Biz politikacı değil, bir davanın takipçileriyiz. Alparslan TÜRKEŞ
İstiklâl mücadelesi veren muzaffer bir ordunun Başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk döneminin o milli dik duruşu ile yöneldiği Millî Savunma Sanayi hamlesi gelişen olumsuz şartlar dolayısıyla 1938’den sonra sekteye uğramaya başladı.
2. Dünya Savaşı yılları. Diplomatik manevralarla Türkiye bu savaşın dışında kalsa da savaşın ekonomik yönden etkilerini çok hissetmiştir.
Henüz toparlanamamış genç Türkiye’nin ekonomik şartları, en önemlisi, daha 1919’lardan kalma ABD’ye meyli olanların iktidara gelmesi dolayısıyla ABD, Türkiye ve içinde bulunduğu bölge ile ilgili emellerini gerçekleştirmek için aradığı fırsatı yakalamıştır.
1945’te savaş sona erdiğinde oluşan yeni dönemin adı Soğuk Savaş dönemidir ve bu iki kutuplu dünyada Türkiye, tercihini ABD’nin başını çektiği Batı Blokundan yana yapmıştır.
Elimizi, ayağımızı bağlayan Truman Doktrini nedir?
Zamanın ABD Başkanı Truman’ın hazırlayıp 12 Mart 1947’de Kongre’ye sunduğu Türkiye ve Yunanistan’a 400 milyon dolarlık acil yardım paketinin adıdır.
Bu doktrin, kendisinden sonra gelecek olan özellikle Türkiye’yi içinden çıkılmaz bir bataklığa çekmiş olan Marshall Planı’na öncülük etmiş bir plandır.
Kongre, bu şeytani planı 22 Mayıs 1947’de kabul edince Türkiye’ye 100, Yunanistan’a ise 300 milyon dolar yardım yapılır.
Şu insaniyetteki (!) adalete bakın… Asıl amaç Yunanistan’ı koruyup kollamak, Türkiye’nin ağzına bir parmak bal sürmektir.
İşte parmağı kaptırıp kolu, gövdeyi teslim etmenin kapısı böyle açılmıştır…
1942’den sonra ABD, Sovyetlerin yayılma politikasına (komünizme) karşı durup egemenliğini Avrupa’da, özellikle Türkiye üzerinde pekiştirme fırsatını yakalamıştır.
1947’den sonra Amerika dış politikasının esası komünizm ile mücadele adı altında “para veren/alan emir de verir/alır” prensibi gereği içeride, dışarıda nasıl nefes alacağımızın kararı Okyanus ötesinde planlanmaya başlanmıştır.
Türkiye BM’lere, NATO’ya bunun için dâhil edilmiştir.
NATO’nun 5. Maddesinde: “Taraflar, bir saldırı anında BM Yasası'nın 51. Maddesine göre, saldırıya uğrayan taraf ya da taraflara yardımcı olacakları konusunda anlaşmışlardır” demesine rağmen bunlardan bir kere bile yararlanmamıştır Türkiye.
ABD ile 27 Aralık 1949’da bir ikili anlaşma imzalandı. Anlaşmanın kendisi içler acısıdır ama 5. Madde Türkiye’de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu’nun kuruluşunu belirlemektedir. Bu madde şöyleydi:
“Komisyon, dördü T.C. vatandaşı ve dördü ABD vatandaşı olmak üzere 8 üyeden oluşacaktır. ABD’nin Türkiye’deki diplomatik misyon şefi komisyonun fahri başkanı olacak ve komisyonda oyların eşit olması halinde kararı, komisyon başkanı verecektir”.
Sonrasında eğitim uzmanı, barış gönüllüsü adı altında gelen ajanlar ABD menfaatleri konusunda çok emek vermişlerdir’?). Gönderilen süt tozlarıyla ABD için tozutan tiplerin yetişmesine yol açılmıştır. Bu anlaşma, devlet adamlığının staj döneminde bile yapılamaz…
O imzayı atan dönemin cumhurbaşkanı, 27 Mayıs gece baskını sonrası kurulan koalisyon hükümetinin de başbakandır.
NATO üyesi Yunanistan’ın desteğinde Kıbrıslı Rumların 1963 Aralık ayında başlayan kanlı saldırılarına karşı Türkiye MGK toplantılarında birçok kez Kıbrıs'a askeri müdahale kararı almış, ABD’nin yan çizmesi beklendiğinden gerçekleşememiştir.
Kadere bakın ki Atatürk’ün kurduğu Savunma sanayi tesislerini kapatan, bütün inisiyatifi ABD’ye veren iktidarın o zamanki başı 1964’te yine iktidardadır.
Aradan geçen yirmi yıldan fazla zaman içerisinde böyle bir acıyı yaşayan İsmet İnönü, 16 Nisan 1964’te Time dergisine bir röportaj vererek yerinde bir manevra yapar:
"Müttefikler tutumlarını değiştirmezlerse, Batı ittifakı yıkılabilir... Yeni şartlarda yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini bulur." açıklamasını yapar.
(NOT: Bu sözler o meşhur "Johnson mektubu" ilgili değildir. O alçak mektubun geliş tarihi bu röportajdan sonra 5 Haziran 1964'tür ve İsmet İnönü, Johnson’un Ankara’ya gönderdiği özel uçağıyla (Air Force One) Washington'a gitmek zorunda kalmıştır (?!?).
1974’te yine Kıbrıs’ta sancı vardır. Müttefik, dost (?!?) ABD, NATO’nun ikinci büyük gücü Türkiye’yi hukuki haklarını çiğneyenlere karşı ambargoyla selamlamıştır.
O günlerin başbakanı Bülent Ecevit, haşhaş ekimi konusunda ABD’ye karşı dik duruş sergileyerek gururumuzu okşamıştı.
Türk milletinin son asırdaki büyük evlâdı Mustafa Kemal Atatürk sınırlarımız içerisindeki soydaşlarımıza yol gösterir:
"Cumhuriyetimizin dayanağı Türk milletidir. Bir milletin fertleri ne kadar öz kültürü ile dolu olursa, o millete dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur".
Dünya Türklüğü de onun ilgi alanındadır. 1933’te yaptığı şu tespite bakın:
“… Bugün Sovyet Rusya, dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. (…) Bugün elinde tuttuğu milletler, avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşır. O zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim, bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, öz kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız.
Hazır olmak, yalnızca susup o günü beklemek değildir, hazırlanmak lâzımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevî köprülerini sağlam tutarak!...”.
Bu ifadeler, 1918’lerde Enver Paşa’nın yaktığı Turan ellerle kucaklaşma ateşinin Atatürk’teki sıcaklığının 1933’teki yansımasıdır.
Türk Milliyetçileri, Atatürk’ün bu emanetini 1944’te Nihal Atsız ve arkadaşları, 70’lerde Alpaslan Türkeş’in bir araya topladığı Ülkücü Gençlerin zihninde hep var olmuştur…
1990’da Atatürk’ün kehaneti gerçekleşince, bizimle kavga eden sözde Atatürkçüler ve devlet erkânı apışıp dururken bizde bir olağanüstülük olmadı, bekliyorduk zaten.
1991’de kurulan 49. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, DYP ve SHP koalisyon hükümetidir.
Rahmetli Başbuğumuz bu hükümete “Güvenoyu” vererek desteğini gösterince içimizdeki çelimsiz ayaklar başkaldırmıştı.
Sebep “İçinde Leyla Zana’nın da bulunduğu hükümeti niçin destekledin” zırvası…Ayrılıp gittiler…
Oysa yapılmak istenen, hükümetle iyi ilişkiler içerisinde olup Azerbaycan’la aramızdaki 17 km. lik uzaklıktaki Türk Dünyasına açılacak yolun kapısını aralamaktı.
O zaman olamadıydı.
2020, 27 yıl esaret altında bulunan Karabağ yeniden Azerbaycan’la bütünleşince o kutlu yolun açılmasının önünde artık engel kalmamıştır.
Millî Savunma Sanayimizdeki atılım ile gücümüzü kanıtlamış durumdayız bugün, çok şükür.
Kurulacak o “Yenidünya”, milletimize hayırlı olsun.