Herkesin taşıdığı bir acısı vardır. Kimi saklar, kimi gösterir, kimi de o acıyı kelimelere dökemeyecek kadar sessizleşir. Acı, insanın içini yoğuran, çoğu zaman görünmeyen ama derinden hissedilen bir konuktur. Öyle bir konuk ki, geldiğinde ne kapıyı çalar ne de gitmek için izin ister. Yerleşir bir köşeye, çoğu zaman da kalıcı olur.
Ne yazık ki çoğu insan, başkasının acısını kendi terazisiyle ölçer. Senin canını yakan yerden geçmediği için, sancını hafife alır. “Bu da dert mi?” der, “Ben neler yaşadım!” diye sözü kendine çevirir. Anlamaz; çünkü insan yaşamadığını hissedemez. Hissedemediği bir şeye de kolay kolay değer veremez.
İşte tam da burada vazgeçmek gerekir: Acınıza saygı duymayanların gölgesinde kalmaktan... Kendinizi izah etmeye çalışmaktan... Ruhunuzun derinliğini iki kelimeyle küçülten bakışlara boyun eğmekten… Acı, bir anlatı değil; bir hâldir. O hâli yaşamayan, ancak tahmin eder — çoğu zaman da yanlış tahmin eder.
Bazı insanlar vardır ki, onların dünyasında acı yer bulamaz. Çünkü orası yalnızca kendi duygularının yankılandığı bir odadır. Başkasının hüznüne değil, sadece kendi hikâyesine kulak verirler. Oysa hakiki insanlık, başkasının acısına yer açabilmekle başlar. Dinlemekle, anlamaya çalışmakla, yargılamadan durabilmekle...
Acınıza sahip çıkın. Onu küçümseyen değil, onunla birlikte yürümeye gönüllü olan insanları arayın. Çünkü acıya saygı, insanın iç dünyasına açılan en içten kapıdır.
Merhamet, aynı hizada yürümektir
Zaman zaman merhametle acımak birbirine karışır. Oysa aralarında ince ama belirleyici bir fark vardır. Acımak, çoğu zaman yukarıdan bakan bir duruşla gelir; “Zavallı...” diye başlayan cümlelerde kişinin acısını küçümseyen bir bakış gizlidir. Karşısındakini eksik, güçsüz görür. Hatta bazen kendi güçlü hissini pekiştirmek için başkasının çaresizliğini kullanır.
Merhamet ise aynı hizadan bakar. Başkasının acısına eğilmek değil, onun yanında durabilmektir. Yaraya dokunurken şefkati eline alır. Acıyı sömürmez, seyretmez, büyütmez de. Sadece oradadır. Sessizce, yargılamadan ama hissederek...
Merhametli bir yürek, acıyı anlamaya çalışırken "Ben olsaydım ne hissederdim?" diyebilir. O yüzden merhamet, bir yürek genişliğidir. Empatinin bile ötesindedir bazen; çünkü sadece anlamaya değil, birlikte taşımaya taliptir.
Acımak geçici bir ilgidir; merhamet ise kalıcı bir varoluş hâlidir. Acıyan, bir adım sonra unutabilir; ama merhamet eden, izi ruhuna işler.
Bir Sessizlik Dersi: Sabır
Bir gün Allah Resûlü (s.a.v.), sahâbesiyle birlikte yürürken bir kadının mezar başında ağladığını görür. Kadın, kaybettiği yakınının acısıyla kendinden geçmiş, hıçkıra hıçkıra ağlamaktadır. Efendimiz ona yaklaşır ve sakin bir sesle şöyle der:
“Sabret ve Allah’tan ecir um.”
Kadın, o anda kiminle konuştuğunu bilmeden öfkeyle karşılık verir:
“Beni bırak! Senin başına gelmedi ki böyle konuşuyorsun!”
Efendimiz hiçbir şey söylemeden oradan uzaklaşır. Bir süre sonra kadına, konuştuğu kişinin Peygamber olduğu söylenir. Büyük bir mahcubiyetle hemen Resûlullah’ın huzuruna gider ve özür diler. Bunun üzerine Efendimiz şöyle buyurur:
“Gerçek sabır, musibetin ilk anında gösterilendir.”
(Buhârî, Cenâiz 32; Müslim, Cenâiz 14)
Ne büyük incelik, ne derin bir merhamet… Ne bağırır, ne yargılar. Yalnızca hatırlatır: Sabır da, anlayış da, merhamet de önce kalpte başlar. Kalbi olan hisseder; hisseden, değer verir...
Kalpten Kalbe: İnsan Olmak
İnsan olmak yalnızca yaşamak değil, başkasının yaşadığını da duymaktır.
Acıya saygı, merhametle birleştiğinde insan kalbinin en derin kapıları aralanır.
Ve o kapıdan giren her şey, hem bize hem başkalarına şifa olur.
Muhteşem Bir yazı kaleme almışsınız tebrikler
Güzel olmuş hocam teşekkürler
Merhamet, acımak ve empati kavramlarını tüm yönüyle anlaşılır şekilde anlatan, çerçevelik bir yazı ????????kaleminize sağlık