Eskiden bayram denince akla yalnızca tatil değil, birlik gelir, dayanışma gelir, bir de mis gibi yemek kokuları yayılırdı mahalleye. Sabah ezanıyla birlikte evin büyükleri bayram namazına gider, kalanlar sofrayı kurmaya koyulurdu. Bayram sabahı yalnızca yeni giysilerle karşılanmaz, aynı zamanda temiz bir yürekle, arınmış bir gönülle başlardı.
Mahalle mahalle dolaşılan, yaşlıların ellerinin öpüldüğü, şekerlerin mendillere sarıldığı günlerdi o günler.
Her evin kapısı açıktı, çünkü bayram kapalı kapı sevmezdi. Kimse önceden arayıp “geliyoruz” demezdi; zaten bayram günü evde olunurdu, gelen olurdu, gidilen olurdu.
Hazırlıklar günler öncesinden başlardı. Evler baştan ayağa temizlenir, kolonyalar, şekerler, lokumlar baş köşeye konurdu. Kimi evde el açması baklava, kiminde zeytinyağlı sarma, kimi evdeyse yöresine özgü börekler pişerdi. Herkes elinden ne gelirse onu yapar, misafiri en iyi şekilde ağırlar, eksik gedik aranmazdı.
Bayramda yapılan ikram, bolluktan değil, gönülden gelirdi.
Çocuklar sabah erkenden kapıya çıkar, mahalleyi bayram neşesiyle dolaşırdı. Kimi elini uzatır, kimi cebini. Büyükler, çocukların bayram sevincine katkı sunar, şeker mi ister harçlık mı diye sorardı. O kısa anlar, çocukların belleğinde uzun yıllar yer ederdi.
Komşular arası ziyaretler, akrabalarla kurulan köprüler, dargınların barışması...
Bayram yalnızca dinî bir görev değil, insanlar arasında yenilenmenin, gönüllerin yumuşamasının bir vesilesiydi. Küslerin barışması için güzel bir bahane olurdu. Herkes bilir ki bayramda kırgınlık barınmaz. Bayram, bizim kültürde barışın başka adıdır.
Bir gelenek de kabristan ziyaretiydi.
Büyüklerin mezarına gidilir, dua okunur, ölmüşlerin de bayramı hatırlanırdı. Sessizce yapılan bu ziyaretlerde, hayatın geçiciliği, kalanların hatıralarla nasıl yaşadığı bir kez daha anlaşılırdı.
Bayramın yalnız dirilere değil, ölüye de selamı olurdu.
Bayram, yalnız sofralarda değil, radyolarda da hissedilirdi. Sabah programları bayrama ayrılır, türkülere, manilere yer verilirdi. Televizyon çıktığında da "bayram özel" yazıları ekranlara taşındı. Ama hiçbir yayın, bir büyüğün anlattığı eski bayram hikâyesi kadar içe işlemezdi.
Bayram, şehirde kalıp birbirini görmek, birlikte olmak içindi. Tatil köyüne kaçmak değil, köye dönmekti çoğu zaman. Şimdi ise insanlar daha çok dinlenmeye, kalabalıktan kaçmaya odaklanıyor. Hâlbuki bayram yorgunluk değil, huzur getirirdi insana. Yorgunluk belki de eksilen kalabalıktan değil, yalnızlıktan geliyor artık.
Bugün, eski bayramlardan geriye ne kaldıysa, onu yaşatmak boynumuzun borcu. Bir tabak tatlı, bir fincan kahve, bir el öpüşü, bir dargının gönlünü almak... Bunlar hâlâ bizim elimizde. Bayram, hatırlarsak gelir, yaşatırsak sürer.
Kendi geçmişine, kültürüne, değerlerine sahip çıkan toplumlar unutmaz, eksilmez. Bayram, işte o köklerden biridir. Gölgesi geniş, meyvesi bol.
O yüzden bugün hâlâ diyen çok:
“Nerede o eski bayramlar?”
Duygularımızın tercümanı olmuşsunuz. Yüreğinize, kaleminize sağlık