Kâinatın; bir ölçü, bir hesap üzerinde kurulduğunu defalarca okumuş/duymuşuzdur.
Hesap; hem matematik ve hem de estetik olarak düşünülmelidir!..Estetiğin de bir matematiği yok mudur, acaba?
Bence vardır!..
Her zerrede o ihtişamlı beraberlik; ve o, akıllara durgunluk veren âhenk!..Sen, kimyâyı, işe karıştır; öbürü, estetiği!..Düşündükçe, hepsinin aynı kapıya çıktığını görüyorum!..
Şiirdeki inceliğin, âhengin ve muhakemenin matematikte, kimyâda, astronomide de bulunduğunun farkında olmayanlara hiçbir sözüm olamaz!..
Kimyânın özüne inildikçe, matematik; matematiğin özüne inildikçe de, şiirin zevk ve gönle nüfûzunu sezmemiz mümkündür!..
Şiir, kimyâ değilse bile; ince iştir!..İncelik; maddenin özünün aslî unsurudur!..
Tabiî ki, Türkiye’deki gibi, yetmişinde-sekseninde yâni emekli olduktan sonra şiir yazmaya ve okumaya başlayanlar bundan müstesnâdır!..
Matematikçi, biyolojici, kimyâcı, doktor, mühendis olmak başka; şâir olmak başkadır!..
Bunun, insanın yaşlanmaya başlayınca hassaslaşmasından mı ileri geldiğini, düşünmekten de kendimi alamıyorum!..
Yanılıyor muyum, bilmem, yaşlandıkça, insan, daha da inceliyor; maddeden biraz daha sıyrılıp uzaklaşıyor!..
Böylece; gençliklerinde neyle meşgul olduklarını bilemem ammâ, bir keşfe/icata/buluşa imza atanlar hâriç, bu dünyada bir isim bırakmanın yolu olarak onlara, kala kala, herhâlde, şiir kalıyor!..
Netîce itibariyle, son günlerinde bile olsa, insanın, şiirle dost olması güzel bir meşgale, belki de erdemli bir haslettir!..
Muhakkaktır ki, şiire, herkesin, benim gibi bakmasını bekleyemem ve bunu da kimseden istemek gibi bir hakka sahip değilim!..
Hür bir zihin; elbette ki, her şeyi, arzu ettiği gibi, zevkine ve isteğine göre yapma hakkını kendinde görür, görmelidir!..
Benimkisi, sâdece şâir kıskançlığı!..
Bu dünyadan kaç çeşit insan gelip geçmiştir de, onlara ölçüyü ben mi biçmişim!..Hangisini, hangi ölçüde tanıdım ki, haklarında hüküm vermeye kalkıyorum!..
Matematiği, biyolojiyi, kimyayı, estetiği geçtik, şimdi de sosyolojiye başladım!..
‘Başladım’, öylesine uyduruk ve yerli yersiz kullanılmış bir kelime değildir!..
Bir ‘başla’ da, göreyim!..Neye, nasıl, başlayacağının mevzusunu bile bilmiyorsun, a câhil!..
Sen, kaç çeşit insan vardır ne bileceksin, behey dost görünümlü!..
Bu; baktığın cephelere ve durduğun yere bağlıdır!..Kimini, zayıf; kimini şişman görürsün; kimi, kısa, kimi uzundur!..Akıl meselesine ise, hiç aklın ermez!..
Mülâyimlik, kibarlık, kibirlilik, hasetlik, asabîlik, hasbîlik, kabalık başka başka cihetlerdir!..
Pipolu, fötrlü, çene sakallı, eli bira şişeli, çok bilmiş, narinlik taslamalı, cumhuriyetçi, koyu milliyetçi, lâik, demokrat, yazlıklı-kışlıklı, son model arabalı, dine hürmetli fakat câmiye uzakça, aynı zamanda sosyaliste çalar görünümlü kapitalist hayatlı, tepeden bakışlı...entelektüel tip!..Bu tip, ekseriya, kendi yolunda bükülmeden yürür!..Ap-açıktır!..
Aydın tip mi? Vaziyeti idâre eden, güyâ demokrat, güya milliyetçi, bilgiç, cumhuriyetçi ve lâik, dîne hürmetli arasıra câmiye gider; bir oraya bir buraya bükülü, yalpalı ve zaman zaman da çok okuduğunu ve dâima hatta ısrarla, halkla iç içe olduğunu söyler!..Esâsında; entelektüellerle pek çok hususiyeti benzer veya aynı… halkla iç içe olduğunu söyler; riyâsı, hakikatından önde ve çoktur!..
Ya, Yûnus Emre’nin:
“Sûfiyem halk içinde, tesbih elimden gitmez
Dilim marifet söyler gönlüm hiç kabul etmez”
Dediği, mübârek dinimizi istismar edenler, hâlâ, saç-baş, sakal-bıyık, pantolon-etek derdindeler!..
Sözlüklere bakarsanız hepsi birbirinin eşiti olarak târîf edilir: Entelektüel, aydın, münevver!.Sathî târif ve kıvamsız derinlikler!..
Peki, münevver ne?
Münevverin, ne ağzında pipo vardır; ne şöyle böyle görünür ve ne de şucu bucu diye eğilip bükülüdür, ne de yalpalıdır!.. Belki de; ortalıkta hiç görünmez’dir. Fakat; kütüphânelerde, konferans salonlarında, panellerde, hep o vardır, dâima onun sesi yükselir!..
Târihte, yaşayan yegâne insan tipi, budur!..