Son zamanlarda içimizi burkan haberlerle sarsılıyoruz. Henüz hayatlarının en başında, umutlarının en taze yerinde nice genç, sessizce aramızdan ayrılıyor. Kimileri sosyal medyada birkaç gün konuşuluyor, kimileri ise hiç duyulmuyor bile. Ve bizler…
Sadece izliyoruz.
26 Mayıs’ta Dicle Üniversitesi Onkoloji Hastanesi’nin bahçesinde meydana geldi. Ailesinin evine dönmemesi üzerine yaptığı kayıp başvurusunun ardından polis ekiplerince arama çalışması başlatılan Nur Sena Düzgün’ün cansız bedeni, bir gün sonra bahçedeki bir ağaca asılı halde bulundu.
Ve şimdi geriye kalan:
Koca bir sessizlik...
Ve sarsıcı bir soru:
Toplum olarak biz neredeyiz?
Kul olarak Hakk’a giden yolun neresindeyiz?
Her intihar, bir insanın ruhunda yıllarca biriken ızdırabın, artık taşacak yer bulamadığında dışarıya taşan hâlidir. Sessiz bir çığlık, görünmeyen bir yardım çağrısı...
Ama biz ne yapıyoruz?
“Benim de sıkıntım var.”
“Eğitimim yeterli değil.”
“Maddî imkânım yok.”
“Ben de sevgi görmedim ki göstereyim.”
diyerek sıyrılıyoruz işin içinden.
Meşru olanı mübah gibi alkışlayan, mübah olanı külfet sayan, alkış delisi bir toplum…
Üç maymunu oynar gibi…
Duymuyoruz.
Görmüyoruz.
Bilmiyoruz.
Çünkü görmek, duymak ve bilmek bizi harekete geçmeye zorlar.
Ama biz konfor alanımızdan çıkmak istemiyoruz.
Görmezden geliyoruz çünkü içimize bakmak cesaret ister.
Vicdanla yüzleşmek kolay değildir.
Toplumca öyle telaşlı yaşıyoruz ki, bir haberin etkisi 24 saat bile sürmüyor. “Olan bitene üzüldüm.” deyip hayatımıza devam ediyoruz.
Oysa her kayıp, hepimizin ortak vebali değil mi?
Maneviyat...
Bugünün dünyasında eksikliğini en çok hissettiğimiz cevher.
Aile...
Bir zamanlar güven kapısı olan yuvalar, artık sorgulanan birer çatlağa dönüştü.
Çocuklarımıza maddiyat sunuyoruz ama ruhlarını doyurmuyoruz.
Onlara başarıyı anlatıyoruz ama sevgiyi anlatmıyoruz.
Saygı istiyoruz ama örnek olmuyoruz.
Konuşuyoruz ama dinlemiyoruz.
Aile olmak, aynı çatı altında yaşamaktan ibaret değildir.
Birbirinin kalbini duyabilmek, sıkıştığında elini tutabilmek, omzunu siper edebilmektir.
Sallanan temellerin sağlamlığı, maneviyatla ve gerçek aile bağıyla mümkündür.
İslâm, hayatı korumayı emreder.
Bir canı kurtarmak, bütün insanlığı kurtarmaktır.
Gençlerimize sahip çıkmak yalnızca ebeveynin, yalnızca hocanın, yalnızca devletin değil; hepimizin vazifesidir.
Bir gencin hayattan kopmasına yalnızca üzülmek yetmez.
Asıl soru şudur:
Bunu engellemek için ne yaptık?
Bugün Sena’nın adını biliyoruz.
Peki ya bilmediklerimiz?
Yarın, başka bir gencin ardından aynı cümleleri kurmamak için neyi değiştirmeye hazırız?
Artık üç maymunu oynamayı bırakmalıyız.
Görmeli, duymalı, bilmeli ve bir şey yapmalıyız.
Bir selam, bir tebessüm, bir “Nasılsın?” bazen bir ömrü değiştirebilir.
Bu yazı bir ağıt değil;
Bir çağrıdır.
Ey kalbi uyanık insan, ses ver!
Çünkü belki de birinin sessiz çığlığı, tam şu anda senin duyacağın bir imdattır.
Üzüntü verici bir durum kıymetli Hocam şu halde insanları değiştirmek oldukça zor iş kaleminizden nasiplendik Elhamdülillah iyiki varsınız teşekkürler