İnsan aklı, soru sorduğu sürece aydınlanır. Bilgi, öğrenme sürecinin bir sonucudur ama onu diri tutan şey şüphedir, meraktır, sorgulamaktır. Ne zaman ki insan, bildiğini zanneder ve sorgulamayı bırakır, işte o zaman aklı karanlığa gömülmeye başlar. Çünkü hakikate ulaşmak, durağan bir süreç değildir; aksine sürekli bir çabanın, yenilenmenin ve anlam arayışının sonucudur.
İnsan neden sorgulamaktan vazgeçer? Bunun birçok sebebi olabilir. Kimi zaman rahatlığa düşkünlük, kimi zaman korku, kimi zaman da çevrenin baskısı… Yeni bir şey öğrenmek, mevcut bilgiyi sarsabilir, ezberleri bozabilir. Bu da insanı huzursuz eder. Çünkü belirsizlik rahatsız edicidir. Bildiğini kabul etmek ve sorgulamamak, insana güvenli bir alan sağlar. Ama bu güvenli alan, aynı zamanda düşünceyi de hapseden bir zindana dönüşebilir.
Düşünce dünyamız, tıpkı bir fener gibi ancak ışık yaydığı sürece etrafını aydınlatır. Fakat kişi, "Ben zaten her şeyi biliyorum" dediğinde, o fenerin içindeki ışık sönmeye başlar. Kendi doğrularına körü körüne bağlanan insan, başka bir gerçeğin mümkün olduğunu düşünmez hale gelir. Oysa dünya, bilginin her an değiştiği, yeni keşiflerin yapıldığı, farklı bakış açılarının değer kazandığı bir yerdir. İnsan ancak sorgulayarak gelişir, ancak merakı sayesinde ilerler.
Bir zamanlar dünya düzdü, denizlerin sonunda dev bir uçurum vardı. Gökyüzü bir kubbeydi ve yıldızlar onun yüzeyine çakılıydı. Bunu herkes biliyordu, çünkü büyükler böyle söylüyordu. Ama biri çıktı ve "Ya dünya yuvarlaksa?" diye sordu. İşte o soru, insanoğlunun ufkunu genişleten, yeni keşiflerin kapısını açan ilk adımdı. İşte bu yüzden her insan, kendine şu soruyu sormalıdır: "Gerçekten biliyor muyum, yoksa bildiğimi mi zannediyorum?"
Sorgulamak, itiraz etmek demek değildir. Sorgulamak, inatçılık değildir. Sorgulamak, daha iyisini aramaktır. Daha doğrusunu, daha gerçeğini bulabilmek için sorular sormaktır. Çocuklar gibi merak etmektir. Çünkü çocuklar her şeyi merak eder, her şeye soru sorar. Ama büyüdükçe, bu sorular azalır. Çevremiz, kültürümüz, sistemimiz bizi sorgulamamaya, olduğu gibi kabul etmeye alıştırır. Oysa asıl bilgelik, her yaşta o çocuk merakını koruyabilmektir.
Tarih boyunca büyük medeniyetler, sorgulayan zihinlerin eseridir. Bilimi, felsefeyi ve sanatı inşa edenler, sürekli sorular soran ve cevaplarıyla yetinmeyip daha fazlasını arayanlardır. Sokrates’in “Sorgulanmamış hayat yaşanmaya değmez” sözü de tam olarak bunu anlatır. Gerçek bilgiye ulaşmak için her daim sorular sormak, her cevabı yeniden değerlendirmek gerekir.
Zihin, sorgulamadığında körelir. Kendi düşüncelerini mutlak doğru kabul eden kişi, çevresindeki farklı seslere kulaklarını tıkar. Farklı fikirlere kapalı bir insan, sadece kendisinin haklı olduğuna inanır ve bu inanç, onu zamanla dogmatik bir karanlığa sürükler. Oysa gerçekler değişebilir, bilgiler güncellenebilir. Bugün doğru bildiğin, yarın eksik ya da yanlış olabilir. İşte bu yüzden, "Bildiğimi mi zannediyorum, yoksa gerçekten biliyor muyum?" sorusunu sormaktan hiç vazgeçmemeliyiz.
Düşüncenin körleşmemesi için, sorular sormaktan asla vazgeçmemeliyiz. Bildiklerimizi her daim gözden geçirmeli, yeni perspektifler aramalı ve gelişime açık olmalıyız. Ancak bu şekilde hakikate yaklaşabiliriz. Unutmamak gerekir ki, sorgulamayan bir zihin, kendi ışığını söndürür ve karanlığa teslim olur.