Yeniçağ'da yazan Çiğdem Akdemir'in "Nereden baksan karanlık" başlıklı yazısını yayınlıyoruz.
31 Mart kelimenin temel anlamıyla da yan anlamıyla da nereden bakarsanız bakın karanlık bir gündü..
Koskoca memleket elektriksiz kaldı.. Üşüdü.. İşine gidemedi ya da geç kaldı.. Hastanede muayene olamadı.. Ameliyat edilemedi.. Televizyonunu, radyosunu açamadı.. Internete ulaşamadı.. Telefonunu şarj edemedi.. 7'den 70'e öyle ya da böyle herkes etkilendi.. Ne bir net açıklama ne tatmin eden izahat.. Hep laf eğip bükmeler.. Zaman kazanmalar.. Baştan savmalar..
Saatler süren bu çileyi yaşarken günü karartan bir başka haber daha geldi.. Bu kez içimiz de karardı.. Berkin Elvan dosyasına bakan savcı Mehmet Selim Kiraz rehin alınmıştı teröristler tarafından.. Başına silah dayanmış halde çekilen fotoğrafı yayıldı önce sosyal medyada..
Çağlayan'daki o koca Adalet Sarayı'nda birileri kendine avukat süsü vererek elini kolunu sallaya sallaya içeri girebilmiş, 6. kattaki savcının odasına çıkabilmiş, savcıyı odasında rehin alabilmişti.. Herkesin hayatını etkileyerek tepkiye yol açabilecek bir durumun içindeyken bu haberle gözler rehine olayına çevrilmişti.. Haberini verirken, gelişmeleri güncellerken bir baktık yayın yasağı gelivermiş.. Başbakanlık kararı.. Koca koca ekranlar son dakika verirken gelişmeleri bir bir normal ekranlarına döndüler.. Hiçbir şey olmamış gibi.. Hayal mi gördük sahi?
Akşam olunca silah sesleri, patlama sesi, başlayan operasyon haberleri gelmeye başladı.. Ve sonuç.. Operasyon bittiğinde durum.. Odadaki kimse yaşamıyordu..
Ama Selami Altınok, İstanbul Emniyet Müdürü öyle demiyordu.. İki terörist öldürülmüş, savcı ise ağır yaralıydı, ameliyata alınmıştı.. Herkesin gözünün içine baka baka doğru söylenmedi yani.. Emniyet Müdürü ve yanındaki Başsavcı vekili.. Hastaneye gittiğinde vefat etmiş olan savcımız için yaşadığını söyleyenler artık güvenilirliğini yitirdi.. Geçmiş olsun..
O kadar soru var ki kafamda.. Şehidi toprağa verdikten sonra şimdi artık sorma zamanı..
Bu operasyon nasıl operasyon arkadaş bir kere? Savcının hayatını korumak çok mu zordu? Koca bina boşaltılmış, çevresine keskin nişancılar yerleştirilmiş.. O halde hiç mi başka yolu yoktu? Silah sesi duyulmasıyla birlikte içeri girildi de içeri girene kadar ne tür müdahale olasılıkları düşünüldü? Savcı Kiraz'a kurşunlar nasıl isabet etti? İçeride tam olarak ne oldu? Çatışmaysa, çatışma olmadan önce bunu önleyecek türden sakin müdahale seçenekleri yok muydu?
Hem teröristler nasıl rahat rahat girebildi içeri? Hadi o kapıdan girdi; 6. kata nasıl rahat çıktı? O katta görevliler yok mudur?
Koca bina.. Koca saray.. Adaletin sarayında adaleti dağıtmak peşinde olan savcılar da adaletin sağlanmasını isteyen vatandaş da adaletin yerini bulması için çalışanlar da güvende değil, iyi mi?
Böyle bir dosyayı alan savcı aynı zamanda bir hedef durumuna gelirken neden koruma verilmemiş kendisine? Bu ülkede birileri, "önüne yatacak kadar" değer verdiği insanlara ne korumalar sağladı hatırlayın.. Savcıya mı koruma yoktu?
Geriye dönük teröristlerin kurdukları temaslarla ilgili hiç elde bir görüntü , bir bllgi yok mu? Elektriklerin kesik olması bunu engelledi mi?
Otopsi raporu, balistik rapor.. Bunca şeyden sonra raporlara nasıl güven olur?
Medyaya yapıla karartma, yanlış bilgiler verilmesindeki esas amaç ne? Öyle ya karartma ifadesi bile karanlık işleri çağrıştırıyor..
Bütün bunların "iç güvenlik paketine ihtiyaç olduğu algısına" hizmet etmesi bir tesadüf mü?
Şimdiye kadar bu ve bunun gibi sorulara cevap gelmedi.. Tatmin edici cevap geleceği konusunda kimsenin de umutlu olduğunu görmedim..
Neticede bir kez daha anladık ki koruyamıyorlar.. Kadınlarımızı, işçilerimizi koruyamıyorlar.. Gençlerimizi koruyamıyorlar.. Savcıyı koruyamıyorlar.. Toprağı, bayrağı koruyamıyorlar..
Peki bu kaos kimin işine yarar? Kim karartmak istiyor bugünümüzü, yarınımızı?
Kimi sorular cevabını içinde barındırır.. Belki o an fark etmeyiz.. Ama belki yakındır cevabını bulmak..
'MÜZAKERE' EDENİN 'MÜCADELESİ' Mİ OLUR?
"Teröre karşı mücadele hususunda mekan ve şahıslarla ilgili herhangi bir farklılık gözetmeksizin ne tedbir gerekiyorsa, bu tedbirler alınacaktır"
Başbakan Davutoğlu'nun olayın yaşandığı akşamki açıklamasından bu cümle.. Teröre tepki gösteriyor.. Mücadele, diyor.. Öyle bir birlik beraberlik diyor ki sanırsınız bu ülkede açılım süreci diye bir süreç olmamış..
Terör örgütü için çıkıp da birileri "12 yıldır ne istediler de vermedik?" dememiş..
Sanki Başbakanlık ofisinde teröristbaşının madde madde talimatları açıklanmamış gibi..
"Terörle müzakere" edenlerin ağzından "terörle mücadele" ifadesini duyunca bir gülme geliyor.. En acısından..
BAŞARI..
Operasyon için başarılı(!) dediler ya..
Başarılı operasyon anlayışları hakkında hepimizin bir firi var artık..
İlk başarılı(!) operasyonda toprağımızdan olduk.. Vatan toprağını kaybettik..
İkinci başarılı(!) operasyonda savcıyı kaybettik..
Üçüncü bir başarılı(!) operasyonu kaldırabilecek sinir sistemine sahip olduğumuzu sanmıyorum artık.. Allah bizi korusun..
O değil de..
İki terörist öldürüldü, savcımız şehit oldu.. Başarılı operasyon, dediler..
İki terörist de yakalansaydı ve savcı sağ çıksaydı, o zaman "başarısız" mı olurdu yani?
Bak bu soruya fena takıldım..
BİR BU EKSİKTİ: ŞEHİT EVİNDE MİTİNG
Şehidin evine gidilir, ziyaret edilir.. Taziyeler iletilir.. Gereken mesaj verilir.. Ziyaret sona erer..
Şehidin evine ziyarete giderken telefon mesajlarıyla herkese duyurmak.. İnsanların orada toplanmasını sağlamak.. Ses sistemi kurdurmak.. Ve orada konuşma yapmak ne demektir Allah aşkına?
Şehidin evi, kapısının önü, sokağı, mahallesi miting alanı değildir!
Zora gelince "Şehitler üzerinden siyaset yapıyorlar" "Şehitlerin cenazelerini istismar ediyorlar" suçlamalarını savururken başkalarına, şehit evi ziyaretini mitinge çevirmek tezattır,ayıptır..
En çok da şehide saygısızlıktır..
HİÇ AKLIMDAN ÇIKMIYOR..
Elektrikler kesiliyor.. Savcımız rehin alınıp şehit oluyor.. Adliye Sarayı'nda terör yaşanıyor.. Emniyet Müdürlüğü'ne saldırılıyor.. Ortalık karıştıkça karışıyor..
Bu haberler geldikçe benim aklıma tek bir cümle geliyor..
Yine istemsizce (!) ..
Yine nedensizce (!)..
"400 milletvekilini verin, bu iş huzur içinde çözülsün"
31 Mart kelimenin temel anlamıyla da yan anlamıyla da nereden bakarsanız bakın karanlık bir gündü..
Koskoca memleket elektriksiz kaldı.. Üşüdü.. İşine gidemedi ya da geç kaldı.. Hastanede muayene olamadı.. Ameliyat edilemedi.. Televizyonunu, radyosunu açamadı.. Internete ulaşamadı.. Telefonunu şarj edemedi.. 7'den 70'e öyle ya da böyle herkes etkilendi.. Ne bir net açıklama ne tatmin eden izahat.. Hep laf eğip bükmeler.. Zaman kazanmalar.. Baştan savmalar..
Saatler süren bu çileyi yaşarken günü karartan bir başka haber daha geldi.. Bu kez içimiz de karardı.. Berkin Elvan dosyasına bakan savcı Mehmet Selim Kiraz rehin alınmıştı teröristler tarafından.. Başına silah dayanmış halde çekilen fotoğrafı yayıldı önce sosyal medyada..
Çağlayan'daki o koca Adalet Sarayı'nda birileri kendine avukat süsü vererek elini kolunu sallaya sallaya içeri girebilmiş, 6. kattaki savcının odasına çıkabilmiş, savcıyı odasında rehin alabilmişti.. Herkesin hayatını etkileyerek tepkiye yol açabilecek bir durumun içindeyken bu haberle gözler rehine olayına çevrilmişti.. Haberini verirken, gelişmeleri güncellerken bir baktık yayın yasağı gelivermiş.. Başbakanlık kararı.. Koca koca ekranlar son dakika verirken gelişmeleri bir bir normal ekranlarına döndüler.. Hiçbir şey olmamış gibi.. Hayal mi gördük sahi?
Akşam olunca silah sesleri, patlama sesi, başlayan operasyon haberleri gelmeye başladı.. Ve sonuç.. Operasyon bittiğinde durum.. Odadaki kimse yaşamıyordu..
Ama Selami Altınok, İstanbul Emniyet Müdürü öyle demiyordu.. İki terörist öldürülmüş, savcı ise ağır yaralıydı, ameliyata alınmıştı.. Herkesin gözünün içine baka baka doğru söylenmedi yani.. Emniyet Müdürü ve yanındaki Başsavcı vekili.. Hastaneye gittiğinde vefat etmiş olan savcımız için yaşadığını söyleyenler artık güvenilirliğini yitirdi.. Geçmiş olsun..
O kadar soru var ki kafamda.. Şehidi toprağa verdikten sonra şimdi artık sorma zamanı..
Bu operasyon nasıl operasyon arkadaş bir kere? Savcının hayatını korumak çok mu zordu? Koca bina boşaltılmış, çevresine keskin nişancılar yerleştirilmiş.. O halde hiç mi başka yolu yoktu? Silah sesi duyulmasıyla birlikte içeri girildi de içeri girene kadar ne tür müdahale olasılıkları düşünüldü? Savcı Kiraz'a kurşunlar nasıl isabet etti? İçeride tam olarak ne oldu? Çatışmaysa, çatışma olmadan önce bunu önleyecek türden sakin müdahale seçenekleri yok muydu?
Hem teröristler nasıl rahat rahat girebildi içeri? Hadi o kapıdan girdi; 6. kata nasıl rahat çıktı? O katta görevliler yok mudur?
Koca bina.. Koca saray.. Adaletin sarayında adaleti dağıtmak peşinde olan savcılar da adaletin sağlanmasını isteyen vatandaş da adaletin yerini bulması için çalışanlar da güvende değil, iyi mi?
Böyle bir dosyayı alan savcı aynı zamanda bir hedef durumuna gelirken neden koruma verilmemiş kendisine? Bu ülkede birileri, "önüne yatacak kadar" değer verdiği insanlara ne korumalar sağladı hatırlayın.. Savcıya mı koruma yoktu?
Geriye dönük teröristlerin kurdukları temaslarla ilgili hiç elde bir görüntü , bir bllgi yok mu? Elektriklerin kesik olması bunu engelledi mi?
Otopsi raporu, balistik rapor.. Bunca şeyden sonra raporlara nasıl güven olur?
Medyaya yapıla karartma, yanlış bilgiler verilmesindeki esas amaç ne? Öyle ya karartma ifadesi bile karanlık işleri çağrıştırıyor..
Bütün bunların "iç güvenlik paketine ihtiyaç olduğu algısına" hizmet etmesi bir tesadüf mü?
Şimdiye kadar bu ve bunun gibi sorulara cevap gelmedi.. Tatmin edici cevap geleceği konusunda kimsenin de umutlu olduğunu görmedim..
Neticede bir kez daha anladık ki koruyamıyorlar.. Kadınlarımızı, işçilerimizi koruyamıyorlar.. Gençlerimizi koruyamıyorlar.. Savcıyı koruyamıyorlar.. Toprağı, bayrağı koruyamıyorlar..
Peki bu kaos kimin işine yarar? Kim karartmak istiyor bugünümüzü, yarınımızı?
Kimi sorular cevabını içinde barındırır.. Belki o an fark etmeyiz.. Ama belki yakındır cevabını bulmak..
'MÜZAKERE' EDENİN 'MÜCADELESİ' Mİ OLUR?
"Teröre karşı mücadele hususunda mekan ve şahıslarla ilgili herhangi bir farklılık gözetmeksizin ne tedbir gerekiyorsa, bu tedbirler alınacaktır"
Başbakan Davutoğlu'nun olayın yaşandığı akşamki açıklamasından bu cümle.. Teröre tepki gösteriyor.. Mücadele, diyor.. Öyle bir birlik beraberlik diyor ki sanırsınız bu ülkede açılım süreci diye bir süreç olmamış..
Terör örgütü için çıkıp da birileri "12 yıldır ne istediler de vermedik?" dememiş..
Sanki Başbakanlık ofisinde teröristbaşının madde madde talimatları açıklanmamış gibi..
"Terörle müzakere" edenlerin ağzından "terörle mücadele" ifadesini duyunca bir gülme geliyor.. En acısından..
BAŞARI..
Operasyon için başarılı(!) dediler ya..
Başarılı operasyon anlayışları hakkında hepimizin bir firi var artık..
İlk başarılı(!) operasyonda toprağımızdan olduk.. Vatan toprağını kaybettik..
İkinci başarılı(!) operasyonda savcıyı kaybettik..
Üçüncü bir başarılı(!) operasyonu kaldırabilecek sinir sistemine sahip olduğumuzu sanmıyorum artık.. Allah bizi korusun..
O değil de..
İki terörist öldürüldü, savcımız şehit oldu.. Başarılı operasyon, dediler..
İki terörist de yakalansaydı ve savcı sağ çıksaydı, o zaman "başarısız" mı olurdu yani?
Bak bu soruya fena takıldım..
BİR BU EKSİKTİ: ŞEHİT EVİNDE MİTİNG
Şehidin evine gidilir, ziyaret edilir.. Taziyeler iletilir.. Gereken mesaj verilir.. Ziyaret sona erer..
Şehidin evine ziyarete giderken telefon mesajlarıyla herkese duyurmak.. İnsanların orada toplanmasını sağlamak.. Ses sistemi kurdurmak.. Ve orada konuşma yapmak ne demektir Allah aşkına?
Şehidin evi, kapısının önü, sokağı, mahallesi miting alanı değildir!
Zora gelince "Şehitler üzerinden siyaset yapıyorlar" "Şehitlerin cenazelerini istismar ediyorlar" suçlamalarını savururken başkalarına, şehit evi ziyaretini mitinge çevirmek tezattır,ayıptır..
En çok da şehide saygısızlıktır..
HİÇ AKLIMDAN ÇIKMIYOR..
Elektrikler kesiliyor.. Savcımız rehin alınıp şehit oluyor.. Adliye Sarayı'nda terör yaşanıyor.. Emniyet Müdürlüğü'ne saldırılıyor.. Ortalık karıştıkça karışıyor..
Bu haberler geldikçe benim aklıma tek bir cümle geliyor..
Yine istemsizce (!) ..
Yine nedensizce (!)..
"400 milletvekilini verin, bu iş huzur içinde çözülsün"