Târih, milletlerin, birbirlerine üstünlük sağlamadaki mücâdele sahneleriyle doludur. Bu mücâdeleler, defalarca dile getirilmiştir ki, iktisâdî, dînî ve kavmî sebeplere dayanmaktadır. Bugün de, değişen bir şey yoktur ve görünen odur ki, yarın da aynı sebeplerle savaşlar ve buna bağlı olarak katliamlar sürüp gidecektir.
Şüphesiz ki, milletlerarası münâsebetler karşılıklı menfaatler üzerine kurulmuştur. Tarafların birinde, dîğerini dengeleyecek ‘güç’ yok ise, o zaman, tahakküm başlar.
Türk milleti, güçlü olduğu zamanlarında, ‘tahakküm’ için değil, daha ziyâde, kendisini hâmi kabûl edenleri korumacı/koruyucu olarak görünmüştür ve olmuştur. Kendisinden yardım isteyenlere, bu iyi niyetle yaklaşmış, o her kim ise, onu, kötü emelli emperyalist ruhlu sömürgecilerden korumuştur.
Türk milleti; meskûn bulunduğu geniş coğrafyalarıyla, baskıyı kabul etmeyen fıtrî yapısı ve korumacı tavırlarıyla, hemen hemen, irili ufaklı bütün kavimlerle irtibatlı olmuştur. Bu sebeplerle, her zaman, mutlaka, kendisine adâletten uzak muarızlar da olmuştur.
İlk dönemlerde ve şimdilerde, komşuluk münâsebetleri de olan, ister Çarlık Rusyası olsun, ister kızıl komünist Rusya olsun veya şimdiki Rusya Cumhuriyeti olsun bunlardan biridir.
Bu devlet; sıcak denizlere/Akdeniz’e inmek ülküsünden hiçbir zaman vazgeçmemiş, hedefini hiçbir zaman unutmamış/unutturmamıştır ve uzun süre, Batı Türkistan Türk devletlerini baskısı altında bulundurmuştur. Hiç şüphesiz ki, istiklâllerine kavuşan bu Türk devletleri/Türkmenistan, Kazakistan, Azerbaycan, Kırgızistan, Özbekistan, Rusya’nın tesir sahasının çok da dışında değildirler.
Türk dünyasının ikinci büyük ve hâkim muhatabı kızıl Çin’dir. Târih boyunca, yüzerce senedir Doğu Türkistan Türklerine uygulanan iktisâdî, kültürel ve dînî zulüm, hâlâ, dünyanın sessizliği ve Türk dünyasının bizzat kendi vurdumduymazlığıyla devam etmektedir. Kendi kavmine yapılan zulme susan bin millet, başkalarına adâlet dağıtabilir mi, ne dersiniz?!
Emperyalizm denilen mel’ânet; haksız yere, cebren veya hîleyle, başkalarının hakkını gaspetmektir. Emperyalistler; karşılarındakilere, ellerinde bulundurdukları güç ile, her türlü kötü muameleyi yaparlar ve bunu da milletler arası hukuka dayandırırlar ki, işin vahameti de buradadır.
Hukukta adâlet yoksa, insanlık ölmüştür demektir!..
Milletlerarası hukuk ve insan hakları, maalesef, sâdece kuvvetlinin takdiri ile tahakkuk etmiş ve etmektedir.
Türk dünyası, “ezelî” diye tâbir edilip vasıflandırılan, zaman zaman müşterekleşen/birbirleriyle uyumlu olan Rus ve Çin emperyalizmine karşı direnmeye gayret ederken, bizimle sınırı olsun veya olmasın, Batı’dan ve daha uzaklardan/okyanus ötesinden de bu istilâya mârûz kalmaktadır.
Bu faaliyetler, artık alenîleşen, İngiltere, F(ı)ransa, Almanya gibi Avrupa’nın ileri devletleri başta olmak üzere, Belçika’sından Lüksemburg’una, Hollanda’sı Danimarka’sına, Avusturya’sına, İtalya’sına İspanya, Portekiz’ine kadar böyledir.
Tıpkı bunlar gibi, ‘dostluk ve müttefiklik’ tâbirlerini dilinden hiç eksik etmeyen Amerika Birleşik Devletleri de, zaman zaman görünür, zaman zaman sinsi ve zaman zaman da sezdiren tavırlarıyla bu tezgâhın büyük bir parçasıdır.
Öylesine ki, hem dost (!) ve müttefik(!) ammâ, her faaliyette sizi/bizi, başka yıkıcı emellilere, Türk düşmanı unsurlara tercih etmektedir.
Tabiî ki, Türk Dünyası’nın mes’eleleri bunlarla da bitmiyor. Büyük inşâcı emperyalist güçlerin maşa olarak kullandığı Yunanistan-Ermenistan-İsrail işbirlikçi teşkilâtları da, PKK, IŞİD, PYD, FETÖ... gibi terör örgütleriyle hedeflerine ulaşmak emelindedirler.
Bütün bu güçler, herbiri kendi cephesinden, bâzen de, birleşerek, ‘suskun dünyâ’nın üzerinde emperyalizm oyunu oynamaktadırlar.
“Suskun dünya”nın liderleri, bu güçler tarafından “sâhiplenilmiş”tir ve belki de işin esâsına müessir olan husus budur. Çünkü; “büyük inşâcı emperyalist güçler” tarafından “sahiplenilen liderler”, kendi halklarına yalan konuşmaktadırlar.
Birbirine düşmüş/düşürülmüş/bölük pörçük Arap devletleri, suskun/susturulmuş perîşân Afrika; kimsenin görmediği fakat ataları oberjinleri sürüm sürüm süründüren İngiliz tahakkümündeki bir Avustralya; kendine buyruk bir Japonya, bir türlü felâha eremeyen Afganistan, kendileriyle çatışıp duran Koreliler, ABD kıskacındaki İran, büyük bir nüfusla boğuşan Hindistan...kendi ayağı üzerinde durmaya çalışan milyonlarca insanın derdine çâre olamamaktadır.
Türk Dünyası, nüfus olarak dünyada ilk sıralarda ve yerleşik kültür ve medeniyet sâhibi olması bakımından da, târih boyunca, dünyanın en medenî milletlerinin başında gelen yapısıyla, maalesef, üzüntülü dönemler geçirmekte ve bir türlü inisiyatif alamamaktadır.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasından sonra istiklâllerini elde eden Türk Cumhuriyetleri’yle, Türk Dünyası, eline geçirdiği çok mühim fırsatları gereğince değerlendirememiştir. Üçyüz milyonu bulan insan gücü, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri yanında, tarihteki devlet tecrübeleri, kültür ve medeniyet sahalarındaki örnek alınacak vasıta ve değerleriyle ne yazık ki, belki de şiddetli esen bu emperyalist tufan karşısında gerekli olan direnç gösterilememiştir.
Denilebilir ki, herbir Türk devleti kendi gayretiyle ayakta duruyor ve bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bu, sâdece avunma, kendini iknâ, kandırma ve savsaklamadır. İleriye doğru büyük hedeflere yürümede birlik tesis edilmelidir.
Doğrudur, emperyalist güçler, dünkünden daha kurnaz, sinsi, daha vahşî ve elinde bulundurdukları silâh bakımından da daha zengindirler. Ve ayrıca, sâdece yeraltı ve yerüstü servetlerini sömürüp talan etmek değil, insanların insan olma vasıflarını, şahsiyetlerini, kültürlerini ve her türlü mânevîyatlarını tahripte hiç de müsamahakâr değildirler.
İnsanların, çoluk çocuk demeden canına kıyanlar yâni onlara hayat hayat hakkı tanımayanlar, onların diğer değerlerini nazarı itibare alır mı?
“Irak’ta beş yüz bin çocuk öldürdük. Buna değdi” diyebilen ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, hangi insanlığı temsil edebilir?
Bu nasıl bir mantık, nasıl bir utanmazlık, nasıl bir idrâk ve insanlık anlayışıdır?
Hiroşima’yı kömüre çeviren zihniyet, hangi insanlığın temsilcisi olabilir?
Yirmi sekiz sene içinde elli milyonun üzrinde insan canına kıyan kaatil Josef Stalin hangi insanî vasıfla ifade edilebilir?
Silâhsız insanların üzerine çoluk çocuk, kadın, hasta, ihtiyar demeden misket bombalarını yağdıran İsrail’in insanlıktan nasibi bulunabilir mi?
Bosna’da, Müslüman Boşnaklar’ı katleden Sırhlar ve onların yaptığı katliamlara susan, tek tek her Avrupa ülkesinin mensuplarının insan haklarından söz etmeğe ne hakları bulunabilir?
Karabağ’da Ermeniler’in, Azerbaycalı Türklere yaptığı soykırıma sessiz duran ve adına insanlık âlemi denilen câimadan hangi merhamet beklenebilir?
Yakılıp yıkılan Kerkük’ü ağzına bile almaktan imtinâ edenler, hangi hak ve hukuktan söz edebilmektedirler?
Tarihin gördüğü en acımasız ve gaddar diktatörlerden biri olan Mao Zedog, yirmi milyonun üzerinde insanın katline sebebiyet vermiş ve onunla başlayan katliamlar, her türlü hakları gaspedilmesi bir yana, zulüm ve işkence ile öldürülen Doğu Türkistanlı Türkler’den Türk Dünyası’nın bile yeterince haberdar ol(a)mamasını ne ile îzah edeceğiz?
5 Temmuz 2009 târihinde, Urumçi’de Uygur Türklerine yapılan soykırımının acıları geçti mi, ne dersiniz?
Türkler’e değilse bile, ekserisi Yahudi olan on yedi milyon insanı acımasızca öldüren vahşî Adolf Hitler hangi canlı ailesindendir?
Şu hâle bakın ki, bir zamanlar “Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin...” diye haykırıldığı zamanlarda,
Türkiye’de bile, Maocular, Leninistler -Stalinistler ve Amerikan uşaklığını yapanlar ve eli silâhlı her türlü emperyal maşalar sokak başlarını tutmuş, devlet imkânlarını ellerinde bulunduranlarca himâye görüyorlardı.
Türkiye ve Türk dünyası, hâlen, böyle bir kıskacın içinde ve baskının altındadır. Bu hususta, arzu edilen mücâdelenin yapılabildiği kanaatini de taşımak istiyorum.
İstiyorum çünkü, yapılanlara bakınca bu ümidi taşıyamıyorum. Bırakınız silâhı, en büyük sermayemiz olan ziraatte bile dışa bağımlı hâle gelmiş bulunuyoruz...
Etrafımızı sarmış bulunan kızıl, kara, yeşil...her ne renkten olursa olsun bütün kan emici unsurlar, her fırsatta maksatlarını tahakkukla meşguller ve maalesef başarılı olduklarını da seziyoruz.
Ya biz?
Peygamber Efendimiz buyuruyorlar ki: “Savaş için hazırlıklı olduğunuz müddetçe refah içinde yaşarsınız.”
Bunca akıttığımız kan ve verdiğimiz can karşısında aldığımız ibret ne kadardır ve şu emperyalist kuşatma karşısında ne kadar “hazırlıklı”yız, söyler misiniz?
Bilinmelidir ki, emperyalizmin bir eli yoktur, elleri /kolları vardır!..
Bir şekli yoktur, şekilleri vardır!.. Tıpkı, bukalemun gibi, renkten renge girdiği için ne olduğu da kolay kolay anlaşılmaz!..
En keyifli hâlinizde ve ânınızda, uykudan uyandığınız bir zamanda, bir de bakmışsınız ki, koynunuzda koskocaman bir yılan var...Bâzen, sizi, yiyip bitirdiğini bile anlamanız mümkün olmayabilir!..