Tarih 29 Mayıs 1453... Bir çağ kapanıp, bir çağ açılıyordu. Henüz 21 yaşındaki bir padişah, asırlarca aşılamayan surları aşarak, tarihin yönünü değiştiriyordu. Fatih Sultan Mehmet, sadece büyük bir komutan değil, aynı zamanda bir ideali taşıyan ve bir emaneti yüklenen kutlu bir liderdi. İstanbul’un fethi, bir askeri zaferin ötesinde, ilahi bir müjdenin şanlı destanıydı.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) şu mübarek hadisi bu fethin arka planındaki manevi yönü yıllar öncesinden müjdeliyordu:
“İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.”
Bu mübarek hadise nail olmak, yüz yıllar boyunca birçok İslam komutanının hayali olmuştu. Ancak bu şeref, Allah’ın izniyle II. Mehmet Han’a ve onun “ne güzel” diye övülen ordusuna nasip oldu. Onlar sadece toprak fethetmediler; inançla, sabırla, ilimle ve dualarla yoğrulmuş bir ruhun galibiyetini tarihe kazıdılar.
Fetih; sadece bir şehri ele geçirmek değil, karanlığı aydınlığa çevirmektir. Fetih, zulmün yerine adaleti, nefretin yerine merhameti hâkim kılmaktır. Bu yönüyle fetih, taşla değil, inançla; kılıçla değil, kalple kazanılan bir zaferdir. Gerçek fetih, gönüllerin fethidir. İşte İstanbul’un fethi, bu anlayışın ete kemiğe bürünmüş halidir. Fatih Sultan Mehmet, sadece surları değil, çağları aşan bir anlayışın temsilcisi olmuştur. Onun fethi; ilimle, stratejiyle, adaletle ve en önemlisi imanla yoğrulmuş bir dirilişin adıdır.
Fatih Sultan Mehmet, sadece bir kılıç ehli değil, aynı zamanda ilmin ve hikmetin de mümessiliydi. Kendisi Arapça, Farsça, Latince ve Yunanca bilen, alimleri etrafında toplayan, Ayasofya’nın gölgesinde ilmi tartışmalar yaptıran bir sultandı. Onun fetih anlayışı sadece toprakları değil, kalpleri de kuşatmayı içeriyordu. İstanbul’a girerken kiliselere, manastırlara ve farklı inançlara dokunmaması; fethin sadece askeri değil, ahlaki ve İslami bir temel üzerine kurulduğunu açıkça göstermektedir.
İstanbul’un fethiyle birlikte sadece Bizans’ın siyasi varlığı sona ermedi; aynı zamanda bir ümmetin yüzyıllardır beklediği manevi kapı da açıldı. O kapı, Allah’ın vaadine olan inancın, Resulullah’ın müjdesine olan sadakatin ve imanın zaferiydi.
Bugün, fethin yıl dönümünü idrak ederken, sadece geçmişi yâd etmek değil, aynı zamanda o ruhu yeniden kuşanmak zorundayız. Zira İstanbul’un fethi, bir milletin imanla neleri başarabileceğini gösteren en büyük kanıttır. O zafer, birliğin, adaletin ve sabrın en güzel örneğidir.
Fatih Sultan Mehmet Han ve şanlı askerleri, bu milletin imanla, azimle, adaletle neler yapabileceğini göstermiştir. Onları sadece tarih kitaplarında değil, yüreğimizde, dualarımızda ve ideallerimizde yaşatmalıyız.
Rabbimiz, bizleri bu büyük mirasa layık eylesin. O kutlu neferlerin izinden ayrılmadan, onların taşıdığı emanetin bilinciyle yürümeyi bizlere nasip etsin.
Çoğu zaman her ne kadar “Fatih’in torunlarıyız” desek de, bu söz dahi Fatih Sultan Mehmet Han’ın mirasına tam anlamıyla layık olduğumuzu göstermeye yetmiyor. Zira onun azmi, ilmi, adaleti ve iman dolu duruşu; sadece bir çağın değil, çağları aşan bir medeniyetin temelidir. Bizlere düşen görev, o kutlu mirası hamasi sözlerle değil; çalışarak, öğrenerek, adil olarak ve kardeşçe yaşayarak taşımaktır. İstanbul’un fethini sadece geçmişte kalan bir zafer olarak değil, her gün yeniden inşa edilmesi gereken bir bilinç ve sorumluluk olarak görmeliyiz.
Fetih sadece kılıçla değil, yürekle olur. Bugünün fetihleri ise gönüllerde başlayıp ahlakla, adaletle, ilimle tamamlanır. Gençliğimiz Fatih’in izinde yürümeyi, milletimiz birlik ruhunu yeniden kuşanmayı, yöneticilerimiz emanete sadakati unutmamalıdır. Zafer, sadece yaşanmış bir hatıra değil; gelecekte de tekrarlanabilecek bir hakikattir