Nasreddin Hoca, bizim, zekâ, nükte, hoşgörü ve tebessüm şuûrumuzdur. Dünyâya, O'nunla, 'gülerek düşünmeyi' öğrettik. Samimî olarak, kırmadan, incitmeden îkazı, uyarıyı Nasreddin Hoca'nın zarîf sözleriyle gönüllere sindirmeye gayret ettik.
O; 'Eren-Bilge'dir.
O'nun sözüdür diye konuşup yazdıklarımıza çok dikkat etmemiz gerekir. Zîrâ; sözleri, kısa, özlü ve hikmetlidir.
Mizâhı, kaba güldürü olarak târif ve tatbik edenler, zarâfet, fazîlet ve hikmetleriyle Nasreddin Hoca'nın sözlerinden ayrılırlar.
Bâzı ateist-materyalist mizâhçılar, bu mübârek insanın 'tebessümünü' yanlış naklederek, kendilerine göre bâzılarını O'na benzeterek yâhût da O'nunla mukayeseye kalkışarak "Çağımızın Nasreddin Hocası" gibi yakıştırmalarla hem çelişkiye düşerler, hem de bu fazîlet timsâline iftirada bulunurlar.
Bugün îtibâriyle, Şiirlerle Nasreddin Hoca Fıkraları adıyla yüzyedi fıkrasını şiir hâline getirmiş bulunuyorum. Mes'ele, bâzılarının sandığı gibi sâdece "göle maya çalmak"tan ibâret değildir. O; hâlâ, 'edebiyât sosyolojisi' bakımından ele alınamamış ve iyiden iyiye tahlil edilememiştir. Bu durum, asırlardan intikal eden mes'uliyetsizliğimizin ilmî bir ayıbıdır.
Yüzyedi Nasreddin Hoca fıkrasını hece vezni ile şiir hâline getirirken, bu türde de sevilmesini ve yaşamasını hedeflemiştim. Bu çalışmalarımdan bâzı fıkralar (File Bir Eş gelecek, Allah Dağına Göre Kış Verir, Buyurun Cenâze Namazına ve Birimiz Ölürüz) adlı dört fıkra, Nasreddin Hoca'mız ile Timur arasında cereyân eden hâdiseler olduğu söylenir.
Halbuki; Nasreddin Hoca (1208 ile 1284) ve Timûr Han ise (1336 ile 1405) târihleri arasında yaşamıştır. Bundan da anlaşılıyor ki, her ikisinin hayatlarında birleşen hiçbir târihî bağ yâhût müşterek nokta bulunmamaktadır.
Ancak; tamâmen yakıştırma olan bu dört fıkra-ki bunları ben de kitabıma aldım- halk arasında yaygındır. Târihî yanlışlıklarına rağmen, yüklendikleri mânâ ve verdikleri ibret bakımından zarîftirler ve güzeldirler.
Yedi asır geçmesine rağmen, nükteleri, eskimek şöyle dursun, her ân tâzelenen Nasreddin Hoca'nın, farklı kültür seviyelerinde, farklı yaşlarda ve farklı medeniyetlerdeki insanlar üzerindeki tesirinin artması, bu tesir ile de, O'na yeni yeni benzetmelerle fıkralar yakıştırılması üzerinde ciddî olarak, edebiyât sosyologları ve tahlilcileri tarafından durulması gerekir.
Buruk değil, hoş, iç açıcı, gönül okşayıcı 'gülücükler'in ardındaki 'düşünce'yi iyi tespit etmek, tespiti iyi tahlil etmek ve resmetmek lâzımdır.
Hiç şüphesiz ki, Hasreddin Hoca, içimizden biridir. Nûrânî çehresinde iç yüzünün berraklığı ve samimî edâsı vardır. Köyde, kasabada, şehirde hep aynı'dır.
Köylünün de, kadı efendinin de, devlet reisinin de karşısındaki tavrı birdir, değişmez. Tâviz vermez. Yalan, lâubalîlik, şarlatanlık, şımarıklık, kurnazlık, kandırmacacılık, fitne, zorbalık, hokkabazlık ve tahakküm, O'nun lugatinde yazmaz.
Birleştirici, kaynaştırıcı ve barışçıdır. Dâimâ zarîf, kibar, merhametlidir. Düşmanlığa, gözbağcılığa, kırıcılığa yol açan söz ve davranışlardan uzaktır.
İçte pazarlıklı, sinsi, kışkırtıcı, üstten-tepeden bakıcı değildir. Yardım sever, devletine-milletine, dînine bağlı, insan sevgisiyle dopdoludor.
O'nun fıkralarında ahlâka aykırı, insanları birbirlerine düşürücü ve kötülüğe sevkedici hiçbir unsura rastlanmaz.
Dostluğunda, âile reisliğinde, babalığında, komşuluğunda...hep yol gösterici, doğruya yöneltici emîn insandır.
O; içimizden biridir ammâ hep öndedir. Fikrî bakımdan ve örnek tavrı îtibâriyle öndedir. Yoksa, kibirli, dediğim dedik bir kişi olarak değil!..
Nasihatleri, bir çocuk için ne kadar geçerli ise, bir ihtiyar için veyâ bir devlet idârecisi için de aynı derecede geçerli ve önemlidir.
Nasreddin Hoca; Türk Milleti'nin 'nükte, zekâ ve hoşgörü' ile, 'gülme ve düşünceyi' bir arada âhenk içinde sürdürebilme mahâretini ortaya koyan cihânşümûl bir numûnesi'dir.
O; hep, bu 'millîlik' ile cihânşümûl'dür.
Anadolu insanının vasıflarıyla doludur. Nihâyet 'Akşehirli-Sivrihisarlı'dır. Bu mânâda, O, Edirne’dedir, T(ı)rabzon'dadır, Elâzığ'dadır, İstanbul'dadır. Nasreddin hoca, buralarda olduğu kadar, Türk Dünyâsı'ndadır ve bütün dünyâdadır. Yâni O; Müslüman-Türk mizacının tebessüm numûnesidir.
Yalnız, bir şeye çok dikkat etmek gerekir ki, o da, Nasreddin Hoca fıkralarındaki 'gülme-güldürme âdâbı'dır. Şunu aslâ unutmamak gerekir ki, O'ndaki 'gülme-güldürme', bir 'ölçü' üzredir. Bu da, Peygamber Efendimiz'in buyurduğu ölçüler dâhilindedir. Zîra; Peygamber Efendimiz'in, "Kahkaha ile güdüğü hiç görülmedi. Sessizce tebessüm ederdi. Bâzen gülerken mübârek ön dişleri görünürdü." (Bknz. Hazret-i Muhammed'in Hayâtı, Prof. Dr. Ramazal Ayvallı, Türkiye Gazetesi Yayını, Sf. 311)
Yine, bâzı hadîs-i şerîflerde şöyle buyurulur: "Benim bildiğimi siz bilseniz, az güler, çok ağlardınız." ; "Şüphe yok ki, Allah, yumuşak huylu, açık sözlü kimseyi sever." ve "Hoş (güzel) söz, bir sadakadır." bu hususta güzel örneklerdir.
Demek ki, Nasreddin Hoca'daki 'mizâh', bu muvâzene ve âhenk üzerine kurulmuştur. Uyarıcıdır fakat aslâ ve aslâ küçümseyici, aldatıcı ve hakîr görücü değildir.
NETÎCE OLARAK; Nasreddin Hoca:
* Dâimâ, her mekân, makam ve zamanda, aynı değer ve hüviyettedir.
* Gerçekçidir, dürüsttür ve çalışmaya önem verir.
* Böylece; O'nun için, "Ancak parayı veren düdüğü çalar".
* Sâdece bindiği dalı keser. Zararda ferdiyetçi; faydada ise, cemiyetçidir. Ayrıca; bindiği dalı kesenleri de açık açık uyarır. Nankörleri îkaz eder.
* Maddî değil, mânevî zenginliği tavsiye eder. Ondaki zenginlik, rûhu besleyici, zekâ ve idrâki geliştiricidir.
* Eşeğine ters biner ammâ yolu ve hedefi dâimâ doğruluk'tadır. Dâimâ 'ders' verir.
* Îtibârı, köşk'te, börk'te, kürk'te aramaz. Sâdeliği sever. Helâlden ayrılmaz.
* Gönül adamıdır. Gönüllerde yaşayıp hüküm sürer.
* Her şeyi ile (kılık-kıyafeti, hâli-tavrı ve konuşması ile) pırıl pırıl iz'anlı irfânlı bir Anadolu köylüsüdür.
* Bu hâliyle, ihtişâm ve şâşaadan uzak, 'sâde bir kul'dur.
* Demek ki, yaşadığı çevre bellidir. Akşehir'de doğmuştur. Sivrihisar'da yaşamıştır. İmamlık, kadılık ve müderrislik yapmıştır.
* Çok sevdiği bir eşeği vardır. Âilesine ve çocuklarına bağlıdır.
* Yâni, O; 'hayâlî' değildir. Vatanı vardır. Orası, Türkiye'dir. Mensup olduğu bir milleti vardır. O; Türk milletidir.
* Kaynaştırıcı, birleştirici, uzlaştırıcı, sevdiricidir.
* Zengin-fakîr, genç-yaşlı, kadın-erkek...her yaş, cins ve makama kucak açıcıdır. Kime, nasıl söylenmesi gerekiyorsa, sözünü, ona uygun olarak söylemektedir.
* Nasreddin Hoca 'hayâlî' değildir dedim, Fakat, hayâllerimizi en geniş mânâda açmaktadır. Düşündürmesi bu hayâlle başlar.
* Böylece; her tahsil veya anlayış seviyesindeki insanı, aynı çerçevede, aynı mes'eleler etrafında müşterek düşündürmeyi sağlar
* Dâimâ, ümit aşılar. Hep ümit kaynağı olur. Menfî denilebilecek sözlerinde bile, bu ümidin işâretlerini bulmak mümkündür. "Göle maya çalması" bile, bunun en bâriz örneğidir.
* Mâcera peşinde koşmaz. Hakikatçidir.
* İncinse bile incitmekten sakınır, korkar.
* Söylediği söz, karşısındakinin hoşuna gitmese bile, o kişi düşündüğü zaman aldığı ibret dolayısiyle, O'na hak verir ve incinmez.
* Paylaşmacıdır. Kanaâtkârdır. Şükürbilirdir. Hakta kalmaktan korkar.
* Sabırlı, akıllı, âdil, temkinli ve nüktecidir.
* Fikri ile zikri ve ameli aynıdır. Eğrilik-büğrülük O'nda yoktur. Yâni; düşündüğü, söylediği ve yaptığı birdir. İçi ne ise, dışı da odur.
* Cömerttir. Gönül adamıdır.
* Hakk'tan çekinir. Hak yemekten korkar.
* İkrâm sâhibidir.
*Akıllı kişilerle müşâvereyi sever.
İşte, bu vasıflarıyla Nasreddin Hoca, bizim 'tebessüm şuûrumuz'dur. Emsâline, dünyâda rastlanmayan 'güldürerek düşündüren' 'Eren-Bilge'dir.
O'na fıkra yakıştırmalar, O'nun adına fıkra uydurmalar, Nasreddin Hoca'nın asırlardan gelen 'tesir gücünü' göstermektedir.
Dünyâya bu kadar müessir olan Hoca'mızı, acaba yeterince tanıyor ve tanıtıyor muyuz? Bunu, iyi düşünmemiz gerekir sanıyorum!..
Yoksa: Nasreddin Hoca'mızın ifadesiyle söylüyorum: "El, Elin Eşeğini Türkü Söyler de Arar."
SARMAŞIK KÜLTÜR DERGİSİ, TEMMUZ-AĞUSTOS 2005, SF. 12-14