Uyuşturucu denilen illet, bizim gibi bir milletin yakınına değil, semtine bile uğramamalıydı.
Fakat ne yazık ki, rakamlar hiç de öyle söylemiyor...Ve ne yazık ki, bu durumu, bizim Sağlık Bakanlığı verileri ortaya koyuyor. Buna göre, Türkiye’de, son 13 yılda uyuşturucu tedavisi görenlerin sayısında büyük artış var. 2004 yılında, bindörtyüz onyedi kişi tedavi görürken, 2017 yılı îtibâriyle tam 11 kat artarak 15.885’e ulaşmıştır.
Peki, bunun muhasebesini yapmayacak mıyız?
Bu “uyuşturucu” maddeleri kullanan gençlerimiz için değil, ‘kullanmaya meyilli gençler için’ gerekli tedbirleri niçin almıyor/alamıyoruz? Bu zehirli maddelere harcanan paralar bir yana, bu gençlerin tedavi edilmelerinde harcananlar da bir yana, bu yolla “tükenen hayatların/sönen ocakların” bedeli nasıl ödenebilir?
Önleyici olanlardan başlamak üzere, merhale merhale tedbirler niçin alınmamaktadır? İş, işten geçtikten sonra yapılanlar ise, bir işe yaramamaktadır.
Şahsen, gençleri hattâ ortaokul çocuklarını salonlara toplayıp, onlara, bu maddelerin zararlarından söz etmenin de faydasına inanmamaktayım. Aksine, bu maddelerden haberdar olmayan çocuklarımız, böylece haberdar olmakta ve ‘imrenme” veya “bir defa deneyeyim bir şey olmaz” düşüncesiyle bu ağın içine düşmektedirler, düşebilirler.
Önce, o çocuklara ve gençlere uzanan ellerin koparılması gerekir!..
Dünya Uyuşturucu Raporu da, bu belânın büyüklüğünü ortaya koymaktadır ve ne hazîndir ki, dünya şartlarına göre, bizdeki tehlike daha büyük görünmektedir.
Son yirmi altı yılda, dünya nüfusuyla uyuşturucu bağımlısı sayısı mukayese edildiğinde, “dünyada bir düşüş” ve bizde ise, “ bir artış/yükseliş” bulunmaktadır.
Rapor; bunu da, şu istatiskî rakamlarla ifade etmektedir: “Dünya nüfusuna oranla uyuşturucu madde kullanımı 10 binde 88’den, 85’e düşerken, Türkiye’deki uyuşturucu madde kullanımı 10 binde 70’den, 10 binde 82’ye yükselmiştir.”
Denilebilir ki, “Efendim, bizdeki, yine de dünya ortalamasının altında bulunmaktadır. Niçin abartıyorsunuz?”
Peki, bu, dünya dediklerimizin ne kadarı, Hıristiyandır, ne kadarı putperesttir, ne kadarı mecûsîdir, ne kadarı ateisttir...hattâ ne kadarı sâhipsiz çocuk ve gençtir, hiç düşündünüz mü?
Peki, bizim, millî mâzîmizden taşıdığımız hasletlerimiz, bizim millî mizacımız, peki, bizim mübârek dînimizin bize aşıladığı kıymetlerin hiç mi kıymeti ve îtibarı yoktur, hiç mi ehemmiyeti yoktur, söyler misiniz?
Eğer, Türkiye, hem de son yıllarda böyle tehlikeli bir rakama ulaşmış ise, tedbir yerine, başka yerlerde teselli aramanın veya müdafaaya geçmenin hangi mantığı olabilir?
Böyle bir felâket ağına düşeni demiyorum, düşmek üzere bulunan bir gencimizi bu uçurumdan kurtarmanın çârelerini aramak yerine, boş sözlerle, işi sürüncemede bırakmanın hiçbir mâkul tarafı bulunamaz. Bu durum, sâdece bu anki gençliğimizi değil, âile yapımızı ve geleceğimizi de çıkmaza sokmak demektir.
Millî Eğitim, Sağlık, Gençlik ve Spor, Çalışma Sosyal Hizmetler ve Aile, İçişleri Bakanlıkları, buna, âcilen çâre aramalı ve bulmalıdır. ‘Bulmalıdır’dan başka söz de yoktur, olmamalıdır. Bunca bakanlığın teksif olduğu bir mes’ele nasıl çözülmez, nasıl sıfırlanamaz!..
Mes’ele, bu gençlerimizin bu illete yakalanmamasını sağlamaktır. Selâhiyetli ve mes’ul bunca “bakanlık”ın bulunduğu bir devlette, bu ârızaların bu derecelere çıkması da düşündürücü olmaz mı?.
Elbette, Türkiye’nin, “uyuşturucu yolu” üzerindeki Afganistan-Avrupa hattının ortasında bulunduğu bilinen bir hakîkattir. O hâlde, mâdemki tehlike büyüktür, uyuşturucu tâcirlerine en öldürücü darbe için her an hazırlıklı olunmalıdır. Bunun, hiçbir mâzereti olamaz..
Dîğer taraftan, dünyâ ölçülerinde, ne yazık ki, her öğrenim kademesinde, ilmî bakımdan gerilerde bulunuyoruz. Buna, bir de, ‘lâçkalık’ ve “vurdumduymazlık” eklenince, hedefsizliğe doğru yol almış oluyoruz.
Hedefsizlik, belirsizlik’tir. Bu da, ümitsizliği başlatan ‘işsizlik’le başbaşa yürüyor.
TÜİK’İN, 15 Mart 2019 tarihli açıklamasında ortalama işsizlik %13.5’lara ulaşmış, genç işsizlik ise,zâten % 25’lere yaklaşmıştı.
Sonuç ne mi? Hadi, isteyenler, -orada ne kıraat ediliyorsa-kıraathâne desinler...
İhtiyarlar kahvehânelerde...
Üniversite bitirmiş gençler kahvehânelerde...
Emekliler, kahvehânelerde...Ümitsizler, kahvehânelerde...
İş arayanlar kahvehânelerde...Evden kaçanlar kahvehânelerde...
Ya kütüphâneler???
Ne yazık ki, çocuklarımız kütüphânelerde değil de, parklarda, kütüphâne bahçesinde, kafeteryada, t(ı)ramvayda...kitap okuyormuş!!!
Hem de, toplu hâlde!..Hattâ, bâzı yerlerde velileriyle berâber!..Ne diyebilirim ki!!! Herkesin elinde ‘göstermelik’ bir kitap, poz veriyor!..
Türkiye’deki kitap okuma ciddiyeti bu hâle dönüşmüş...ise...ne diyebilirim!..
Diyeceksiniz ki, uyuşturucu ile, okumak ne alâka?..Öyle bir alâka ki, sonu, ümitsizlik uçurumuna çıkıyor!..
Peki, okul kütüphâneleriniz açık mı? Hayır!..Peki, açık olmayan, ‘göstermelik’ kütüphânelere girilmiyorsa, sokakta okumanın ne mânâsı vardır!?
Boş adam, her şeyi yapar!..