Büyük dava adamı Osman Yüksel Serdengeçti'yi vefatının 33. yıl dönümünde rahmet ve minnetle anıyoruz.
Gazeteci-yazar (1917 Akseki-10 Kasım 1983 İstanbul).Asıl adı Osman Zeki Yüksel’ dır. Serdengeçti dergisinde bu imzayla çıkan yazılarından dolayı bu soy adla tanındı.
Aralarında Ahmet Hamdı Akseki, eski müftülerden Hacı Salih Efendi’nin de bulunduğu alimler yetiştirmiş bir aileye mensuptur. İlkokulu Akseki’de, ortaokulu yatılı öğrenci olarak Antalya’da okudu.
Ankara’da Atatürk Lisesi’ni bitirdikten sonra girdiği Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde 2. Sınıf öğrencisi iken Mayıs 1944′te meydana gelen olaylara karıştığı için öğrenimi yarıda kaldı.
Nihal Atsız ve Alpaslan Türkeş’le birlikte bir süre tutuklu kaldı. Serbest bırakılınca fakülteye başvurarak öğrenimine devam etmek istediyse de kendisine izin verilmedi. Bunun üzerine dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’ e hitaben Yüksek makamın alçak vekiline sözleriyle başlayan bir dilekçe yazdı. Dilekçe’yi bakana verme cesaretini kimse bulamadı, Osman Yüksel yeniden hapishaneye gönderildi. Hapisten çıkınca ünlü Serdengeçti dergisini çıkarmaya başladı.
Pek çok sayısı toplatılan bu dergide çıkan yazıları nedeniyle hakkında çok sayıda dava açıldı ve sık sık tutuklanıp serbest bırakıldı. Başlığının altında ‘Allah, Vatan, Millet Yolunda’ cümlesi sürekli yer alan dergideki yazılarında sık sık kullandığı ‘Açın kapıları Osman geliyor’sözü yeni tutuklanmalara hazır olduğunu bildiriyordu.
Kendisine Serdengeçti unvanını kazandıran bu dergi, sık sık kapanması ve çıkan yazılarından dolayı çok sayıda mahkumiyet kararı çıkması nedeniyle 33 sayı çıkabilmişti. (1947-Şubat 1962) Tek parti yönetiminin İslamiyet ve müslümanlar üzerindeki ağır baskılarını protesto eden aydınların önde gelenlerin arasında yer alan Osman Yüksel ‘Kalemini Hak yolunda bir kılınç gibi kullandı,
bu nedenle de Anadolu’da efsanevi bir kahraman gibi tanındı.’(Mehmet Ateşoğlu). 1952 yılında Bağrı Yanık adlı bir mizah gazetesi çıkardı. Başlığı altında ‘Hak yolunda bağrı yanık yolcular’ sözü yer alan bu yayınında da inancının mücadelesini zengin esprilerle dolu yergileriyle sürdürdü. Bir ara politikaya atıldı, Adalet Partisi listesinden Antalya milletvekili seçilerek, parlamentoda görev yaptı (1965-1969). Batılılaşmayı protesto için meclise kıravatsız milletvekili olarak da ün kazandı. Partisinin politikası ve parti ileri gelenlerine yönelttiği eleştiriler yüzünden AP’den ihraç edildi.
Sonraki yıllarda mücadelesine yine yayınladığı yazı ve kitaplarla devem etti. Son olarak Yeni İstanbul gazetesinde ‘Selam’ başlığı altında günlük fıkralar yazdı. ESERLERİ: Mabetsiz Şehir, Bir Nesli Nasıl Mahvettiler, Bu Millet Neden Ağlar, Gülünç Hakikatlar, Ayasofya Davası, Türklüğün Perişan Hali, Mevlana ve Mehmet Akif, Kara Kitap, Radyo Konuşmaları, Müslüman Çocuğun Şiir Kitabı. EYÜP BEYHAN Yangın var, bağrım yanık, herkes şaka sanıyor, Yanıyor avuçlarım bir kor gibi yanıyor. Ya... Rabbim neydi bu hal, başa gelenler neydi? Ya ben cehennem’deyim, ya Cehennem bendeydi, Denizlere atılsam deniz kurtarmaz beni, Ufuklara uzansam ufuk da sarmaz beni. o.y.serdengeçti Ömrünü, Türk-İslam ülküsüne hizmetle geçiren inandığı dava ve ülküsü uğruna hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan büyük bir dava adamı, mümtaz bir insandır.
Tek parti döneminin uygulamış olduğu her türlü baskı ve zulümlere karşı Atsız, gibi dönemin önde gelen şahsiyetleriyle zulme karış direnen yılmaz bir kavga adamıydı. Osman Yüksel Serdengeçti, ilkokulu Akseki’de, orta ve liseyi Antalya’da bitirdikten sonra 1940 yılında Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ne girdi. Fakülte son sınıfta iken karıştığı olaydan dolayı okuldan atıldı. Yapılan tahkikat neticesinde beraat etmesine rağmen tekrar okula alınmaz. Bundan dolayı dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e hitaben yazdığı “Yüksek Vekâletin Alçak Vekiline” adlı dilekçesinden dolayı mahkemece tutuklandı. Osman Yüksel Serdengeçti 1944 de Türkçülük hareketine öncülük etmek, talebeleri hocalarının aleyhine kışkırtmak, Devlet büyüklerine hakaret etmek vs suçlardan, son sınıfın, son günlerinde okuldan uzaklaştırılıyor.
Bunun üzerine Osman Yüksel Serdengeçti, Milli Eğitim bakanı Hasan Ali Yücel'e şöyle bir dilekçe yazıyor. Yüksek Vekaletin Alçak Vekiline /ANKARA Ben 3 mayıs 1944 hadiselerine öncülük yapmak gençliği kışkırtıp tahrik etmek suçuyla Dil Tarih Coğrafya Fakültesinin felsefe şubesinin son sınıfının son noktasında bir telefon emrinizle okuldan atılan ben Osman Yüksel İstanbul'a sürülüp örfi idare komutanlığının emrine teslim edildikten tabutlara tıkılıp zincirlere vurulduktan sonra suçsuz olduğum anlaşılmıştır kader beni yine sizin karşınıza dikmiştir Hakkımı istiyorum efendi hakkımı ...! Senden bahşiş istemiyorum ...! İmtihan hakkımı ya verirsin ya zorla alırım ... Beni tuttuğum yoldan yücel değil ecel gelse döndüremez ..! ON KURUŞLUK PUL ve imza OSMAN YÜKSEL Tek sayı çıkarabildiği “Bağrı yanık” adlı mizah gazetesi yasak yayın sayıldı.
1965 yılında Adalet Partisi’nden bir dönem maceralı bir şekilde Antalya milletvekilliği de yapan Serdengeçti, akrabası da sayılan İsmet Hanım’la evlenir ve bu evlilikten bir erkek çocukları dünyaya gelir. Lakin o da iki yaşında vefat ettikten sonra bir daha da çocukları olmadı. Yakalandığı Parkinson hastalığından kurtulamayarak, 10 Kasım 1983’te Ankara’da Hakk’ın rahmetine kavuştu.(1)
Milletvekilliği:
Osman Yüksel Serdengeçti milletvekili seçilince Hüseyin Üzmez’e “Ben oraları bilmem, gel beraber gidelim.” Demiş. Meclisin girişindeki dönerli kapıdan önce Hüseyin Üzmez geçmiş, bir müddet ilerlemiş, lakin arkasından ayak sesi gelmediğini hissedince dönüp bakmış ki; döner kapı ile birlikte Osman Yüksel de dönüp duruyor. Tutup kolundan çekerek kapıdan kurtarmış. Abi hayrola ne dönüp duruyorsun?” dediğinde aldığı cevap meclisin duvarına yazılacak kadar veciz: -Sorma Hüseyinciğim, döneklik meclisin kapısında başladı. Allah içerde bize yardım etsin.
Bir kürsü konuşmasında, Osman Yüksel milletvekili olduğu dönemlerde bir mesele ile alakalı meclis kürsüsünde konuşurken CHP milletvekilleri sıra kapaklarına vurarak protesto eder ve konuşmasını engellemeye çalışırlar. Bunun üzerine Osman Yüksel SERDENGEÇTİ” Bu meclisin yarısı hıyar.”deyip kürsüden iner. Bunun üzerine CHP’li vekiller meclisin şahs-ı manevisine hakaret söz konusudur. Lütfen sözünü geri al, diye itirazda bulunurlar. Bunun üzerine Serdengeçti yeniden kürsüye gelip şöyle der: -Tamam sözümü geri alıyorum. Bu meclisin yarısı hıyar değil.
AP Milletvekilliğinde Demirel’e, AP milletvekili olduğu dönemde Süleyman Demirel sık sık “Osman Yüksel varken Muhalefete ne gerek var.” Dermiş hatta hiç kravat takmadığı için sitem eder, oturumlara katılmasını istirham edermiş. Serdengeçti de kravatsız milletin vekili olduğunu beyan edermiş, bir defa kravat takmış onda da boynunu değil uçkurunu kullanmış. Boş işler dediği bir oturumda gübre meselesi konuşuluyormuş. Demirel meselenin çözümünü milletvekillerine sormuş. Herkes bir şeyler söylemiş. En son Serdengeçti söz isteyince herkes hayret ve ilgiyle ona doğru dönmüş, işte Serdengeçti’nin çözümü: Sayın genel başkan bu işin çözümü çok kolay. Şu ön sıralarda oturan yiyip de çıkarmayan vekilleri tarlalarda şöyle bir dolandırıp def-i hacet yaptırın gübre meselesi hallolur. Hastalığı, Osman Yüksel Serdengeçti’ye “Senin hastalığının adı ne?”diye sormuşlar. O da; “Vallahi araba markası gibi bir şey. İnanın benim de bir parkinsonum olsa diyesi geliyor.”demiş.
Türkeş in ziyaretinde Hastalandığı zaman kendini ziyarete gelen Alparslan Türkeş’e “Bak Türkeş, senin en sadık müridin benim, sen “Ey Türk titre ve kendine dön.” Dedin. Ben de titremeye başladım.”demiş. Sempatik ve cesurdu 66 yıllık hayatının büyük bir kısmı, akıl almaz mücadelelerle geçen, hapishaneleri mekan tutan, bildiğini söylemekten çekinmeyen dava insanının asıl adı Osman Yüksel’dir. Merhum Akseki Müftüsü Salim Yüksel’in oğludur. Eski Diyanet İşleri Başkanlarından merhum Ahmet Hamdi Akseki’nin yeğenidir. Bir topluluk içerisinde derhal kendisini belli eden, dikkatleri üzerine çeken bir kişiliği vardı. Yasak, kural, baskı tanımayan bir karakter taşıyordu. Başkalarının tesirlerine kapılmaz, kendisi çevreye tesir ederdi. Serapa espiri dolu bir konuşma ve yazı üslubu vardı. Sempatik, cesur ve ataktı. Şahsiyetinin temel esaslarını içerisinde yetiştiği İslamî iklimden almış; dinî, tarihî, edebî eserleri okuyarak kültürünü zenginleştirmişti. Aynı zamanda şairdi. Onun Sakarya Türküsü adlı şiirinden bir parçaya yer verelim:
“Trenimiz geçerken Sakarya kenarından,
Rüzgârlar esiyordu şehitler diyarından.
Dağlar rükûa varmış kabul olmuş dilekler,
Göklerden halka halka iniyordu melekler.”
“Ey bu ıssız yerlerde sükut eden sırların
Ulvî bir ilham ile manasına erenler!
Ey bir karış yer için dağ gibi can verenler,
Ey bu yollardan her gün geçen kara trenler,
Durun, susun, dinleyin...
Burada her bir zerre nabız gibi atıyor,
Sakarya ufukları kıpkızıl, gün batıyor.”
Bir sorgulama esnasında, Yüksel Serdengeçti, bütün cesaret ve şecaatine rağmen daima aksiyonu değil, fikri ön planda tutmuştur. Bir sorgulama esnasında Osman Y. Serdengeçti Kalabalık bir yürüyüşün ardından tutuklanırlar. Siyasi Şube Müdürü sert ve asabi bir şekilde Serdengeçti’nin her cümlesi için ayrı bir zabıt tutturuyor, mühür v.s. Serdengeçti, adamın haline gülmeye başlıyor. O: - Ne gülüyorsun be! Burada komedi mi oynuyoruz, deyince Serdengeçti:
- Ben ileride bu olayın romanını yazacağım. Sizin tipinizi bu olayın kahramanı olarak tespit ettim. Romana çok uyuyorsunuz, onun için sevincimden gülüyorum, diyor. Tabi ki adam daha da zıvanadan çıkıyor. Kendisi lider konumunda olduğu için ayrıca bizzat Vali Nevzat Tandoğan ifadesini almaya başlıyor.
- Gel bakalım isyanın elebaşısı, Ankara kazan, sen kepçe, karıştır bakalım ne çıkaracaksın? Ama hesabın yanlış, burada vali olarak ben varım, sana bunu yaptıracağımı mı sanıyorsun? Söyle bakalım nümayiş esnasında:
- Neden Dil Tarih’te gençleri kışkırttın?
- Neden Hukuk Fakültesi’nde ayaklanma çıkarttın?
- Neden Mülkiye’de, Ziraat Fakültesi’nde ordu bozanlık yaptın? diye sual yağmuruna tutuyor. Hepsini reddedince, bu defa; sen hareketin başındaymışsın, naralar atıyormuşsun, deyince onu da reddetmiş. Bu sefer çekilmiş fotoğrafları çıkartmış:
- Pekala bu resimler de mi yalan söylüyor, bunlar da mı sahte diye çıkışmış. Bu kez felsefe bölümü talebesi olduğunu ispat eden şu cevabı veriyor:
- Vali Bey! Siz elbette ki, ciddi bir devlet adamısınız. Kesinlikle yalan söylemeniz mümkün değil. İthamlarınızın hepsini aynen kabul ediyorum. Felsefede bir cevher-suret nazariyesi vardır. Bir insanın cevheri bir mekânda olduğu halde, onun birden fazla nüshası (yani sureti) olabilir; bir sureti başka başka yerde gözükebilir. Vali çok kızar ve:
- Suratına bir tane tokat atarsam cevher nerede, suret nerede anlarsın. Atın bunu, der. Sorgulanması esnasında dahi serbest davranan, kimlik ve kişiliğinden ödün vermeyen bir prensibe sahip olan Serdengeçti, sıra dışı hal ve hareketleriyle, sözünü esirgemeyen bir cesarete sahiptir.
Serdengeçti Mecmuası Toplam 32 sayı çıkarabilen mecmuanın her bir sayısı binlerce basılıp dağıtılmak suretiyle toplumda ciddi tesir bırakmaktaydı. Şunu ifade etmek sanırım mübalağa olmaz: Hemen hemen bütün sayılarındaki yazılarından dolayı defalarca mahkemeye çıkmıştır. Henüz ilk sayısında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel için:
- Evet ağzının sağ yanıyla Kur’an okuyan, sol yanıyla kızıl ıslıklar çalan bakan sensin, demiştir. Avukatlığını yapan ve aynı zamanda dava arkadaşı olan Süleyman Arif Emre:
- Osman, yazdığın yazıları neşredilmeden önce bana göster, zararsız hale getirerek yazalım da başın belaya girmesin. Ne mümkün özellikle benden, nâmahremden kaçınır gibi gizlerdi. Ben ancak mahkemeden, açılan dava için celpname veya tutuklama müzekkeresi geldikten sonra işe vâkıf olabilirdim. Çar-nâçar cübbeyi omuzlayıp arkadaşımızı savunmaktan başka çare kalmıyordu. Meşhur Malatya davasından beraat ettikten sonra avukatına:
- Arif, ben şimdi devletten on dört ay alacaklıyım. Bir devlet mensubuna hakaret etsem bundan dolayı verilecek cezaya, bu yattığım mahsup edilir mi? diyerek tekrar içeri gireceğinin sinyalini vermekte. Çünkü o, hapishaneyi “evim” diye tanımlıyor. Korkuyu korkutan, ölümü öldüren Serdengeçti, davasıyla ilgili, uzun bir ara geçtikten sonra çıkardığı mecmuasında şöyle ifade ediyor: Davasının kendi dilinden tanımı “Çünkü davamız, Allah davası, millet davası, vatan davasıdır. Bu mukaddes dava karşısında biz, nefsimizi sildik, kendimizi bildik. 1940 yılından beri kötü niyetlere, şer kuvvetlere karşı amansız bir mücadele açmış bulunuyoruz. Yıllardır bin bir facia ile dolu mücadele hayatımızda, türlü mahkûmiyet ve mahrumiyetlere uğradık. Üniversitelerden mi kovulmadık? Kollarımıza kelepçeler, şehirlerden şehirlere mi sürülmedik? Hangi birinden bahsedelim. Bütün bunlara rağmen sinmedik, yılmadık, ölmedik... Çünkü O’na inanıyoruz. O’na güveniyoruz. Hiç ölmeyene, hiç solmayana, eşi nazir olmayana gönül verdik. Mücadeleye, er meydanına yalın kılıç atılanların, Serdengeçtiler kafilesine yeni katılanların pervasızlığı, imanı, heyecanı, zindeliği var içimizde... Kim ne derse desin, önümüze hangi engel çıkarsa çıksın, bu ateş sönmeyecek, bu dava ölmeyecek. Serdengeçti yolundan dönmeyecek.”
Serden geçti hakkında söyleyenler:
İki Milli(2)nin dışında, bütün millilerin yanında olduğunu söyleyen Serdengeçti: “Hey Yarabbi... Nedir bu İsmetlerden çektiğim. Biri yıllarca beni zindanlarda inletti, öbürü de hayatım boyu dır dır dinletti... (Hanımı asil bir Anadolu kadınıdır) Namazda secdeleri çok severdi. Çok defa hıçkırarak doğrulurdu. Bir gün şöyle dedi:
- Müslümanlar bu kadar zulüm görmeseydi, bu kadar ezilmeseydi, belki de ben hiç mücadele hayatına atılmazdım.
Ahmet Kabaklı Osman Yüksel’ler, bu milletin ruh, iman, gelenek köklerine bağlı, taşkın zekalı çocuklarıdır. Yolsuzluklara, kötülüklere, dinsizliklere, saçma sapan yeniliklere, nursuzluk ve dönekliklere karşı içlerinde mukaddes bir isyanla İstanbul ve Ankara’ya giderler.
Yavuz Bülent Bakiler Osman Yüksel...
Bütün akımların karşısındaydı. Tembelliğe, geriliğe, kültür emperyalizmine, her türlü dikta heveslerine, taklitçiliğe başkaldırırdı. O, Anadolu’muzun yerli sesidir. Bir Yörük kilimi tadar renkli, çarpıcı ve heyecan verici bir ses... Dün onun kalemi bir kılıçtı, bir fikir savaşının en ön saflarında bulunuyordu.
Hekimoğlu İsmail Yazıhanesini ve hapishane anlayışını şöyle tanımlıyor:
Derginin idarehanesi denen yer, bir kitapçı dükkânıdır. Pek aydınlık değildi. Raflarda, yerlerde kitaplar, duvarlarda Serdengeçti’ler asılmış, hangi dergiden ne kadar soruşturma açılmış ne kadar hapis yatmış, hepsi üzerlerinde yazılı idi. Ekseriya peynir ekmek, yumurta yerdi. Evleninceye kadar bu dükkanda yattı kalktı. Hapishaneye “evim” diyen Serdengeçti şöyle derdi: “Dolandırıcı, sahtekâr, namussuz, hırsız, katil... Hepsi hepsi hapis yatıyor. Bir hiç uğruna, bir alçaklık için hapis yatanlar, hapsi göze alanlar varken, ben neden dinim, imanım için hapis yatmayayım? Dinsiz olmayacağız, hapis olacağız. Ne yapalım?”
Gazeteci-yazar (1917 Akseki-10 Kasım 1983 İstanbul).Asıl adı Osman Zeki Yüksel’ dır. Serdengeçti dergisinde bu imzayla çıkan yazılarından dolayı bu soy adla tanındı.
Aralarında Ahmet Hamdı Akseki, eski müftülerden Hacı Salih Efendi’nin de bulunduğu alimler yetiştirmiş bir aileye mensuptur. İlkokulu Akseki’de, ortaokulu yatılı öğrenci olarak Antalya’da okudu.
Ankara’da Atatürk Lisesi’ni bitirdikten sonra girdiği Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde 2. Sınıf öğrencisi iken Mayıs 1944′te meydana gelen olaylara karıştığı için öğrenimi yarıda kaldı.
Nihal Atsız ve Alpaslan Türkeş’le birlikte bir süre tutuklu kaldı. Serbest bırakılınca fakülteye başvurarak öğrenimine devam etmek istediyse de kendisine izin verilmedi. Bunun üzerine dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’ e hitaben Yüksek makamın alçak vekiline sözleriyle başlayan bir dilekçe yazdı. Dilekçe’yi bakana verme cesaretini kimse bulamadı, Osman Yüksel yeniden hapishaneye gönderildi. Hapisten çıkınca ünlü Serdengeçti dergisini çıkarmaya başladı.
Pek çok sayısı toplatılan bu dergide çıkan yazıları nedeniyle hakkında çok sayıda dava açıldı ve sık sık tutuklanıp serbest bırakıldı. Başlığının altında ‘Allah, Vatan, Millet Yolunda’ cümlesi sürekli yer alan dergideki yazılarında sık sık kullandığı ‘Açın kapıları Osman geliyor’sözü yeni tutuklanmalara hazır olduğunu bildiriyordu.
Kendisine Serdengeçti unvanını kazandıran bu dergi, sık sık kapanması ve çıkan yazılarından dolayı çok sayıda mahkumiyet kararı çıkması nedeniyle 33 sayı çıkabilmişti. (1947-Şubat 1962) Tek parti yönetiminin İslamiyet ve müslümanlar üzerindeki ağır baskılarını protesto eden aydınların önde gelenlerin arasında yer alan Osman Yüksel ‘Kalemini Hak yolunda bir kılınç gibi kullandı,
bu nedenle de Anadolu’da efsanevi bir kahraman gibi tanındı.’(Mehmet Ateşoğlu). 1952 yılında Bağrı Yanık adlı bir mizah gazetesi çıkardı. Başlığı altında ‘Hak yolunda bağrı yanık yolcular’ sözü yer alan bu yayınında da inancının mücadelesini zengin esprilerle dolu yergileriyle sürdürdü. Bir ara politikaya atıldı, Adalet Partisi listesinden Antalya milletvekili seçilerek, parlamentoda görev yaptı (1965-1969). Batılılaşmayı protesto için meclise kıravatsız milletvekili olarak da ün kazandı. Partisinin politikası ve parti ileri gelenlerine yönelttiği eleştiriler yüzünden AP’den ihraç edildi.
Sonraki yıllarda mücadelesine yine yayınladığı yazı ve kitaplarla devem etti. Son olarak Yeni İstanbul gazetesinde ‘Selam’ başlığı altında günlük fıkralar yazdı. ESERLERİ: Mabetsiz Şehir, Bir Nesli Nasıl Mahvettiler, Bu Millet Neden Ağlar, Gülünç Hakikatlar, Ayasofya Davası, Türklüğün Perişan Hali, Mevlana ve Mehmet Akif, Kara Kitap, Radyo Konuşmaları, Müslüman Çocuğun Şiir Kitabı. EYÜP BEYHAN Yangın var, bağrım yanık, herkes şaka sanıyor, Yanıyor avuçlarım bir kor gibi yanıyor. Ya... Rabbim neydi bu hal, başa gelenler neydi? Ya ben cehennem’deyim, ya Cehennem bendeydi, Denizlere atılsam deniz kurtarmaz beni, Ufuklara uzansam ufuk da sarmaz beni. o.y.serdengeçti Ömrünü, Türk-İslam ülküsüne hizmetle geçiren inandığı dava ve ülküsü uğruna hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan büyük bir dava adamı, mümtaz bir insandır.
Tek parti döneminin uygulamış olduğu her türlü baskı ve zulümlere karşı Atsız, gibi dönemin önde gelen şahsiyetleriyle zulme karış direnen yılmaz bir kavga adamıydı. Osman Yüksel Serdengeçti, ilkokulu Akseki’de, orta ve liseyi Antalya’da bitirdikten sonra 1940 yılında Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ne girdi. Fakülte son sınıfta iken karıştığı olaydan dolayı okuldan atıldı. Yapılan tahkikat neticesinde beraat etmesine rağmen tekrar okula alınmaz. Bundan dolayı dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e hitaben yazdığı “Yüksek Vekâletin Alçak Vekiline” adlı dilekçesinden dolayı mahkemece tutuklandı. Osman Yüksel Serdengeçti 1944 de Türkçülük hareketine öncülük etmek, talebeleri hocalarının aleyhine kışkırtmak, Devlet büyüklerine hakaret etmek vs suçlardan, son sınıfın, son günlerinde okuldan uzaklaştırılıyor.
Bunun üzerine Osman Yüksel Serdengeçti, Milli Eğitim bakanı Hasan Ali Yücel'e şöyle bir dilekçe yazıyor. Yüksek Vekaletin Alçak Vekiline /ANKARA Ben 3 mayıs 1944 hadiselerine öncülük yapmak gençliği kışkırtıp tahrik etmek suçuyla Dil Tarih Coğrafya Fakültesinin felsefe şubesinin son sınıfının son noktasında bir telefon emrinizle okuldan atılan ben Osman Yüksel İstanbul'a sürülüp örfi idare komutanlığının emrine teslim edildikten tabutlara tıkılıp zincirlere vurulduktan sonra suçsuz olduğum anlaşılmıştır kader beni yine sizin karşınıza dikmiştir Hakkımı istiyorum efendi hakkımı ...! Senden bahşiş istemiyorum ...! İmtihan hakkımı ya verirsin ya zorla alırım ... Beni tuttuğum yoldan yücel değil ecel gelse döndüremez ..! ON KURUŞLUK PUL ve imza OSMAN YÜKSEL Tek sayı çıkarabildiği “Bağrı yanık” adlı mizah gazetesi yasak yayın sayıldı.
1965 yılında Adalet Partisi’nden bir dönem maceralı bir şekilde Antalya milletvekilliği de yapan Serdengeçti, akrabası da sayılan İsmet Hanım’la evlenir ve bu evlilikten bir erkek çocukları dünyaya gelir. Lakin o da iki yaşında vefat ettikten sonra bir daha da çocukları olmadı. Yakalandığı Parkinson hastalığından kurtulamayarak, 10 Kasım 1983’te Ankara’da Hakk’ın rahmetine kavuştu.(1)
Milletvekilliği:
Osman Yüksel Serdengeçti milletvekili seçilince Hüseyin Üzmez’e “Ben oraları bilmem, gel beraber gidelim.” Demiş. Meclisin girişindeki dönerli kapıdan önce Hüseyin Üzmez geçmiş, bir müddet ilerlemiş, lakin arkasından ayak sesi gelmediğini hissedince dönüp bakmış ki; döner kapı ile birlikte Osman Yüksel de dönüp duruyor. Tutup kolundan çekerek kapıdan kurtarmış. Abi hayrola ne dönüp duruyorsun?” dediğinde aldığı cevap meclisin duvarına yazılacak kadar veciz: -Sorma Hüseyinciğim, döneklik meclisin kapısında başladı. Allah içerde bize yardım etsin.
Bir kürsü konuşmasında, Osman Yüksel milletvekili olduğu dönemlerde bir mesele ile alakalı meclis kürsüsünde konuşurken CHP milletvekilleri sıra kapaklarına vurarak protesto eder ve konuşmasını engellemeye çalışırlar. Bunun üzerine Osman Yüksel SERDENGEÇTİ” Bu meclisin yarısı hıyar.”deyip kürsüden iner. Bunun üzerine CHP’li vekiller meclisin şahs-ı manevisine hakaret söz konusudur. Lütfen sözünü geri al, diye itirazda bulunurlar. Bunun üzerine Serdengeçti yeniden kürsüye gelip şöyle der: -Tamam sözümü geri alıyorum. Bu meclisin yarısı hıyar değil.
AP Milletvekilliğinde Demirel’e, AP milletvekili olduğu dönemde Süleyman Demirel sık sık “Osman Yüksel varken Muhalefete ne gerek var.” Dermiş hatta hiç kravat takmadığı için sitem eder, oturumlara katılmasını istirham edermiş. Serdengeçti de kravatsız milletin vekili olduğunu beyan edermiş, bir defa kravat takmış onda da boynunu değil uçkurunu kullanmış. Boş işler dediği bir oturumda gübre meselesi konuşuluyormuş. Demirel meselenin çözümünü milletvekillerine sormuş. Herkes bir şeyler söylemiş. En son Serdengeçti söz isteyince herkes hayret ve ilgiyle ona doğru dönmüş, işte Serdengeçti’nin çözümü: Sayın genel başkan bu işin çözümü çok kolay. Şu ön sıralarda oturan yiyip de çıkarmayan vekilleri tarlalarda şöyle bir dolandırıp def-i hacet yaptırın gübre meselesi hallolur. Hastalığı, Osman Yüksel Serdengeçti’ye “Senin hastalığının adı ne?”diye sormuşlar. O da; “Vallahi araba markası gibi bir şey. İnanın benim de bir parkinsonum olsa diyesi geliyor.”demiş.
Türkeş in ziyaretinde Hastalandığı zaman kendini ziyarete gelen Alparslan Türkeş’e “Bak Türkeş, senin en sadık müridin benim, sen “Ey Türk titre ve kendine dön.” Dedin. Ben de titremeye başladım.”demiş. Sempatik ve cesurdu 66 yıllık hayatının büyük bir kısmı, akıl almaz mücadelelerle geçen, hapishaneleri mekan tutan, bildiğini söylemekten çekinmeyen dava insanının asıl adı Osman Yüksel’dir. Merhum Akseki Müftüsü Salim Yüksel’in oğludur. Eski Diyanet İşleri Başkanlarından merhum Ahmet Hamdi Akseki’nin yeğenidir. Bir topluluk içerisinde derhal kendisini belli eden, dikkatleri üzerine çeken bir kişiliği vardı. Yasak, kural, baskı tanımayan bir karakter taşıyordu. Başkalarının tesirlerine kapılmaz, kendisi çevreye tesir ederdi. Serapa espiri dolu bir konuşma ve yazı üslubu vardı. Sempatik, cesur ve ataktı. Şahsiyetinin temel esaslarını içerisinde yetiştiği İslamî iklimden almış; dinî, tarihî, edebî eserleri okuyarak kültürünü zenginleştirmişti. Aynı zamanda şairdi. Onun Sakarya Türküsü adlı şiirinden bir parçaya yer verelim:
“Trenimiz geçerken Sakarya kenarından,
Rüzgârlar esiyordu şehitler diyarından.
Dağlar rükûa varmış kabul olmuş dilekler,
Göklerden halka halka iniyordu melekler.”
“Ey bu ıssız yerlerde sükut eden sırların
Ulvî bir ilham ile manasına erenler!
Ey bir karış yer için dağ gibi can verenler,
Ey bu yollardan her gün geçen kara trenler,
Durun, susun, dinleyin...
Burada her bir zerre nabız gibi atıyor,
Sakarya ufukları kıpkızıl, gün batıyor.”
Bir sorgulama esnasında, Yüksel Serdengeçti, bütün cesaret ve şecaatine rağmen daima aksiyonu değil, fikri ön planda tutmuştur. Bir sorgulama esnasında Osman Y. Serdengeçti Kalabalık bir yürüyüşün ardından tutuklanırlar. Siyasi Şube Müdürü sert ve asabi bir şekilde Serdengeçti’nin her cümlesi için ayrı bir zabıt tutturuyor, mühür v.s. Serdengeçti, adamın haline gülmeye başlıyor. O: - Ne gülüyorsun be! Burada komedi mi oynuyoruz, deyince Serdengeçti:
- Ben ileride bu olayın romanını yazacağım. Sizin tipinizi bu olayın kahramanı olarak tespit ettim. Romana çok uyuyorsunuz, onun için sevincimden gülüyorum, diyor. Tabi ki adam daha da zıvanadan çıkıyor. Kendisi lider konumunda olduğu için ayrıca bizzat Vali Nevzat Tandoğan ifadesini almaya başlıyor.
- Gel bakalım isyanın elebaşısı, Ankara kazan, sen kepçe, karıştır bakalım ne çıkaracaksın? Ama hesabın yanlış, burada vali olarak ben varım, sana bunu yaptıracağımı mı sanıyorsun? Söyle bakalım nümayiş esnasında:
- Neden Dil Tarih’te gençleri kışkırttın?
- Neden Hukuk Fakültesi’nde ayaklanma çıkarttın?
- Neden Mülkiye’de, Ziraat Fakültesi’nde ordu bozanlık yaptın? diye sual yağmuruna tutuyor. Hepsini reddedince, bu defa; sen hareketin başındaymışsın, naralar atıyormuşsun, deyince onu da reddetmiş. Bu sefer çekilmiş fotoğrafları çıkartmış:
- Pekala bu resimler de mi yalan söylüyor, bunlar da mı sahte diye çıkışmış. Bu kez felsefe bölümü talebesi olduğunu ispat eden şu cevabı veriyor:
- Vali Bey! Siz elbette ki, ciddi bir devlet adamısınız. Kesinlikle yalan söylemeniz mümkün değil. İthamlarınızın hepsini aynen kabul ediyorum. Felsefede bir cevher-suret nazariyesi vardır. Bir insanın cevheri bir mekânda olduğu halde, onun birden fazla nüshası (yani sureti) olabilir; bir sureti başka başka yerde gözükebilir. Vali çok kızar ve:
- Suratına bir tane tokat atarsam cevher nerede, suret nerede anlarsın. Atın bunu, der. Sorgulanması esnasında dahi serbest davranan, kimlik ve kişiliğinden ödün vermeyen bir prensibe sahip olan Serdengeçti, sıra dışı hal ve hareketleriyle, sözünü esirgemeyen bir cesarete sahiptir.
Serdengeçti Mecmuası Toplam 32 sayı çıkarabilen mecmuanın her bir sayısı binlerce basılıp dağıtılmak suretiyle toplumda ciddi tesir bırakmaktaydı. Şunu ifade etmek sanırım mübalağa olmaz: Hemen hemen bütün sayılarındaki yazılarından dolayı defalarca mahkemeye çıkmıştır. Henüz ilk sayısında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel için:
- Evet ağzının sağ yanıyla Kur’an okuyan, sol yanıyla kızıl ıslıklar çalan bakan sensin, demiştir. Avukatlığını yapan ve aynı zamanda dava arkadaşı olan Süleyman Arif Emre:
- Osman, yazdığın yazıları neşredilmeden önce bana göster, zararsız hale getirerek yazalım da başın belaya girmesin. Ne mümkün özellikle benden, nâmahremden kaçınır gibi gizlerdi. Ben ancak mahkemeden, açılan dava için celpname veya tutuklama müzekkeresi geldikten sonra işe vâkıf olabilirdim. Çar-nâçar cübbeyi omuzlayıp arkadaşımızı savunmaktan başka çare kalmıyordu. Meşhur Malatya davasından beraat ettikten sonra avukatına:
- Arif, ben şimdi devletten on dört ay alacaklıyım. Bir devlet mensubuna hakaret etsem bundan dolayı verilecek cezaya, bu yattığım mahsup edilir mi? diyerek tekrar içeri gireceğinin sinyalini vermekte. Çünkü o, hapishaneyi “evim” diye tanımlıyor. Korkuyu korkutan, ölümü öldüren Serdengeçti, davasıyla ilgili, uzun bir ara geçtikten sonra çıkardığı mecmuasında şöyle ifade ediyor: Davasının kendi dilinden tanımı “Çünkü davamız, Allah davası, millet davası, vatan davasıdır. Bu mukaddes dava karşısında biz, nefsimizi sildik, kendimizi bildik. 1940 yılından beri kötü niyetlere, şer kuvvetlere karşı amansız bir mücadele açmış bulunuyoruz. Yıllardır bin bir facia ile dolu mücadele hayatımızda, türlü mahkûmiyet ve mahrumiyetlere uğradık. Üniversitelerden mi kovulmadık? Kollarımıza kelepçeler, şehirlerden şehirlere mi sürülmedik? Hangi birinden bahsedelim. Bütün bunlara rağmen sinmedik, yılmadık, ölmedik... Çünkü O’na inanıyoruz. O’na güveniyoruz. Hiç ölmeyene, hiç solmayana, eşi nazir olmayana gönül verdik. Mücadeleye, er meydanına yalın kılıç atılanların, Serdengeçtiler kafilesine yeni katılanların pervasızlığı, imanı, heyecanı, zindeliği var içimizde... Kim ne derse desin, önümüze hangi engel çıkarsa çıksın, bu ateş sönmeyecek, bu dava ölmeyecek. Serdengeçti yolundan dönmeyecek.”
Serden geçti hakkında söyleyenler:
İki Milli(2)nin dışında, bütün millilerin yanında olduğunu söyleyen Serdengeçti: “Hey Yarabbi... Nedir bu İsmetlerden çektiğim. Biri yıllarca beni zindanlarda inletti, öbürü de hayatım boyu dır dır dinletti... (Hanımı asil bir Anadolu kadınıdır) Namazda secdeleri çok severdi. Çok defa hıçkırarak doğrulurdu. Bir gün şöyle dedi:
- Müslümanlar bu kadar zulüm görmeseydi, bu kadar ezilmeseydi, belki de ben hiç mücadele hayatına atılmazdım.
Ahmet Kabaklı Osman Yüksel’ler, bu milletin ruh, iman, gelenek köklerine bağlı, taşkın zekalı çocuklarıdır. Yolsuzluklara, kötülüklere, dinsizliklere, saçma sapan yeniliklere, nursuzluk ve dönekliklere karşı içlerinde mukaddes bir isyanla İstanbul ve Ankara’ya giderler.
Yavuz Bülent Bakiler Osman Yüksel...
Bütün akımların karşısındaydı. Tembelliğe, geriliğe, kültür emperyalizmine, her türlü dikta heveslerine, taklitçiliğe başkaldırırdı. O, Anadolu’muzun yerli sesidir. Bir Yörük kilimi tadar renkli, çarpıcı ve heyecan verici bir ses... Dün onun kalemi bir kılıçtı, bir fikir savaşının en ön saflarında bulunuyordu.
Hekimoğlu İsmail Yazıhanesini ve hapishane anlayışını şöyle tanımlıyor:
Derginin idarehanesi denen yer, bir kitapçı dükkânıdır. Pek aydınlık değildi. Raflarda, yerlerde kitaplar, duvarlarda Serdengeçti’ler asılmış, hangi dergiden ne kadar soruşturma açılmış ne kadar hapis yatmış, hepsi üzerlerinde yazılı idi. Ekseriya peynir ekmek, yumurta yerdi. Evleninceye kadar bu dükkanda yattı kalktı. Hapishaneye “evim” diyen Serdengeçti şöyle derdi: “Dolandırıcı, sahtekâr, namussuz, hırsız, katil... Hepsi hepsi hapis yatıyor. Bir hiç uğruna, bir alçaklık için hapis yatanlar, hapsi göze alanlar varken, ben neden dinim, imanım için hapis yatmayayım? Dinsiz olmayacağız, hapis olacağız. Ne yapalım?”