KALDI
Ektiler tohumu nefret üstüne; Zâlimin elinde can esir kaldı.
Kim yaptıysa yaptı riyâkârlığı, Zulüm ebediyyen hep kâfir kaldı.
Mazlûm çehresinde mâsûm bakışta,
Gözyaşıyla, ne pas, ne de kir kaldı.
Ucûbe mi nedir anlatılanlar; Ortada ne fikir, ne şiir kaldı.
Kafa allak-bullak, gönülse boşboş;
evapta, tedirgin: “Bu nedir?” kaldı.
Söyle söyle, şuûr-idrâk almıyor; Sâdece ortada bir emir kaldı.
Ne elmas, ne gümüş, ne de altın bu;
Kalbde, kin libaslı bir demir kaldı.
Fır-fır dönülüyor, raks ediliyor;
Sanma, gönül eri cihangir kaldı.
Bağrımı şişledi azâbın eli; Civarda ne mürşîd, ne de pîr kaldı.
Yazdılar kâğıda dileklerini; Arılar bal yaptı; saf zehir kaldı.
Az daha bağırıp çağıracaktım; Bana sabır adlı cevâhir kaldı.
Ben ki, suda yundum nice yıllardır;
Şimdi ne bir dere, ne nehir kaldı.
Sâdece dışımdan değil; içimden,
Kâinat dilinden o zikir kaldı.
Baktılar tepeden, hasedle-kinle, Herbirine küllî, zır-zifir kaldı.
Biriktirdikleri sermâyeleri, Avuçlarda sâde kör kibir kaldı.
Bizim o cenahta işimiz olmaz; Olanlar şeytanla birebir kaldı.
Onlar ki, acziyet içindedirler;
Suale gerek yok: “Kimâhir kaldı?”
Tabiat dilinde, herbir çiçekte…
Gönül pınarımda aşk bâkir kaldı.
Hakk’la kucaklaşmak, herkese haktır;
Hakk yolda bu gönül tarafgir kaldı.
Utanmaz, arlanmaz bir sürü kafa,
Yalan çukurunda, ar, hakîr kaldı.
Sandılar sözlerin önü ardı yok;
Güzelle hâlleşen söz nâdir kaldı.
Hasretim, emelim, gözümün nûru,
Sevgiler, dünyaya misafir kaldı.
Her yandan yolları karanlık-dehliz; Sanmayın çıkar yol tek kabir kaldı.
Kulluk ve merhamet kapısındayız; Bu kapı önünde bu fakîr kaldı.
“Su gibi azîz ol!” derler ya; doğru! Hayata kılavuz bu tâbir kaldı.
Kelime-i tevhîd, şahâdet…Tekbîr!
Şükür iklîminde mefâhir kaldı.
M. HALİSTİN KUKUL