Şimdi size birini anlatacağım. Müthiş bir sanatkâr. Üstün bir şair. Hem öğretmen, hem veteriner hekim… Hem vaiz, hem Kur’an hafızı… Yazdığı en hürriyetperver eseri ile tarihe altın harflerle ismi nakşedilmiş birisi. O büyük insan, adam gibi adam; Mehmet Akif Ersoy…1873 yılının Aralık ayında doğar Mehmet Akif. İstanbul’un fethi ile özdeşleşen Fatih ilçesindedir doğar. O zamanlar fetih ruhu kaybolmaya yüz tutmuş hatta Osmanlı’nın “hasta adam” yaftası yediği zamanlardır. Rus ve İngiliz’in Âl-i Osman’ı paylaşma hesapları yaptığı zamanlardır…Babası imam olan Âkif’in nüfus kaydı Çanakkale’nin Bayramiç ilçesi olarak gözükür. O dönemde sık sık görülen nüfusa geç kayıt ettirme durumundan ötürü Fatih yerine Bayramiç’de kaydı görülür. Annesi âlimler diyarı Buhara’dan Anadolu’ya geçmiş bir ailenin kızı olan Emine Hanım’dır. Babası ise Kosova’nın İpek kenti doğumlu Fatih Camii medrese hocalarından Mehmet Tahir Efendi’dir. Akif’e babası Ragif ismini vermişse de o bu ismin telaffuz zorluğu ve yaygın olmayışından ötürü ona “Akif” diye seslenen arkadaşlarının ismi ile tanıtmaya başladı kendini.Dönemin geleneğinden ötürü Akif 4 yıl 4 ay 4 günlükken eğitime başlar. Mektebi, Fatih’te bulunan Emir Buhari Mahalle Mektebi’dir. Orada -sübyan- eğitimi gördükten sonra ilkokula geçer. Bu sırada medrese hocası olan babasından Arapça öğrenmeye başlar. Ortaöğrenimine Fatih Merkez Rüştiyesi’nde devam eder. Bu sırada fen’i ilimler dışında İslâmi ilimlere de iyice yönelmeye başlar. Arapçasını geliştirirken Farsça derslerine de katılır. Arapça ve Farsçanın yanında Fransızcaya da merak salan Akif bu dili de öğrenmeye başlar. Dil alanına özel ilgi duyan Akif bu üç farklı dil derslerinde rüştiyedeki hayatı boyunca hep birinci olur.Rüştiyeyi üstün bir donanımla bitirir Akif. Annesi onun medrese de eğitim görmesini istemişse de babasının isteği ağır basar ve Akif, Mülkiye İdadisi’ne kaydolur. Burada da büyük başarılar gösterir. Daha sonra Mülkiye’yi bırakan Akif yeni açılmış olan ilk sivil veteriner okuluna yani Ziraat ve Baytar Mektebi’ne kaydolur. 1893′te mezun olan Akif öncelikle Fransızcası’nı geliştirir. Ve 6 ay gibi kısa bir sürede Kur’an’ı hıfz ederek hafız olur. Bu dönemde çeşitli dergilerde eserleri yayımlanır Akif’in. Hazine-i Fünun Dergisi’nde 1893 ve 1894′te birer gazeli, 1895′te Mektep Mecmuası’nda “Kur’an’a Hitab” adlı şiiri yayımlanır.Mezuniyetinden hemen sonra memurluk hayatına başlar. 1893-1915 yılları arasında sürecek memuriyet hayatına başlar. Vazife yeri İstanbul olan Akif, müfettişlik vasfından ötürü Rumeli, Anadolu, Arnavutluk ve Arabistan’a gitme fırsatı bulunur. Tam da bu sırada babasının doğum yeri olan Kosova’nın İpek kentine giden Akif, hiç görmediği akrabaları ile tanışır. Burada edindiği hayranlıktan sonra Kosova ve Sultan Murat’a şu şiiri yazacaktır Akif;Nerede olsam karşıma çıkıyor bir kanlı ova
Sen misin yoksa hayalin mi vefasız Kosova
Hani binlerce mefahirdi senin her adımın
Hani sinende yarıp geçtiği yol Yıldırım’ın
Hani asker, hani kalbinde yatan şah-ı şehid
Söyle Meşhed öpeyim secde edip toprağını
Yok mudur Murad’ın sende iki üç damla kanıDaha sonra Akif, Tophane- Âmire Veznedarı Mehmet Emin Beyin kızı İsmet Hanım ile evlendi ve bu evlilikten 6 çocuğu dünyaya geldi. II. Meşrutiyet’in ilanı ile Akif, İttihat ve Terakki Cemiyeti üye oldu ve cemiyetin Arap Edebiyatı derslerine hoca olarak girdi. Edebiyat dünyasına büyük bir meyli bulunan Akif, II. Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte bu alana sağlam bir giriş yapar. İlk sayısı 27 Ağustos 1908′de yayımlanan Sırat-ı Müstakim adlı dergiyi arkadaşları ile birlikte çıkarır ve derginin başyazarı olur. Yayımlanan ilk sayıda “Fatih Camii” adlı şiiri vardır. Daha sonra arkadaşı Ebül’ula Mardin dergiden ayrılınca Sebil’ur Reşad adı ile dergi yayımlanmaya başlar. Yayımladığı yazılarda ve vaiz vasfına ithafen verdiği vaazlarda daima İslâm Birliği fikrini savunuyor, Osmanlı’nın, Müslümanların ve bilhassa dünyanın tek çaresinin bu birlikten geçtiğini söylüyordu.Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı gibi ağır yenilgililer alan Osmanlı artık çökmek üzereydi. İstanbul’da düşman tarafından işgal edilmişti. Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Anadolu’da bir milli uyanış başgöstermişti. Akif, bu uyanışa kayıtsız kalmadı ve desteğini sundu. Bu destek üzerine vazifesinden azledildi. Mustafa Kemal Paşa tarafından Ankara’ya davet edilen Akif 24 Nisan 1920 günü Ankara’ya ulaştı. Ve bir âlim, şair, güçlü bir hatip, siyasetçi olarak her konuda Milli Mücadele’yi desteklemeye başladı. 1920-1923 arasında I TBMM’de “Burdur vekili ve İslâm şairi” diye geçen kayıtlarda milletvekili olarak vazifede bulundu.Sonrasında TBMM tarafından düzenlenen marş yarışmasına -arkadaşlarının ısrarı üzerine katılır- Akif. 17 Şubat’ta Sırat-ı Müstakim ve Hakimiyet-i Milliye’de yayımlanır İstiklal Marşı. Yapılan oylama sonrasında 12 Mart 1921′de İstiklal Marşı; ulusal marş olarak kabul edilir. Ve mecliste defalarca hep bir ağızdan ayakta okunur. Marşa karşılığında TBMM tarafından sunulan 500 liralık ödülü ise cepheye elbise diken, kadın ve çocukları eğitim veren bir vakfa bağışladı.TBMM tarafından Akif’e Kur’an’ı tercüme ve tefsir etme vazifesi verilmişti. Akif bu vazifeyi -ağır yük olduğundan istemese bile- kabul etmek durumunda kaldı. Abbas Halim Paşa’nın daveti üzerine Mısır’a giden Akif burada çalışmalara başladı. Mısır’da tercüme ve tefsir işleri ile uğraşan Akif Kahire’de Türk Dili ve Edebiyatı dersleri de veriyordu. Yakalandığı siroz hastalığı onu çok zorladığından ötürü tercüme ve tefsir vazifesini bırakmak zorunda kaldı. Bu vazife Elmalılı Hamdi Yazar’ı verilecekti. Haziran 1936′da tedavi için yurda döner Akif fakat umduğu gibi gitmez işler. Yakalandığı hastalık artık dayanılmaz hale gelir ve 27 Aralık 1936′da rahmet-i Rahmana kavuşur İstiklal Şairi…Yüksek sanatlı şiirleri ve İstiklal Marşı ondan bize büyük bir mirastır ama söylediği şu söz ise kulağımıza en büyük ve en ağır küpedir aslında: “Allah bir daha bu millete İstiklal Marşı yazdırtmasın!”Ruhun şâd, mekânın cennet olsun İstiklal Şairi…
Gökhan Gökçek
Sen misin yoksa hayalin mi vefasız Kosova
Hani binlerce mefahirdi senin her adımın
Hani sinende yarıp geçtiği yol Yıldırım’ın
Hani asker, hani kalbinde yatan şah-ı şehid
Söyle Meşhed öpeyim secde edip toprağını
Yok mudur Murad’ın sende iki üç damla kanıDaha sonra Akif, Tophane- Âmire Veznedarı Mehmet Emin Beyin kızı İsmet Hanım ile evlendi ve bu evlilikten 6 çocuğu dünyaya geldi. II. Meşrutiyet’in ilanı ile Akif, İttihat ve Terakki Cemiyeti üye oldu ve cemiyetin Arap Edebiyatı derslerine hoca olarak girdi. Edebiyat dünyasına büyük bir meyli bulunan Akif, II. Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte bu alana sağlam bir giriş yapar. İlk sayısı 27 Ağustos 1908′de yayımlanan Sırat-ı Müstakim adlı dergiyi arkadaşları ile birlikte çıkarır ve derginin başyazarı olur. Yayımlanan ilk sayıda “Fatih Camii” adlı şiiri vardır. Daha sonra arkadaşı Ebül’ula Mardin dergiden ayrılınca Sebil’ur Reşad adı ile dergi yayımlanmaya başlar. Yayımladığı yazılarda ve vaiz vasfına ithafen verdiği vaazlarda daima İslâm Birliği fikrini savunuyor, Osmanlı’nın, Müslümanların ve bilhassa dünyanın tek çaresinin bu birlikten geçtiğini söylüyordu.Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı gibi ağır yenilgililer alan Osmanlı artık çökmek üzereydi. İstanbul’da düşman tarafından işgal edilmişti. Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Anadolu’da bir milli uyanış başgöstermişti. Akif, bu uyanışa kayıtsız kalmadı ve desteğini sundu. Bu destek üzerine vazifesinden azledildi. Mustafa Kemal Paşa tarafından Ankara’ya davet edilen Akif 24 Nisan 1920 günü Ankara’ya ulaştı. Ve bir âlim, şair, güçlü bir hatip, siyasetçi olarak her konuda Milli Mücadele’yi desteklemeye başladı. 1920-1923 arasında I TBMM’de “Burdur vekili ve İslâm şairi” diye geçen kayıtlarda milletvekili olarak vazifede bulundu.Sonrasında TBMM tarafından düzenlenen marş yarışmasına -arkadaşlarının ısrarı üzerine katılır- Akif. 17 Şubat’ta Sırat-ı Müstakim ve Hakimiyet-i Milliye’de yayımlanır İstiklal Marşı. Yapılan oylama sonrasında 12 Mart 1921′de İstiklal Marşı; ulusal marş olarak kabul edilir. Ve mecliste defalarca hep bir ağızdan ayakta okunur. Marşa karşılığında TBMM tarafından sunulan 500 liralık ödülü ise cepheye elbise diken, kadın ve çocukları eğitim veren bir vakfa bağışladı.TBMM tarafından Akif’e Kur’an’ı tercüme ve tefsir etme vazifesi verilmişti. Akif bu vazifeyi -ağır yük olduğundan istemese bile- kabul etmek durumunda kaldı. Abbas Halim Paşa’nın daveti üzerine Mısır’a giden Akif burada çalışmalara başladı. Mısır’da tercüme ve tefsir işleri ile uğraşan Akif Kahire’de Türk Dili ve Edebiyatı dersleri de veriyordu. Yakalandığı siroz hastalığı onu çok zorladığından ötürü tercüme ve tefsir vazifesini bırakmak zorunda kaldı. Bu vazife Elmalılı Hamdi Yazar’ı verilecekti. Haziran 1936′da tedavi için yurda döner Akif fakat umduğu gibi gitmez işler. Yakalandığı hastalık artık dayanılmaz hale gelir ve 27 Aralık 1936′da rahmet-i Rahmana kavuşur İstiklal Şairi…Yüksek sanatlı şiirleri ve İstiklal Marşı ondan bize büyük bir mirastır ama söylediği şu söz ise kulağımıza en büyük ve en ağır küpedir aslında: “Allah bir daha bu millete İstiklal Marşı yazdırtmasın!”Ruhun şâd, mekânın cennet olsun İstiklal Şairi…
Gökhan Gökçek