Estetik; müşterek ‘millî sosyoloji’den doğar.
Doğar ammâ nedir?
Ne olduğu izah edilmeyen ‘şey’in doğması nasıl düşünülebilir? İşte, asıl mesele buradadır!..
Millî sosyoloji, tek tek, ferdin anlayışından doğuyor ise, fertteki, bu anlayış nedir?
Tabiî ki, sormak da lâzım: Anlayış mı? Zevk mi? His mi?
Onu için, sözlük, “Güzelliği ve güzelliğin insan üzerindeki etkilerini konu alan felsefe kolu, bediiyat”( İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük) derken; içinde bulunan “güzelliği” , daha doğrusu ‘güzel-lik’ kelimesini târif etmiyor ki!..
Estetik; “güzelliğe ait, güzellikle ilgili” demektir.
Yunanca, aisthesis’ten, gelme ve Prof. Dr. Suut Kemal Yetkin’in ifadesine göre “duygu bilimi” demek……Bize ise, estetik olarak F(ı)ransızca’dan geçmiş!..Peki, “duygu” tek mi? Bir tane mi duygu var?
Bize; ‘güzel” lâzım!.Güzel, ne demek?
Asıl cevap, önce, buna aranmalıdır!..Estetik’e veya bediîyat’a değil!..
Yâni; ‘Güzel’ nedir, sorusunun cevabı, çirkin’in zıddı olarak, tam anlaşılmış mıdır ki, artırımları üzerinde yâni, güzel-lik/güzel’e/güzel-liği/güzel-likten/güzel-likle/ güzel-ce/güzel-i/güzel-den…kelimelerini kullanıyoruz!..
Herkes, Aristo (M. Ö.384-322)’nun Poetika’sından hareketle bir şeyler söylüyor…Dönüp dolaşılıp, Aristo, Aristo, Aristo, denilip yürünüyor!..Bir adım sonrasında ise, herkes birbirini, Aristo’nun “mimesi” gibi, taklit edip duruyor.
Aristo, az şey söyledi gibi bir kanaat belirmesin!..
Senin-benim, bugün dile getirip izah edemediğimizi, o, asırlar önce dile getirip ona çare aramış..Düşünmüş yâni!..Düşündükçe, her şey yoluna girer…Veya girmez..Şart değil!..Mühim olan yola girip girmemesi de değildir, düşünmek’tir!.
Belki de, Farabî (872-950), bundan sonraki ilk adım’dır…bilmiyorum…Aristo’dan sonra, bundan öncesi varsa, elbette diyecek sözümüz olmaz..O da, İhsâ-‘ül İlim/İlimlerin Sayımı’nda, şiir, mûsıkî ve hitabetten söz eder…Bu da, az şey mi?
Hâlbuki, mevzumuz, ‘güzel’ nedir, sorusuna cevap aramaktır!..Estetik, güzel demek değildir ki!..Tâbir/kelime, bize, F(ı)ransızca’dan geldiğine göre, orada güzel, (beau)dur. Güzellik, (beaute) dir.
Biz; beau’ya mı, beaute’ye mi karşılık/târif arıyoruz?
Aslında; ne “estetik” ve ne de “bediî” üzerinde düşünmek gerekir…Gerekir de, gerekmez!..
Dünyâ dilleri arasında, ‘güzel’ kelimemiz kadar güzel, bir ‘güzel kelimesi’ varsa, onların üzerinde düşünelim.
Mâdemki, ‘en güzel’, güzel kelimesi Türkçe’dedir; ondaki iç zarâfetten, incelikten, tâzelikten, millî sosyolojinin ona kazandırdıklarından, işe başlamak gerekmez mi?
Düşündükçe, güzel’deki, (ü,e) inceliklerini, yine aynı şekilde, sessiz olmalarına rağmen (g,z,l) sessiz harflerindeki inceliği (ince sesi) aklettikçe, “Güzel nedir?’ sorusunu daha iyi ayıklarız, tahlil ederiz diyorum. Yoksa, sessiz dediklerimizin ‘sesi’ yok mu, diyorsunuz?
‘Güzel’in mîmârîsi, zâten, iç derinliğini de aksettiriyor.
Güzel; içinde, hiçbir çirkinlik barındırmayan’dır. Arı, duru, saf, berrak, yalın, sâde ve bulanıksız’dır.
Güzel; aklımızdaki, gönlümüzdeki, şuurumuzdaki, idrakimizdeki, tasavvurlarımızdaki, hislerimizdeki, rüyâlarımızdaki…bu ‘ince’lik, cezbedicilik, albeni ve başdöndürücülük yine târife muhtaç ‘üst ve üstün millî zevk’tir.
Kant’tan (1724-1804) Hegel’e (1770-1831), Marx’tan (1818-1883) Bergson’a (1859-1940), Charles Lalo’ya ve bizde, Ziya Gökalp, Suut Kemal Yetkin, Necip Fâzıl ve S. Ahmet Arvasî’ye kadar bunun üzerinde düşünülmüştür.
Çözülmüş müdür? Hayır!
Rahat mıyız? Hayır!
Düşünmekten vaz mı geçtik?
Kat’iyyen!.