Bir san’at dalı olan şiiri, sâdece bedîî unsuruyla ele alırsak elbette ki, yanılmalar ve çelişkiler yaşarız. Muhakkaktır ki, şiir veya herhangi bir san’atın temel hedefi bediî/estetik hazzı tahakkuk ettirmektir.
Bu, çok tartışılmıştır: San’at, san’at için midir yoksa cemiyet için midir?
Bu tartışmalar uzun süre devam etmiş ve durulmuştur. Bunun tartışılmasının da artık gerekli olduğunu düşünmüyorum.
Ancak; bu demek değildir ki, şiir üzerinde/hakkında artık düşünülmeyecektir. Belki de daha çok düşünülecektir. Daha çok düşünülmelidir.
Bir tarafta teknolojinin hızla gelişmesi, şiire olan ihtiyacı artırmıyorsa veya şâirler, bu ihtiyacı duymuyor ve ona göre yeni usûl ve tarzlar geliştiremiyorsa, cemiyet(ler) değişimin veya değişememenin burukluğunu veya kaosunu yaşayabilir.
‘Yaşayabilir’, temkinli konuşmadır. Yaşar, diyemem!..
Değişim; aslâ, eski’yi ret veya inkâr değildir. Eski dediğimiz nedir ki!..Oldumolası Yûnus Emre, Bâkî, Fuzulî veya günümüzde Yahya Kemal, Fikret, Âkif veya Necip Fâzıl şiiri MİDİR?!..
Sosyolojinin en çok yaşadığı mekân edebiyat’tır.
Edebiyatın da, ince ayârı şiirdir!..
Bu bakımdan, şiirde sosyoloji önemli bir yer tutar.
Kâinatı; insan-hayvan-nebat ve cemat olarak ele aldığımızda, bu görünürlerin arka p(i)lânını görmemezlikten gelmek gaflet olur!..
Saf tabiatı/coğrafyayı, gökleri, denizleri/denizaltlarını, ister biyolojiyle, ister fizik ve kimyayla, ister cebir ve geometriyle ele alalım; şiirin harflerde görünen ve harflere sinen kokusunu onlarda da bulabiliriz!..His, bu!..Akıl, bu!..Arzu/zevk, bu!..
Hemen, “Hangi harf?” diye sormak, en tabiî haktır.
Hangi lisanı, hangi harfle yazarsanız o’dur!..
Bu, şâirin, onunla oynaması’na göre; ona; mâna yükleyip, onu, en lezziz hâle getirme maharetine bağlıdır.
‘Rakamlar’ ve ‘harfler’, tek başlarına değil, müşterek sosyo-kültürel değerleri adlandırırlarsa bir hüküm ve değer taşıyabilirler.
Yânî; “ Nedir ‘a,b,c,d…’ veya nedir ‘1, 2, 3, 4…’? ”
Şâyet; (i-p-e-k) veya (peki-ekip-kipe-epik-pike) veya (1071), (1453) veya (1923) derseniz; ‘harfler’ ve ‘kelimeler’, bir hüviyet/bir kimlik /bir şahsiyet kazanabilirler.
Şiirde sosyolojinin yer tutması, estetik değil; ‘fikrî temelli’ olup, çepeçevre geçmişi tarassut ve ihâta ettikten sonra, gün’ün/ân’ın, her türlü felsefik kırılganlıklarını kelime(ler)le buluşturur.
Kelime; mutlak surette, ‘harfi’ esas kabul eden temel ve hâkim unsurdur.
Harfi, aslâ ihmâl edemezsiniz!..Çünki harf, hece’den de, kelime’den de önde ve önce gelir!..
Bir harf, nice mânaları, değişikliğe uğratır, mısrâyı (veya nesirde, cümleyi) uçurabilir de, yerin dibine de batırabilir!..
Her şâirde, mutlaka bir “harf’ endişesi bulunmalıdır ki, mısralarındaki fikir ve his örgüsünü şiir vicdanına karşı sadakatle inşâ edebilsin!..
O; bir ciheti, şekli; bir ciheti, estetiği; bir ciheti de fikrî buluşlara, duygulara ve cemiyete ifşâ ederken, kâinatın anatomisini tıpkı insanınki gibi, keşfe yönelerek, fizik, kimyâ, biyoloji, geometri ve saf/kurgulanmamış matematiği de felsefeyle, sosyoloji ve p(i)sikolojiyle buluşturur. Böylece; meydana gelen san’at eserine yâni şiirin, sunulma/arzedilme zamanı gelmiştir, diyebiliriz.
Savrukluk, şiirde, olmaması gereken’dir!.. Zâten, o, varsa; o, yoktur! Burada, ciddî fakat âhekli bir ‘disiplin’ söz konusu olur. Bu disiplin; tahakkümcülük değil, olması gerekeni yapma irâdesi olarak görünür.
Şiir; cemiyetin dilidir!
Son şâirler Sultanı ve ilk Türk poetikacısı Necip Fâzıl, Çile adlı şiir kitabının sonundaki Poetika bölümünün “Şiir ve Cemiyet” başlıklı fasılında şöyle der:
“Şiir, bütün şahsî mahremiyetleri ve zatî aidiyetleriyle yüzde yüz fert perdesi üzerinde cemiyetteki tefekkür ve tahassüs hâletinin en nâdir ve mükemmel aksidir.
Bunun içindir ki şiir, fikrî, içtimaî, siyasî, tarihî, bediî, iktisadî, beledî, bütün dâvâları , dertleri, hasretleri, hamleleri, ihtinakları, ihtirasları ve ıstıraplariyle cemiyet ruhunun, tek fert üzerinde bilvasıta en derin kaynaşma ve girdaplaşma zemini diye gösterilebilir.”
Eski şiirimizi, basit bir gelenekçiliğe indirmek, şiiri anlamamanın da ötesinde, kıskançlıktır.
Şimdinin şâirleri olarak, onun estetiğini de, sosyolojisini de, fikrî ve estetik muhtevâsını da iyi kavramamız lâzımdır!..Hem umûmî tarih sosyolojisi ve hem de edebiyat sosyolojisi bunu gerektirir.
ÇAĞRI DERGİSİ, SAYI:753; NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2025- SF.4-5