Özellikle 1973'ten sonra siyasi çizgim ve yerim çok nettir:
Türk Milliyetçisiyim ve bu kutlu yüreği taşıyanlarla yan yanayım.
Parti üyesi, kısa süreli olsa da yöneticisi olduğum dönem vardır.
Bir dönem Samsun İl Ocak Başkanlığı görevini yürüttüğümü çokları bilir.
Meslek hayatımda, bulunduğum veya yöneticisi olduğum sivil toplum kuruluşlarında siyasetçi kimliğimi hiç öne çıkarmadım.
Hangi kurumda, komisyonda görev almışsam sadece işime odaklanmışım.
Dernek yönetim kurulu toplantısında, çalışma grubunda, komisyonlarda bile siyasetin aktörlerini ve magazin haberlerini “SİYASET” zannederek “laklak” yapan ahmaklara tahammül etmenin zorluğunu bilemezsiniz.
Kahve kuşu bütün kalitesizlerin futbol konuştuğu gibi her ortamda siyasetin kirini yalayanlara acımışımdır hep.
Bunlar, arkalarına aldıkları amirleri, siyasetçileri övmedikleri zaman rahatsız olurlar. Öyle ki azıcık sıkıştırsanız sizi onların eliyle dövmeye kalkarlar.
Birinde MEM’nün arşivinde bir araştırma yapıyorken, yanımdaki şube müdürüne hava atmak, onu sindirmek amacıyla hemşerisi olan TBMM Başkan Vekilinin adını vererek:
-Bu konuda ne demiş M. E…, diye iki defa hatırlatmada bulununca, o müfettişe:
-O hıyar şimdi bizi görüyor mu? Gelip işimize karışsa burnunu sürteceğimi biliyor mu, diye sordum.
Uzaklaşırken yüzü kızararak gülümseyen şube müdürü arkadaşın mutluluğunu görmeliydiniz.
Bir öğrencinin şube değiştirmesi için MEB şube müdürü olduğunu söyleyen biri aradı Ankara’dan:
-Siz gelin benim işimi yapın, ben de sizin yerinize sizi oraya oturtanlar adına devletin telefonuyla iş takip edeyim, dedim sustu.
-Kapat devletin telefonunu, dedim. Konu kapandı...
Bu yeteneksiz sarmaşıkların en kötü tarafı, gövdesine tırmandıkları adamlar adınaymış gibi kafalarına göre takılmak, iş takibi yapmaktır.
Bir telefon, bir bilgi notu için dokuz takla atar bunlar. Yırtınırlar o işi yapabilmek için.
Bunları iyi bildiğim için hiçbir dairede – eğer beni tanıyorlarsa- işimi yapmayacak bir bürokrata rastlamadım.
Ocak başkanlığım döneminde telefon etti biri:
-Başkanım, SSK’da tanıdığımız biri var mı, diye sordu.
-Hepsini tanıyorum. Ne içindi?
-Babamın emeklilik günlerini hesaplatacağım da…
-Git oraya, bana anlattığın gibi anlat. Eğer işin yapılmazsa haber ver. Gidip duvara fotoğraf gibi yapıştırayım. Onlar bu işleri yapmak için oradalar… Merak etme, kendi işini kendin gör…
Herkes görev ve sorumluluklarını bilirse işler daha güzel yürür, herkes mutlu olur…
***
Eylemleri ile söylemleri arasında uçurum olan, mesleklerinde yeteneksiz ve yetersiz, arkalarındaki siyasetçilerin itmesiyle tayin olmuş, makam elde etmiş solucanların eteklerini toplayarak, kırıp döktüklerini tamir ederek geçti meslek hayatım.
Çok kere başka branşta olanların işini yapması noktasında itici güç oldum.
Türkçe, Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olup pek çoklarının hiçbir sosyal ve kültürel etkinlikte mesleklerinin gereğini yapmadıklarını üzülerek gördüm.
“Boş teneke çok ses çıkarır” diyenin bir bildiği vardır.
Mesaisini spor ve siyaset tartışmasıyla dolduran nicelerini bilirim.
Eskiden böyle boş boş konuşanlara “Lafla peynir gemisi yürümez” deyip eklerlerdi: “Hiç yol kenarına pisleyip anana sövdürdün mü” diye…
Bu günlerde İstanbul BB Başkanlığı seçimlerinin yenilenmesini dolamış diline herkes. İstanbul nire, Konya, Samsun nire… Sanki gidip oy kullanacaklarmış gibi işi gücü bırakıp, en önemli konuları görüşmeyi, dostlarının lâl-hatırını sormayı erteleyip laklak eden ne çok insan var…
Bir gün şöyle dedim:
-1940’tan beri (oysa 1950 doğumluyum) siyasetin içerisindeyim ama “divanda, dergâhta, bargâhta siyaset konuştuğumu göreniniz var mı?...
Baktım alınacaklar:
-İsterseniz beni burada yok sayın. Hatta hiç doğmamış olduğumu düşünün, dedim.
Biliyorsunuz horoza sormuşlar:
-Yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan, diye.
Horoz:
-Ben işimi yaparım, gerisine karışmam, demiş.
Önce işini bilecek insan, sorumluluklarını bilecek…
Dili değil eli işleyen, yaptığı işin hakkını veren o güzel insanlara selam olsun.