Son yıllarda içi boşaltılan terim, deyim ve kelimeler hem çok düşündürüyor hem canımı yakıyor. Yine birine takıldı aklım ve göz yaşıma hakim olamadım.
"Kızıl Elma"
En basit aramayla karşınıza şu açıklaması çıkar:
"Kızıl Elma, Türk Mitolojisinde Türkler ve de özellikle Oğuz Türkleri için üzerinde düşünüldükçe uzaklaşan ancak uzaklaştığı oranda cazibesi artan ülküler veya düşleri simgeleyen bir ifadedir. Dünyada Türklük felsefesini yaymak, Kızıl Elma'nın ana hedefidir."
"Dünya Türklük Felsefesi"ni de ayrı ele almak gerekir. Bugün sadece değineyim. Bazılarının sandığı gibi emperyalist bir bakış açısı barındırmaz. Aksine bu felsefe, dünyanın huzur ve refahını dert edinmenin adıdır. Merak edenler araştırsın. Bir gün belki ona da ayrıca değinirim.
Türkleri tarihin kızı, (Neden "kızı" dediğimi merak edenler için açıklayayım. Türk adının ilk anlamlarından biri de töreli, cesur anlamlarının yanı sıra türeyen, üreyendir. Bu türeme ve üreme elbette Türk kadınını çağrıştırıyor zihnimde. Bu nedenle Türk Milleti Tarihin Kızıdır, diye düşünüyorum) ve kadim bir millet yapan da işte bu ülkü ve felsefedir. Konu hem derin hem geniş. Bu sebeple uzun zamandır beynimi kemiren ve bugün aklıma çakılı kalan o soruya gelelim.
"Bugün Kızıl Elmamız Ne?"
"Türkiye'mizin yüzyıllık hedefi ne? Bu hedef için neler yapılıyor?"
Siz de bir an durdunuz değil mi? "Ne sahi?" diye düşünüyor ve çarçabuk aklınıza gelen cevapları "Bu kadar basitse kızıl elma olamaz" diye eliyor ve günün manzarasını da görünce benim gibi tarumar oluyorsunuzdur.
Adına "kızıl elma" denilen mevcut söylemdeki hedeflerin, kutlu kavramın içini dolduramadığını fark ediyorsunuzdur. Hele de bu sosyal çürümüşlük, mevcut adalet ve eğitim sistemi, teknolojik ve bilimsel gelişmişliğin seviyesine bakınca lafta dolaşan bu hedeflerin de tutmayacağının üzülerek ayırdına varıyorsunuzdur.
"Aman Allah'ım!" feryadı, hayretten çok dehşet taşıyor kalbimize.
Bir zamanlar "Kızıl Elma" ülküsünü hakikatiyle idrak ettiği için dilinden düşürmeyen MHP'nin bugünki yönetim kadrosunun sakil duran söylemlerine bu kutlu ülküyü paravan yapmasına şahit oldukça kahroluyoruz. Bunu birisi, MHP yöneticilerine sorsa ya!
"Bugünkü Kızıl Elmanız ne?"
1918' lerde her köşesi fiilen işgal edilmiş vatanı sadece kurtarmak değil, muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkartmaktı Kızıl Elmamız. Yok olma tehlikesinin pençesindeyken taşınan ülküye bakınız. Hayran olmamak mümkün değil.
Bu yüzden Mustafa Kemal Paşa daha Mondoros'tan önce durumun vehametini görmüş ve Yıldırım Orduları lâv edilip de kendisi İstanbul'a çağrılmadan evvel, Antep, Maraş, Urfa, Halep gibi şehirlerde gizli ve mühim çalışma ve toplantılarla milli direnişin tohumlarını atmıştı. Meser Aliler, Postallı Nahsen Paşalar ve nicelerinin adı bilinmezken Kemal Paşa Raco'da, Hassa'da vb. yerlerde onlarla gizli toplantılar yapıyor, "Silahları asla teslim etmeyin. Vatanın savunması bize düşecek" uyarısıyla cephane ve silahları gömdürüyor, vatanın kurtuluşunun yöntemlerini anlatıyordu. İlk milli direnişçi çeteler daha o günden inşa edilmişti. Şu ön görüyüye hayran olmamak mümkün mü?
Memleketin bağrına hançerini dayamış batılı müttefiklerin salyaları akarak ülkemizi parçalama, Türklüğü yok etme planları duraksız ilerliyordu. Amerikalı heyetin İskenderun'da şehrin ileri gelenlerinin tercihini öğrenmek için yaptığı toplantıda başkanlık eden Amerikalı "Ya İngiliz ya da Fransız mandasını kabul edeceksiniz başka seçeneğiniz yok. Amerika'yı da seçersiniz ama bugün seçeneklerden biri biz değiliz." diye uyardığı gençten tokat gibi bir cevap alıyordu. Sarıcalı Mehmet Ağa, sırıtan King- Corona heyetinin sözcüsüne "Biz Türk'üz Türk'ten başka baş istemeyiz" cevabını veriyordu.
"Ya İngiliz ya da Fransız mandasını kabul edeceksiniz başka seçeneğiniz yok. Türk devleti çöktü." diye sırıtan King- Corona heyetinin sözcüsü, "Türk devleti yok artık. Türk devleti öldü." diye alay ederken lafı dudaklarında yarım kalıyordu. Yiğit genç, en gür ve sert ses tonuyla kükrüyor, " Ne İngiliz ne Fransız ne de siz... Türk'ten başkasının hakimiyetini istemeyiz." diyerek diklenirken gözlerini başkandan ayırmadan sözlerine şöyle devam ediyordu: "Türk ölmez efendi. Türk bitmez. Türk devleti yıkıldı, öldü diyorsunuz. Devletimiz yıkıldıysa o zaman başka bir Türk devleti kurulur. Şayet o da kurulamazsa, şu dağları görüyor musunuz? Demek ki bizim bundan sonra yolumuz o dağlardan geçecek. Tek başıma olsam da şu Gavur Dağlarına çıkar bir Türk Devleti kurar, Türk Bayrağı'nı açar oradan yine Kızıl Elma'ya yürürüm."
Ve sert adımlarla toplantıyı terk ediyordu.
Bu asil ruh nice Türk gencinin ve ak saçlı kocasının vicdanında olgunlaşıyor ve Türkiye'm kurtulduktan sonra nihayetinde 20 yıl Fransız işgalinde kalan Hatay da işte bu ruhla kurtuluyordu. Bir Türk gencinin taşıdığı Kızıl Elmayı görüyor musunuz? Göğsümüz kabarıyor değil mi? (Daha etraflı bilgiyi Asi'nin Çocukları adlı romanımdan edinebilirsiniz.)
Sarıcalı Aşiretinin sözcüsü olan henüz 20'sinde olmayan Sarıcalı Mehmet Ağa'nın vatanın dört bir köşesinin işgal edildiği zamanki "Kızıl Elması" buydu. Ya sizin kızıl elmanız ne beyefendiler! Bakıyorum sizin yolunuz da dağlardan geçiyor ama başka bir sebeple, sakil bir yöntemle vatan hainlerini aklamak için geçiyor. Utanmıyor musunuz?
Bizim Kızıl Elmamız hâlâ yolumuzu ışıtıyor. Bu yüzden mevcudu da dağın ardını da görebiliyoruz. Buna borçluyuz onurlu duruşumuzu.