İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına ölçüsünü bize öğreten atalarımızın yolundan giderek Endonezya ve gerekse Japonya milliyetçilik hareketlerini hasbel kader yerinde sadece gözlemlemiş eski bir Milliyetçi Hareket Parti ülkücü teşkilatı üyesi ama her zaman yüreğinde milliyetçilik rüzgarı esen satırların sahibi olarak acizane anılarımızı arzedeceğiz.
RUHUN DEĞİŞMEZ RAHAT OL
Sapporo Hokkaido Üniversitesi tarih hocası Koyama Koichiro hoca 1991 de Japon milliyetçi gençleri caddelerde kamyonetlerin üzerinde eski Japon bayrağı ve üzerinde hoparlör ile “Kuril adalarını Ruslardan alalım” dediği günlerde “milliyetçiler dünyanın her yerinde aynıdır. Prototip olarak da birbirine benzerler” demişti. Ben de düşünmüş “Rus düşmanlığından başka ortak yanımızı bulmak zor galiba” demiştim. O günlerde caddelerde sırtında gitarı saçlarını sarıya boyamış Japon gençler de türemiş ve muhafazakar Japon toplumundan etkilenmiş bir Türk olarak hocaya şöyle demiştim: “Bu gençleri görünce Japonya’nın geleceğinden endişe ediyorum.” Cevap: “Ne yaparlarsa yapsınlar onlar Japon. Çünkü Japonca yazıyorlar. Ruhları değişmez. Rahat ol.” Aradan 18 yıl geçip de 2009 yılı Şubatında Tokyo’ya gittiğimizde aynı kamyonetlerde aynı hoparlörlerden Japon milliyetçi gençlerin aynı haykırışlarını yeniden duyduğum zaman hocayı tekrar hatırladım. Japon milliyetçiler davalarından vageçmemişler ve yollarda hoparlörden bağara bağara aynı sıloganları atarak geçiyorlardı. Japon milliyetçiler davalarında sebatkâr idi.
BÖYLESİ KAYPAK TAVIR
Kader bizi 2011 yılında Cakarta’ya itti. Şirket kurmak hevesimiz 6 ayda söndü ve kitap yazmaya başladık. Yeryüzünün en büyük İslam ülkesiydi. Endonezya’da “din” ve “milliyetçilik” konusu ister istemez 1602-1945 sürecinde 350 yıl kadar sömürülüp kemirilen ülkede eserlerde önümüze geldi. Ülkeyi işgal edenlerin en korktuğu ve en güvenmediği kişiler ulama denen din adamları idi. En korktuğu kişilerdi çünkü İslam dininde cihat diye bir ülkü vardı. Bunu halka anlatırlarsa işleri zordu. Ama din adamlarının böyle bir amacı da yoktu. En güvenmediği kişiler de ulama idi. Çünkü tavırları belirgin değildi. Helal dedikleri ortama göre değişiyor, haram dedikleri kah yerinde helal, kah haram oluyordu. Böylesi kaypak tavır; işgalci Japonlara da pek güven vermedi. Mübarekler amip gibi bölünüp ardından tekrar başka küçücük birlikler halinde birleşiyorlardı. Kullanılmaya müsait idiler. 1943 de Japonlar nasıl bir İslam buldularsa 2013 yılında biz de bölük pörçük dağınık her birisi ayrı bir krallık olan idari tabakalarının enaniyet peşinden koştuğu bir İslam bulduk. Gerçi yerli İslam sesi olan kiai denen Endonez hocaefendiler ile ülkede gerek kıyafetleri ve gerekse fikirleri ile bir Arap İslamı anlatan habib denen Hazreti Muhammet neslinden geldiği söylenenler arasında zaman zaman sert tartışmalar da oluyordu. İslam bütünleşmek kadar, bölünmenin de bir önsözü gibi gerekçe haline dönüşüyordu. Ama hemen hepsi aynı sıloganı ağızlarından eksik etmiyordu: NKRI; Negara Kesatuan Republik Indonesia: Endonezya Cumhuriyeti Milli Birlik ve Bütünlüğü
Sözde vardı. Her yerde. Yasalarda bile. Özel yasası bile vardı. Ama yüreklerde yoktu.
TÜRK HASTASI İDİLER
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde 1979-1983 arasında öğrenciydim. Haluk Karamağaralı ve eşi Beyhan Karamağaralı Sanat Tarihi derslerine girdiler. Haluk Hoca rahmetli Ulu Cami hastasıydı. Türkiye’de Ulu Cami bırakmamıştı. Yaz tatillerinde vosvosa binip cami cami gezdiğini söylüyordu. Hayat bizi Japonca tercüman olarak Anadolu yollarında kent kent gezdirirken, Van gölü batı kıyısındaki Ahlat’a ve Kars’a da arada sırada yolumuz düşüyordu. Van müze müdürü Kars’ın 47 km. güneydoğusunda Ermenistan sınırına sıfır Arpaçay nehrinin kıyısındaki Ani harabelerini kazdığını söylemişti. Her gittiğimde hocamın bir şeyler bulup çıkardığını görüyor ve seviniyordum. Kendisiyle görüşmek nasip olmadı. Ahlat mezartaşlarını da Osmanlı Türkçesine aktaran kitabını Kültür Bakanlığı yayınlamıştı. Kars Müze Müdürü sanırım 2000-2002 dönemlerinde gittiğim zaman artık yaşlandı demişti. Eş olarak Türk tarihi ve tabir caizse Türk hastası idiler. Ciddiyet ve çalışkanlık timsaliydiler.
2011 Kasım -2014 Şubat arası Endonezya’da bulundum. Devlet adamından sokaktaki sıradan vatandaşa kadar herkesin ailesi, sülalesi var olduğundan emin olunuz. Ama ülkeleri var mı? İşte bu noktada endişelerimiz var.
1755 yılında bugün Yogyakarta Valisi olan Pakubuwono sülalesinden bir Sultan sıfatlı yöre ağası Felemenklerle bir anlaşma imzalıyor. Anlaşmada adamın sülalesi, sarayı var. Bir protokol biblosu gibi Felemenkler kabul ediyor. Adam da kabul ediyor. Adam dediğim bugün Yogyakarta Valisi. Ama ülkesinin 4 parçaya bölünmesine ve bunun ehli küffar eliyle yapılıp kontrol edilmesine onay veriyor. Yetmiyor bir de vergi, toprak konusunda her şeyi Felemenk ırz düşmanı sömürgenlere teslim ediyor. Bazı arkadaşlarım diyorki niçin “ırz düşmanı” diyorsun, diyorlar. 12 yaşındaki kız çocuklarını malum hizmetler için evine alan ve onlara “nyai” yani gözde, cariye diyenlere ne demeli? Başka söz bulamıyorum da ondan. Bunlar Avrupalıdır. Bugünkü Hollandalıların torunlarıdır.
Partai Nasdem diye bir milliyetçi partinin de kurucularından olan bu Pakubuwono bey nasıl bir milliyetçilik zihniyetine sahiptir acaba? Merak ediyorum. Adamın sarayı var. Ülkesi yok. Ailesi var. Milleti yok. Sıfatı Vali. Hem de nesillere intikal edecek şekilde miras kalacak şekilde yasalara da işlenmiştir. Bakınız şu hale; burası Endonezya burası yeryüzünün en büyük İslâm ülkesi. Yıl 2016.
Bir oğlum var; 5.5 yaşında. Annesi Endonez. Çocuğa vasiyet edeceğim. Trabzon’da 1.5 dönüm arazi nenenden sana kaldı. Tapuya işlettim adına kayıtlı. Sakın bu araziye bu adamı bahçıvan yapma. Satar haberin olmaz diye vasiyet edeceğim.
MİLLİYETÇİLİK BİR SÖYLEM DEĞİLDİR
Hollandalılar ülkeleri için hırsız, milliyetçi, Endonezler sülaleleri için milliyetçi oluyor. Japonları söylemeye gerek yok. Peki biz neyiz? Nasıl bir milliyetçilik zihniyeti olmalı bizde?
Milliyetçiliğin tekelleştirildiği günleri ve zihniyeti çoktan aşmamız gerekiyor. Ülkemizi bölmek isteyen Amerika başta olmak üzere dış güçler ihanet planlarını sürdürecektir muhakkak. Bize düşen millyetçliği bir söylem değildir bir etkinlikler sürecine dönüştürüp herkese sevdirecek hareketler üzerinde kafa yormaktır vesselam.