut şartlarda dünyada eğitim sahasındaki gelişmeler hakkında ve Millî Mücâdele devam ederken, Mustafa Kemal Paşa’nın, 16-21 Temmuz 1921 tarihlerinde Ankara’da topladığı Maarif Kongresi’nden bahisle, muhakeyese yaparak örnekleme yapmış, Mustafa Kemal Paşa’nın 15 Temmuz 1921 tarihinde bu kongrede yaptığı açış konuşmasından bir özet vermiş ve şöyle demiştim:
“Mustafa Kemal Paşa (henüz, Atatürk soyadını almamıştı), savaş devam ederken, 16-21 Temmuz 1921 târihleri arasında, Ankara’da, Maarif Kongresi’ni toplamıştır. Düşününüz, Millî Mücâdele devam etmektedir. Sakarya Savaşı (23 Ağustos 1921-13 Eylül 1921) öncesidir ve savaş hazırlıkları yapılmaktadır.
23 Nisan 1920’de TBMM açılmış ve hemen ardından, 6 Mayıs 1920’de Maarif Bakanlığı kurulmuş ve 25 Kasım 1920’de de, öğretmen ve öğrencilerin askerlik yükümlülükleri TBMM tarafından tehir edilmiştir.
Tam yüz yıl önceyi ve onun şartlarını tahayyül ediniz!..Öğretmenliğe verilen değeri düşününüz!..” (Bknz. Kukul, a.g. Makale)
Bütün bu düşünceler ışığında da, yukarıda söylediğim gibi, 17 maddelik bir teklifte bulunmuştum. Önemine binâen, bu tekliflerimi özetleyerek nakledeyim:
“1.Öğretmen Fakültesi/Eğitim Fakültesi/Yüksek Öğretmen Okulu, adı ne olursa olsun, buna temel teşkil edecek olan, yine adı ne olursa olsun, Öğretmen Lisesi/Öğretmen Okulu/Öğretmen Mektebi, tekrar açılmalı; tâbir olarak da öğretmenlik mesleğine yakışmayan “ücretli öğretmenlik” âcilen kaldırılmalı ve bu genç ööğretmenler asıl kadroya geçirilmelidir.
2.Her seviyeli okulumuzdaki ‘ders sayısı’ mutlaka azaltılmalı; ‘haftalık ders saati’ günde dört saat olacak şekilde indirilmeli, öğrencilere ders hârici faaliyetlere zemin hazırlanmalı; kitaplar hantallıktan kurtarılarak konuları seyreltilmeli, anlaşılır bir Türkçe’yle ifade edilmeli; ilkokul ikinci sınıftan başlatılan ‘tek yabancı dil İngilizce” dersi âcilen kaldırılmalıdır.
3.Türkiye’de, yabancı dil öğrenimi, baştan beri yanlıştır. Okuması gerekenlere/başarı durumu yüksek çocuklara mecbûrî olmalıdır; 2. Başarı durumu düşük öğrencilere ise, demokratik/hukukî bir hak olarak, istekleri hâlinde okutulmalıdır.
4.Üniversitelerde, ihtiyaca göre yabancı dil bölümü açılmalı; ortaöğretimde ise, öğrenci arzusuna göre, İngilizce, Almanca, F(ı)ransızca, Rusça, Çince, Japonca, Arapça, İspanyolca gibi yabancı dil dersleri seçmeli olarak okutulmalıdır. Çünkü; şu ana kadar, “Ben, üniversiteyi bitirdim ve bir yabancı dil öğrendim” diyebilen bir kişiye rastlanmamıştır. Çünkü; maksat ve hedef yoktur!..
5.Ne yazık ki, anadilimiz Türkçe öğrenimimiz asla başarılı değildir. Üniversitelerde bile, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü dışında,Tıp, Hukuk, Ziraat, Mühendislik, Matematik, Diş Hekimliği, İktisat...aklınıza hangi fakülte gelirse orada Türkçe Dersi okutulmaktadır. Çok yanlıştır bir uygulamadır!..
6.Köy okulları, derhâl açılmalı, “taşımalı” denilen ‘dolmuşçu’ sisteme son verilmelidir.
7.Her seviyeli öğrenci seçimlerinde; (Bulucu-keşfedici-icatçı) ilmî zekâ- (cihânşümûl) kaabiliyet-meslekî zevk (istek-arzu) hususlarına dikkat edilmelidir.
8.Akademik çalışmalarda, yabancı dil barajı kaldırılmalıdır. Bir öğretim üyesi, ihtiyaç duyduğu -en az- bir yabancı lisanı kendisi tespit etmeli ve öğrenmelidir.
9.İlk ve ortaöğretim okullarındaki kılık-kıyafet dağınıklığı değil, derbederliğe son verilmelidir.
Birkaç ay önce; son dönemin yedinci Millî Eğitim Bakanı, yerini, sekizinci Bakan’a devretmiştir.
Diyordu ki; “Adâlet temelli bir yapı üzerinde çalıştık...Hazırız, yarını bekleyiniz!..”
Kendileri, makamını devretti. Biz, hâlâ bekliyoruz!..
Okul açılmasını, üniversite açılmasını hangi insan istemez!..Fakat, bunları açmak, duvar örmek değildir. Bunları açmak; önce sistemi kurmak, sisteme göre öğretim elemanını yetiştirmek, çağa uygun ders kitaplarını hazır etmektir.
Son zamanlarda, çok sayıda ilçede ve ilde yüksek okul ve üniversite açıldığına şahit oluyoruz. 131’i Devlet’e ait, 78’i vakıf olmak üzere 209 üniversitemiz varmış!..
Sonuç: Dünyâ üniversiteleri arasındaki sıralamada, ilk beşyüzde bile temsilcimiz yok!..
Hepiniz bilirsiniz, “Ben bu derdin hangisine yanayım!” diye, güzel bir türkümüz vardır. Sevdiğim bir türküdür.
Bu türkü ne zaman söylense, kendimi, ya Ziganaları, ya Kop Dağı’nı yâhut da Torosları iniyormuş gibi hisseder, ferahlarım...Yanık bir türküdür ammâ bana, hep ferahlık verir!..
Çünkü; Sağlık Bakanımız da, “Okullarımızın açık kalması en büyük önceliğimizdir” diyor.
Nasıl’ı ise, cevapsız!..
Millî Eğitim Bakanı da, “Okulların açık kalması millî güvenlik meselesidir” diyor.
Doğru da, bu “millî güvenlik meselesi” için, Millî Eğitim Bakanlığı hangi gayreti gösterdi, bunu bir türlü anlayamadık!..
Şimdi ise, yandığım dertlerden biri, bu, oldu!..
“Şu mektepler olmasa Maarifi ne güzel idâre ederdim” demenin tam zamanı değil mi?!