Uzun sayılabilecek bir zamandan beri tasarı olarak duruyordu ki, birdenbire alevlendi!..Çok çok önemli idiyse, niçin ilk ortaya atılışından beri savsaklandı, elbette ki bilmemiz mümkün değil!?
Yine, son zamanlarda söylenen, “Saham değil ammâ..” diye bir söz var...Evet, benim de saham değil ammâ bir insan, bir vatandaş, bir akıl sahibi olarak konuşmak hakkımdır.
Hiç kimse, memlekete yapılan hayırlı bir iş için ‘olmasın’, demez/dememelidir. Dîğer taraftan, her yapılan hizmeti de takdirle karşılamak insânî bir vazîfedir. Ancak...
İstanbul şehri, bir boğazla ayrılmış iki yarımada hâlindedir. Yâni, şehrin üç tarafı sudur. Tabiî ki, selâhiyet sahiplerinin verdikleri bilgiye göre, deprem tehlikesine karşı da açık olan ve hâlen de hiçbir yeterli tedbir alınmayan bir vaziyettedir. Bu demektir ki, İstanbul’un altı da, sağlam değildir.
İki taraflı olarak zemin araştırmalarının sonuçlarını dinliyoruz. Denilebilir ki, eskiden de, birkaç defa, böyle bir “kanal” teşebbüsüne girişilmiş, vazgeçilmiştir. Olabilir!..Beş defa da teşebbüse geçilmiş olabilir.
Bu şehir bile kaçıncı kuşatmadan sonra fethedilmiştir!..
Önce; dil kaidesi olarak, ne “Kanal Süveyş”, ne “Kanal Panama” ve ne de “Kanal İstanbul” diyebiliriz. Yanlıştır ve F(ı)ransız dili kaidelerine göre söylenmiş olur...Doğrusu: İstanbul Kanalı’dır...Nasıl ki, Boğaz İstanbul diyemeyiz, bu da öyle!..Geçelim!..
Hırs’ın ve acele’nin, bizi, bir yerlere sürüklemesinden endîşe ederim. Çünkü, buna “Çılgın Proje” adını koydular. Bu, iyi değil!..Çılgınlık, hoş değil!..Mes’eleleri sükûnetle düşünmek zamanındayız. Zâten, her zaman da öyle olunmalıdır!..
Meselâ; Süveyş Kanalı, 1568’de gerçekleşmedi de, 1869’da açıldı. Meselâ; târihî Rus tehlikesine karşı, İkinci Selim Han döneminde, Sokullu Mehmet Paşa’nın, Don ve Volga (İdil) Nehirlerinin en dar yerinden/ Volgograd’dan bir kanal açıp, bunları, bir tarafta Karadeniz/Azak’a/Rostov’a, dîğer taraftan da Hazar Denizi’ne bağlamak p(u)rojesi vardı. Bu; gerçek mânada, Rusların güneye inmesini engelleyecek bir çalışmaydı. Hattâ otuz bin işçiyle faaliyete bile geçilmişti. Değişik sebeplerle akîm kaldı.
Sonunda ise, işi tâkîp eden kazandı: Çar Birinci Petro’nun teşebbüsü yeterli olmadı. Nihâyet, SSCB zamanında başlandı ve İkinci Dünya Savaşı sebebiyle bir süre durdurulan bu kanal çalışması 1952 yılında tamamlandı ve açıldı.
Kaldı ki; târihte, Sakarya Nehri’ni Sapanca Gölü’ne ve Karadeniz’e bağlama teşebbüsleri de mevcuttur. Fakat hiçbiri, Azak/Karadeniz-Don-Volga-Hazar Kanalı kadar s(ı)tratejik öneme sahip değildi(r)!..
Gönül ister ki, Sinop, Samsun veya T(ı)rabzon’dan Mersin’e İskenderun’a da kanallar açalım...Hayâl, bu!..Gücün/paran varsa yürü!..Niçin olmasın!..İşte size teklif!!!
Deprem riskiyle başbaşa olan onbeş milyon nüfusu aşan bir şehrin bırakınız zeminle ilgili tehlikesini, ilerde yükleneceği nüfus kesâfetiyle de büyük p(u)roblemler yaşanacağının işâreti bugünden görülmelidir. Zîra...
Cumhurbaşkanı; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde, 6 Ağustos 1998 târihinde basına yaptığı açıklamada, sekizbuçuk-dokuz milyon olan İstanbul’un nüfusundan yakınarak, “Anadolu’dan gelecek olanlar nakil ilmühaberi almalı, “Nereye ve niçin gidiyorsun? Gittiğin yerde işin, evin var mı? diye sorulmalı, belgeleyemeyenler İstanbul’a sokulmamalı” diyordu.
Bugün, onbeş milyonu aşan; ve ilerde, olması muhtemel değil, kesin olan milyonlarca ilâve nüfus, İstanbul’u ne hâle getirir diye de fikir yürütmek gerekmez mi?..
İstanbul’un, şu anda bile korunamayan, sâdece tabiî dokusunun değil, târihî ve kültürel dokusunun da en azından yeterli himâyeden mahrûm kalacağı kanaatini taşıyorum.
Hangi taraftan bakarsak bakalım, bir “su şehri” olan İstanbul’un, zâten tahrip edilmiş estetik yapısının daha da bozulacağı âşikârdır. Kaldı ki, 75 milyar liralık bir mâliyet de sözkonusudur!..Yâni...Mevcut İstanbul’un bile, bütün gayretlere rağmen düzenini sağlayamıyoruz, mes’elelerini çözemiyoruz ve maalesef t(ı)rafikten konuta ve çöpe kadar biriktiriyoruz!..Hâlbuki...
Hâlbuki, elimizde, işlenmeyi bekleyen koskocaman bir Konya Ovası bulunmaktadır. 1961 yılında, henüz ondokuz yaşımı sürerken, Askerî Lise’yi bitirip, Erzincan’dan, kara t(i)renle, Kara Harp Okulu için, İzmir Menteş Kampı’na giderken ilk defa gördüğüm devasa Konya Ovası, yıllar yılı, gözü yollarda, hizmet bekliyor...
Ne yazık ki, bu ovamız, neredeyse, hâlâ yaratıldığı gibi duruyor!!!
Bu Konya Ovası ki, tamı tamına 151.000 (yüzellibirbin) kilometre karedir. Bu Konya Ovası ki, kendilerinden et aldığımız, buğday, mercimek, canlı hayvan, vs. aldığımız pek çok ülkenin yüzölçümünden çok daha büyüktür. Meselâ; 41.285 km2lik İsviçre’den; 41.543 km2lik Hollanda’dan; 93. 030 km2lik Macaristan’dan; 131.957 km2llik Yunanistan’dan; 88. 361 km2lik Sırbistan’dan ve 110.994 km2lik Bulgaristan’dan...büyüktür.
Bu büyüklüğünün yanındaki üretimsizliği; onun, âdeta mahkûm ettiğimiz vaziyetindeki mahrûmiyetini ve sâhipsizliğini de ortaya koymaktadır.
Benim, altmış küsur sene önce gördüğüm Konya Ovası’nda değişen nedir, derseniz, cevabım, hemen hemen, ‘hiçtir’ olacaktır. Elbette ki, Mevlâna şehri Konya gelişmiş, açılıp serpilmiş güzelleşmiştir. Ancak; gazetelerden okuduğuma göre, ovada, yerkabuğundaki çatlaklar artmış ve derin obruklar oluşmaya başlamıştır ve bu durum hızla devam etmektedir!..
Türkiye Cumhuriyeti için büyük bir hizmet sahasıyla karşı karşıyayız: Kuzeyinde Ankara, Kırıkkale, Kırşehir’e; Batısında, Afyonkarahisar, Isparta’ya; Güneyinde, Karaman, Antalya, Mersin’e; Doğusunda, Aksaray, Niğde, Nevşehir, Adana/Çukurova’ya gönül bağlayan koskocaman Konya Ovası, su bekliyor, işlenmeyi bekliyor, hizmet bekliyor ve sâdece Türkiye’ye değil, dünyâya açılan üretimin şahlanışını bekliyor!..
Su kanallarımı açın; sizi değil, dünyayı besleyeyim diye haykırıyor Konya Ovası!..
Konya şehri, zâten buna hazır...Kültürü, an’anevî değerleri, çalışkan insanlarıyla hazır!..
Konya Ovası’nı hizmete sunun ki, hem ziraatimiz, hem hayvancılığımız ve hem de ticâretimiz yüksek mertebe kazansın!..İşsizliğimiz azalsın!..
Oraya hizmet sunalım ki, elâlemden buğday, et, pirinç, mercimek vesâire almayalım...satalım!..
(Samsunhabertv-25 ARALIK 2019)