Amerikalı önemli düşünürlerden, aynı zamanda ülkesinde büyük itibar gören bir dış politika uzmanı olan Zbigniew Brzeinski, Büyük Satranç Tahtası isimli bir kitap kaleme almıştı. Eserinin önsözünde, 21. Yüzyılda dünyadaki Amerikan hakimiyetinin devam etmesine katkı sağlamak amacıyla bu kitabı yazdığını belirten yazar, daha sonra öngörülerini sıralamaktaydı. Amerika’nın kahinlerinden kabul edilen Brzezinski, aynı zamanda ABD yönetiminde büyük etkinliği olan dış politika uzmanları arasında yer almaktaydı.
Brzezinski’nin büyük satranç tahtası, dünya gücünün merkezi olduğunu düşündüğü Avrasya kıtası üzerine kurulmuştu. Yazarın, 21. Yüzyıla ait değerlendirmelerinde “Avrasya kıtasına hakim olan dünyaya da hakim olur” sözleriyle başlangıç önermesini ortaya koyması bunun açık bir göstergesiydi. Brzezinski ABD’nin Avrasya’da bulunan tüm ülkelerle ilişkilerinin geleceği hakkında teklifler sunarak tezini ortaya koymaktaydı.
Kasım 1940’ta Stalin ve Hitler’in, Amerika’yı Avrasya’ya sokmamak konusunda anlaşmış olmalarına dikkat çeken Brzezinski, bu hamle ile her iki devletin küresel güç tutkularına ulaşma hedefinde mutabık kaldıklarını özellikle kaydeder. Ancak Amerika, üzerinde küresel üstünlük mücadelesinin oynanacağı satranç tahtası olan Avrasya’ya yerleşmeyi başarmıştır. Görüşlerinin temeline sonuç olarak Brzezinski, yumuşak ve ileri görüşlü olması gereken Amerikan politikasının, işbirliği yanlısı bir küresel toplum oluşturan, Avrasya’ya hükmedebilecek ve bu yolla Amerika’ya meydan okuyacak bir liderin ortaya çıkmamasını sağlayacak yapıda gelişmesi gerektiğini kaydeder.
Brzezinski’nin eserine yaptığı girişte bile günümüze dair pek çok gelişmenin izini görmek mümkündür. Ancak eserin ilerleyen kısımlarında ülkelerle ilgili analizlerde eserin yazıldığı 1997’den bugüne Avrasya’daki değişimlerin hangi rüzgarla şekillendiğine dair ipuçlarını bulabilirsiniz. Avrasya’nın politik haritasında jeostratejik oyuncu ve jeopolitik eksenler içerisinde Fransa, Almanya, Rusya, Çin ve Hindistan hem önemli hem de aktif oyunculardır diyen yazar, İngiltere, Japonya ve Endonezya yukarıdakiler kadar önemli olsalar da jeostratejik oyuncu olmaya hak kazanmamaktadırlar diye sonlandırır. İçinde ülkemizin de bulunduğu kısım ise jeopolitik eksen grubundadır. “Ukrayna, Azerbaycan, Güney Kore, Türkiye ve İran ise son derece önemli birer eksen görevini sürdürmekle birlikte” der Brzezinski ve ekler: Bunlardan Türkiye ve İran, diğer oyunculara nazaran daha sınırlı kabiliyetleri olmakla beraber aynı zamanda jeostratejik oyuncu olarak görülebilirler.
Bu ön değerlendirmeden sonra tek tek bölgedeki ülkelerin analizlerini yapmaya başlayan Amerikalı düşünür, önerilerini de sıralamaya başlar. Mesela Pakistan’la dostluk yerine güçlü Hindistan’la ilişkilerin geliştirilmesi daha önemlidir; Ukrayna’nın mutlaka Amerikan safında tutulması gerekir; Hazar denizi ve Orta Asya zenginlikleriyle dolu bir şişenin mantarı olan Azerbaycan Rusya’nın kontrolüne bırakılmamalıdır; Çin’in güneye yayılmaması için Endonezya’ya ihtiyaç vardır; vs. Türkiye ve İran’ın bir arada değerlendirildiği kısımda ise, her iki ülkenin “Rus gücünün ortadan kalkmasını fırsat bilerek Hazar Denizi Orta Asya bölgesinde belirli bir etki yaratmaya giriştiği” kaydedilerek jeostratejik oyuncu olabileceği yazılmaktadır. Ancak, iki ülkenin de ciddi iç problemleri vardır ve dolayısıyla güç dağılımında ciddi bölgesel kaymaların olmasını sağlama kapasiteleri oldukça sınırlıdır.
Brzezinski gibilerinin kâhin sayılmalarının sırrı, onların kehanette bulunabilecek gücünün olduğundan değil yazdıklarının devlet politikası haline getirilmesindendir. Türkiye’nin yakın tarihini anlamaya çalışırken artık kehanet olmadığı açık saçık belli olan bu siyaseti iyi anlamalı ve Amerika’nın 21. Yüzyılda Avrasya’ya hakim olabilmesi için Türkiye’nin iç problemlerle boğuşmak zorunda bırakılacağını yazanları dikkatle takip etmek gerekir. 70’li yıllara damgasını vuran siyasî karmaşa ve anarşinin ardında hangi stratejik ortaklarımızın yer aldığı ve yitip giden insanımızın hangi pazarlıklara kurban verildiği, bugün büyük ölçüde aydınlanmaya başlamıştır. Aynı şekilde Türkiye’yi dinsel ya da mezhepsel açıdan ayrıştırmaya çalışanların uluslar arası ilişkilerimizde çok da uzağımızda yer almadığı bugün ayan beyan ortaya çıkmıştır. Yıllardır stratejik müttefiklerimizin bütün desteğine rağmen önü alınamayan terör hareketi yüzünden Türkiye’nin kaçırdığı tarihî fırsatların kıymeti ölçülemeyecek değerdedir. Zamanlaması mükemmel planlanmış iç sorunlar yüzünden Türkiye, yakın tarihinde kaçırdığı fırsatlar yetmiyormuş gibi son 25 yılında da terör sebebiyle gerçekleşmesi düşünülen atılımların pek çoğunu yapamamıştır. Ancak asıl önemli olan, hala bu ülkede yaşayanların gelecekleri hakkında ciddi bir karar verememiş olmasıdır. Asıl önemli olan, başkasının ne düşündüğü ve yaptığı değil, sizin ne düşündüğünüz ve yaptığınızdır.