Günümüz eğitim sistemi, her geçen gün çocukların omuzlarına daha ağır yükler bindiriyor. Henüz kalem tutmayı yeni öğrenmiş bir ilkokul öğrencisinin, deneme sınavlarına, test kitaplarına ve başarı sıralamalarına mahkûm edilmesi artık neredeyse “normal” karşılanıyor. Sanki çocukların en büyük amacı sınav kazanmak, test çözmek, yüksek puan almakmış gibi bir algı oluşturuluyor. Oysa bu yaşlar, çocukların oyunla büyümesi, hayal gücünü geliştirmesi, çevresini keşfetmesi ve kendini özgürce ifade edebilmesi gereken en kıymetli yıllardır. Biz ne yapıyoruz? Küçücük yürekleri bir yarış pistine sürüyoruz. Çocukları, daha nefes almadan koşturuyor, düşerse kalkmasına bile fırsat vermeden bir sonraki sınava yönlendiriyoruz. Onlar oyun oynamak isterken, biz ellerine sürekli test kitapları tutuşturuyoruz. Çocuklarımızın çocukluğunu elinden alıyoruz, farkında değiliz. Ve çocukluğu elinden alınan bu kişiler büyüdüklerinde dahi yaşayamadıkları çocukluklarına dair içlerinde hep bir uhde kalıyor.
Elbette ki eğitim önemlidir. Ancak eğitim yalnızca akademik başarı değildir. Eğitim, insana sadece bilgi yüklemek değil; karakter kazandırmak, hayata ve insanlara karşı sorumluluk bilinci oluşturmak demektir. İlkokuldaki bir çocuğun birincil görevi; ahlaklı bir birey olmayı öğrenmek, yalan söylememeyi, insanlara saygı ve sevgiyle yaklaşmayı, doğayı korumayı, paylaşmayı ve vicdanlı olmayı içselleştirmektir. Matematikte başarılı olabilir, sınavlarda derece yapabilir ama insan olmayı başaramadıysa bunun ne anlamı kalır? Biz çocuklarımızı bu temel insani değerlerle donatmadığımızda, testlerde birinci olmasının, madalyalar kazanmasının, takdir belgeleri almasının ne önemi olur? İyi bir insan olamadıktan sonra yüksek puanlar neyi kurtarır?
Veliler olarak bizler de bu sistemin gönüllü destekçileri haline geldik. Çocuğumuz birkaç soru çözdü mü hemen bir üst seviyeye geçmesini istiyoruz. Yaşına, ruhsal gelişimine ve çocukluk hakkına aldırış etmeden onu sınavlara hazırlıyoruz. Dershaneye göndermeyi, özel öğretmen tutmayı, kitap üstüne kitap almayı bir zorunluluk gibi görüyoruz. Oysa bazen çocuklarımızın bir adım geri kalması, bazen yanlış yapması, bazen başarısız olması, gelişimin bir parçasıdır. Küçük yaşlarda başarı bekliyoruz ve onları istemeden de olsa boğuyoruz. Akademik başarıyı, iyi insan olmanın önüne koyduğumuzda çocuklarımızı çocukluklarından mahrum bırakıyoruz. Onları sadece “başaran çocuk” kimliğiyle tanımladığımızda, farkında olmadan ruhlarına yüklediğimiz baskıyla, ileride belki de hiç onaramayacağımız yaralar açıyoruz. Çocuklarımızı stres, kaygı ve tükenmişlik içinde büyütüyoruz.
Oysa ilkokul çağındaki bir çocuğun öncelikli hakkı, oyun oynamaktır. Çocukluk, özgürce koşturmak, bisiklete binmek, çamura basmak, düşüp yeniden kalkmak, sokaklarda kahkahalar atmak demektir. Yaşayarak, eğlenerek, paylaşarak öğrenmek bu dönemin en doğal sürecidir. Zorla yüklenen bilgiler, ezberletilen formüller kalıcı olmaz. Ama bir çocuğun gülüşünü elinden alırsanız, bir daha asla geri veremezsiniz. Çünkü çocukluk bir kere yaşanır. Kaçırılırsa, telafisi yoktur.
Eğitim sistemimizin ve biz ebeveynlerin yeniden düşünmesi gerekiyor:
Bir çocuğun hayatında en önemli şey, önce iyi bir insan olmayı öğrenmesidir.
Erdemli, vicdanlı, saygılı, ülkesini seven bir birey olmak çocuğun temel yolculuğudur.
Belki de biraz yavaşlamalıyız.
Belki de çocuklarımızın oyun oynarken geçirdiği zamanı, en verimli eğitim süreci olarak görmeliyiz.
Belki de onlara en büyük iyiliği, biraz serbest bırakıp çocukluklarını doyasıya yaşamalarına izin vererek yaparız.
Çünkü çocuklarımız bir yarış atı değil, küçük kalpleriyle hayata tutunan, gözlerinde umut taşıyan yarınlarımızdır.
Ve onlar, çocukluklarını doyasıya yaşamayı gereğinden fazla hak ediyorlar.
Bunu onlardan almayalım…