Eskiden utanmak vardı. Eskiden bir insan tüküreceği yeri arar, varsa bir köşeye, yoksa cebine mendil koyardı. Şimdi sokakta yürürken öyle bir sesle tükürüyor ki biri, dönüp bakmasan bile için kalkıyor.
Öylece, hiç utanmadan, kimse yokmuş gibi, insan yokmuş gibi...
Oysa kediler bile kusmuğunu, dışkısını örter. Hayvan bile bilir ki ortaya edilecek şeyler vardır, örtülmesi gereken şeyler vardır.
Görgüdür bu, doğuştan gelen bir terbiyedir. Ama insan dediğimiz varlık ne hale geldi?
Parkta yürüyorsun, bir köşeye eğilmiş bir adam sigarasını söndürmeden çimene atıyor. Diğeri çekirdeğini yerlere saçıyor. Bir kadın yüksek sesle telefonda kavga ediyor. Erkek arkadaşının yanında yürüyen bir başka genç kız, kahkahalarıyla ortalığı inletiyor. Kardeşim, biz ne zaman bu kadar laçkalaştık?
Bir zamanlar insanlar, sokakta nasıl konuşacağını, nasıl yürüyeceğini, nasıl giyineceğini bilirdi. Ayıptı yüksek sesle konuşmak. Ayıptı büyüklerin yanında bacak bacak üstüne atmak. Şimdi bakıyorum da, ayıp kavramı da kalkmış ortadan. Sokaklarda pijamayla gezen mi ararsın, üstüne ne geçirdiyse onunla çıkmış olan mı?
Erkek desen beli açık, kadın desen her yanı meydanda. Ne utanma kalmış, ne sıkılma. Sanki herkes evindeymiş gibi rahat.
Sanki tabiatta her şeyin bir örtüsü yokmuş gibi... Oysa doğa bize ders verir: Ağaç meyvesini yaprakla saklar, çiçek tomurcuğunu korur, hayvan bile yuvasını gizler. Ama insanoğlu, aklıyla övünen o büyük mahlûk, utanmayı unuttu.
Kıyafet konusu da ayrı bir yara.
Elbise dediğin sadece örtmek değildir, bir saygıdır, bir duruştur. Kendine saygıdır, çevrene hürmettir.
Bugün kimi erkekler pantolonunun nerede bittiğinden habersiz, kimi kadınlar aynaya bakmadan sokağa çıkar olmuş.
Giyinmek bir süslenme değil artık, bir teşhir meselesi olmuş. Herkes kendini ortaya koymak, dikkat çekmek derdinde. “Bana karışamazsın!” diyen diller çoğaldıkça, sokakta yürümeye utanır olduk.
Yolda yere tüküren adamla, göbeğini açmış gezen arasında aslında büyük bir fark yok. İkisi de utanmayı unutmuş. İkisi de kendini merkeze koymuş. Toplum yokmuş, göz yokmuş, edep yokmuş gibi yaşıyorlar.
Eskiden bir sofrada ekmek yere düşse, alır üç kere öper başına koyardın. Şimdi biri düşürse, diğerinin ayağının altında eziliyor. Görgü denen şey sadece sofrada çatal tutmak değil, yolda yürümekten, konuşma biçimine, giysiden başkasına karşı duyduğun saygıya kadar uzanır. Ve biz bu zincirin halkalarını tek tek kopardık.
Ne hale geldik?
Ne oldu bize?
Utanmaktan, örtünmekten, susmaktan, kısık sesle konuşmaktan utanır olduk.
Hatırlamalıyız: Görgü kuralları birer yük değil, birer inceliktir. İnsan dediğin, kediden utanmayı öğrenir, doğadan örtünmeyi... Gerisi medeniyet değil, laçkalıktır. Ve biz ne yazık ki o laçkalığın tam ortasındayız.