4 Nisan 1997… Ankara bembeyaz. Lapa lapa kar yağıyor. Ama bu kez mevsimin getirdiği sıradan bir soğuk değil bu. Buz tutmuş yüreklerde yankılanan bir sızı, bir hüzün, bir eksiliş var.
O sabah Türkiye sustu. O sabah millet ağladı.
Ülkücü Hareket'in lideri, Türk milliyetçiliğinin abide ismi, Başbuğ Alparslan Türkeş ebediyete irtihal etti.
Bir ömür adanmıştı bu toprağa. Bir fikir için, bir millet için, bir istikbal için yaşanmıştı her an.
Alparslan Türkeş, yalnızca bir siyasi lider değildi; o, bir çağrının sesiydi. Duruşuydu Türk’ün, vakarının şekle bürünmüş hâliydi. “Önce ülkem ve milletim” diyen, inancını pazarlık masalarına hiç oturtmamış bir dava adamıydı.
Askerdi, devlet adamıydı. Sürgünler gördü, hapisler yaşadı. Ama dimdik durdu. Darbelere direndi, baskılara boyun eğmedi.
Milletinden aldığı güçle yürüdü hep. Gölgesi bile umuttu nice yüreğe. Bir bayrağın peşinde bir milleti tek yürek yapmayı başardı.
O gün, 4 Nisan sabahı, Ankara’nın üstüne yağan kar taneleri, gökyüzünden dökülen dualar gibiydi.
Sessiz bir kalabalık doldu sokaklara.
Başbuğ’un ardından gözyaşı dökenler yalnızca onu yakından tanıyanlar değildi. Onu bir kez bile görmemiş, ama fikirleriyle büyümüş, ülküsüyle hayat bulmuş gençler vardı elleri semada, kalbi yaslı.
Türkeş, milliyetçiliği yalnızca bir slogan değil, bir yaşam biçimi olarak gördü.
Türk milletinin varlık mücadelesini, kültürel değerlerini, bağımsızlığını her şeyin üstünde tuttu. Onun için millet, sadece bir coğrafyanın insanları değil, aynı idealde birleşmiş bir ruhun yansımasıydı.
Bugün onun ardından konuşurken, yalnızca geçmişi anmıyoruz; bir fikri, bir öğretiyi, bir ömrü yad ediyoruz.
Her yıl 4 Nisan geldiğinde yeniden üşüyor Türkiye. Yeniden ağlıyor Ankara. Yeniden dua yükseliyor minarelerden:
“Allah rahmet eylesin Başbuğ’um. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.”
O artık aramızda değil belki, ama bıraktığı izler hâlâ capcanlı. Her genç ülkücüde, her vatan sevdalısında, her bayrak aşığında yaşıyor onun emaneti. Onun adı, tarih kitaplarında bir satır değil; yüreklerde bir ülkü, zihinlerde bir ışık, milletin geleceğinde bir rota.
Bugün onu bir kez daha anıyoruz.
Ellerimiz semada, kalbimiz dolu. Yalnızca bir insanı değil, bir çınarı, bir meşaleyi, bir çağrıyı anıyoruz.
Rahat uyu Başbuğ’um. Emanetin nöbetçileri burada.