Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mevlüt KARAKAYA Bursa İl Kongresinde konuştu.
MHP Genel Başkan Yardımcısı Bursa il kongresinde PKK'lılar tarafından şehit edilen Ege Üniversitesi öğrencisi Fırat Yılmaz Çakıroğlu'nu anarak "Fırat daha henüz 22 yaşında hayatının baharındaydı. Tek suçu kalbinin vatan aşkıyla atması ve eğitimine devam etmek istemesiydi." dedi.
“PKK’ya dokunmayın, açılıma zarar vermeyin”
Birçok üniversitemizde olduğu gibi Ege Üniversitesi’nde de aylardır PKK’lı militanlar tarafından terör estirmekte ve gençlerin eğitim özgürlüğününün engellendiğini dile getiren Karakaya: "Tüm sermayesini açılıma bağlamış ve düştüğü bataklıktan ancak başkanlık sistemi ile çıkabileceğine iman etmiş AKP sadece güneydoğuda değil, ülkenin bütününde kamu düzenini sağlamakta acze düşmüştür. Artık PKK militanları İzmir’de dahi kimlik kontrolü yapmakta, öğrencilerin derse ve sınavlara girmelerini engellemekte ve güpegündüz satırlarla-bıçaklarla can almaktadırlar. Bunlar olurken polis ve güvenlik güçleri sadece izlemekle yetinmektedir. Çünkü AKP hükümeti ve onun Serok Ahmet’i, “PKK’ya dokunmayın, açılıma zarar vermeyin” talimatını veriyor." dedi.
Mevlüt Karakaya konuşmasını şöyle sürdürdü:
"AKP-PKK kaçak aşkının meşru olmayan çocuğudur"
Hani şu kimsenin bilmediği ve zarar görmesin diye her türlü tavizin verildiği, uğrunda bayrak ve Türklük dahil tüm değerlerimizin ayaklar altına alındığı “açılım”dan bahsediyorum. Nedir bu açılım dedikleri şey? Açılım dedikleri şey; Oslo’da yaşanan AKP-PKK kaçak aşkının meşru olmayan çocuğudur. Önce inkâr ettiler sonra kabul etmek zorunda kaldılar. Şimdilerde ise doğum sancısı çekiyorlar. Cumhurbaşkanı bu doğumun ikiz çocukla sonuçlanmasını istiyor. Birinin adı “özerklik” diğerinin de “başkanlık” olsun istiyor, bunu da “ver başkanlığı al özerkliği” diye ifade ediyor. İşte, verilen tüm tavizlerin sebebi bunlardır.
Son günlerde mecliste kavgalara neden olan “İç Güvelik Paketi” tartışmaları da hala devam etmektedir. Bu paket, AKP iktidarının kendi kolluk kuvvetlerini paketidir. Doğrudan temel hak ve özgürlükleri sınırlamayı hedeflemektedir. Kanunun çıkması halinde mülki idare amirleri kanalıyla kolluk görevlilerine verilen talimatlarla siyasi rakiplerinin ve diledikleri herkesin üzerine gidebilecekler, gerektiğinde toplum önünde makul şüphe varsayımı ile itibarsızlaştırma operasyonları yapabileceklerdir.
"AKP’nin “Güvenlik Paketi” ile muradı kesinlikle terörle mücadele değildir."
Paketle, vali ve kaymakamlara olağan üstü yetkiler verilmesi hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı ilkelerine tamamen terstir. Bu konudaki ısrar, ancak dikta rejimi özlemi olarak açıklanabilir. Polis akademisinin kapatılıp yeniden açılması, Genelkurmay Başkanlığının bütün itirazlarına rağmen jandarma teşkilatının Türk Silahlı Kuvvetlerinden koparılarak siyasetin emri altına sokulması ciddi soru işaretleri oluşturmaktadır.
AKP’nin “Güvenlik Paketi” ile muradı kesinlikle terörle mücadele değildir. Bilakis, PKK’lılarla yapacağı müzakereleri tamamen emri altındaki polis ve jandarmadan oluşan kolluk kuvvetleri ile daha rahat yapma arzusundadır. Bu tasarıyla aslında iç güvenliğin ve terörle mücadelenin önemli bir kolluk gücü olan jandarma işlevsel olarak tasfiye edilmeye çalışılmaktadır.
“Peki faiz kimin işi?”
Son zamanlarda çok tartışılan bir başka konu da faiz konusudur. Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, hükümet üyeleri tarafından Merkez Bankası’nın faiz politikası ciddi ölçüde eleştirilmiştir. Hatta bu eleştirilerin dozajının artması, Merkez Bankası bağımsızlığı ile ilgili endişeleri artırmış ve uluslararası piyasalarda ABD Doları’nın değer kazanması ile birlikte, Türk Lirası ABD Doları’na karşı önemli ölçüde değer yitirerek, 1 ABD Doları 2,50 TL seviyelerine kadar çıkmıştır. Bu da dış borçlar üzerinde 80 milyar TL’yi bulan bir ilave maliyete neden olmuştur. Yani Sn. Cumhurbaşkanı Merkez Bankası’na efelendikçe millet 80 milyar TL ilave maliyete katlanmak zorunda kalmıştır.
Merkez Banka’sının son dönemde uygulamış olduğu yüksek faiz politikası enflasyondan daha çok kuru kontrol altında tutmaya yönelik bir politikadır. Uygulanan bu politika faizi araç olarak kullanıp enflasyonu aşağıya çekmekten ziyade kuru baskılamayı hedeflemektedir. Çünkü maliyet enflasyonunun büyük bir kısmı cari açık ve yüksek kurlardan dolayı ortaya çıkmaktadır. Maliyet enflasyonunun düşürülmesi noktasında yapılacak adım ise üretimin artırılmasıdır.
İktidar kanadının faiz indirimi talebinin altında yatan ise esas itibariyle reel sektörün faiz maliyetinin düşürülmesi arzusu olarak izah edilmektedir. Ancak bu tartışmalar sonucunda faiz maliyeti düşmediği gibi, kurdaki yükselişe bağlı olarak bir de maliyet artışı ortaya çıkmıştır. Hatta, Merkez Bankası bağımsızlığı üzerinden sürdürülen tartışmalar Hazine tahvil faizlerini artırmış ve dolayısıyla kamuya da ilave maliyet yüklenmiştir.
Geçmiş tecrübeler bu durumu birçok kez teyit etmiş olmasına rağmen, konunun tekrar bu şekilde gündeme getirilmesi ile amaçlanan, faiz oranının düşürülüp düşürülmemesi değil, kötü giden ekonomik duruma bir günah keçisi bulma çabasıdır. Nitekim, Sayın Cumhurbaşkanı’nın yurt dışı seyahati öncesi düzenlediği basın toplantısı sırasında bir gazetecinin döviz kuru ile ilgili sorduğu soruya verdiği cevap her şeyi özetlemektedir: “..Kur Merkez Bankası’nın işi…”.Biz de soralım; “Peki faiz kimin işi?”.
Türkiye’nin bu cinnetten kurtulması daha çok tüketerek değil, daha çok üreterek gerçekleşecektir. Çözüm ise “Üreten Ekonomi”dir. Bu da üretimin önündeki engellerin kaldırılması ile mümkündür. Bir ülkede üretim arttığında istihdam artacak, enflasyon düşecek ve hanehalklarının satın alım gücü artarak toplum refahı yükselecektir. Ortaya çıkan gelir artışı tasarrufları artıracak, faizleri düşürecek ve yatırım artışı ile büyüme süreklilik kazanacaktır.
"Vatan toprağı terk etmeyi de bu hükümette gördük."
Son olarak da bugün yapılan bir operasyonla terk edilen Suriye'deki vatan toprağı ile ilgili kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum. Türkiye'nin yurt dışındaki Uluslararası Antlaşmalar ile Türk toprağı olan Süleyman Şah Saygı Karakolu'ndaki Süleyman Şah Türbesi'ndeki naaşı ve buradaki Saygı Karakolu'nda görevli askerler Türk Silahlı Kuvvetleri'nin operasyonu ile gece yarısı Türkiye'ye getirildi. Süleyman Şah hazretlerinin aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyorum. Bununla birlikte bir konuyu da dikkatlere getirmek istiyorum. Başbakanın ifadesiyle, bir süredir İŞİD kontrolünde olan bölgede yer alan Türk toprağı "başarılı bir operasyon" ile terk edilmiş! Türk tarihinde ilk kez, başarılı bir operasyonla vatan toprağı terk etmeyi de bu hükümette gördük.
Bakın, beğenmedikleri ve sürekli eleştirdikleri üç ortaklı 57. Hükümet kadar dahi olamamışlardır. 57. Hükümet Suriye tarafından 2001'de Teşrin Barajı için türbenin taşınması istediğinde bunu kabul etmemiş, Suriye baraj projesini değiştirmek zorunda kalmıştı. Bugün ne yaptılar? Koruyamadıkları vatan topraklarını başarılı operasyonlarla terk ediyorlar ve hiç utanmadan "geride bir şey bırakmadık" diyebiliyorlar. Vatan toprağını terk edip, "Arkada hiç bir şey bırakmadık" diyebilsen Serok Ahmet'i anlıyorum! Çünkü o zihniyette vatan toprağı "bir şey" değil, zaten!
MHP Genel Başkan Yardımcısı Bursa il kongresinde PKK'lılar tarafından şehit edilen Ege Üniversitesi öğrencisi Fırat Yılmaz Çakıroğlu'nu anarak "Fırat daha henüz 22 yaşında hayatının baharındaydı. Tek suçu kalbinin vatan aşkıyla atması ve eğitimine devam etmek istemesiydi." dedi.
“PKK’ya dokunmayın, açılıma zarar vermeyin”
Birçok üniversitemizde olduğu gibi Ege Üniversitesi’nde de aylardır PKK’lı militanlar tarafından terör estirmekte ve gençlerin eğitim özgürlüğününün engellendiğini dile getiren Karakaya: "Tüm sermayesini açılıma bağlamış ve düştüğü bataklıktan ancak başkanlık sistemi ile çıkabileceğine iman etmiş AKP sadece güneydoğuda değil, ülkenin bütününde kamu düzenini sağlamakta acze düşmüştür. Artık PKK militanları İzmir’de dahi kimlik kontrolü yapmakta, öğrencilerin derse ve sınavlara girmelerini engellemekte ve güpegündüz satırlarla-bıçaklarla can almaktadırlar. Bunlar olurken polis ve güvenlik güçleri sadece izlemekle yetinmektedir. Çünkü AKP hükümeti ve onun Serok Ahmet’i, “PKK’ya dokunmayın, açılıma zarar vermeyin” talimatını veriyor." dedi.
Mevlüt Karakaya konuşmasını şöyle sürdürdü:
"AKP-PKK kaçak aşkının meşru olmayan çocuğudur"
Hani şu kimsenin bilmediği ve zarar görmesin diye her türlü tavizin verildiği, uğrunda bayrak ve Türklük dahil tüm değerlerimizin ayaklar altına alındığı “açılım”dan bahsediyorum. Nedir bu açılım dedikleri şey? Açılım dedikleri şey; Oslo’da yaşanan AKP-PKK kaçak aşkının meşru olmayan çocuğudur. Önce inkâr ettiler sonra kabul etmek zorunda kaldılar. Şimdilerde ise doğum sancısı çekiyorlar. Cumhurbaşkanı bu doğumun ikiz çocukla sonuçlanmasını istiyor. Birinin adı “özerklik” diğerinin de “başkanlık” olsun istiyor, bunu da “ver başkanlığı al özerkliği” diye ifade ediyor. İşte, verilen tüm tavizlerin sebebi bunlardır.
Son günlerde mecliste kavgalara neden olan “İç Güvelik Paketi” tartışmaları da hala devam etmektedir. Bu paket, AKP iktidarının kendi kolluk kuvvetlerini paketidir. Doğrudan temel hak ve özgürlükleri sınırlamayı hedeflemektedir. Kanunun çıkması halinde mülki idare amirleri kanalıyla kolluk görevlilerine verilen talimatlarla siyasi rakiplerinin ve diledikleri herkesin üzerine gidebilecekler, gerektiğinde toplum önünde makul şüphe varsayımı ile itibarsızlaştırma operasyonları yapabileceklerdir.
"AKP’nin “Güvenlik Paketi” ile muradı kesinlikle terörle mücadele değildir."
Paketle, vali ve kaymakamlara olağan üstü yetkiler verilmesi hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı ilkelerine tamamen terstir. Bu konudaki ısrar, ancak dikta rejimi özlemi olarak açıklanabilir. Polis akademisinin kapatılıp yeniden açılması, Genelkurmay Başkanlığının bütün itirazlarına rağmen jandarma teşkilatının Türk Silahlı Kuvvetlerinden koparılarak siyasetin emri altına sokulması ciddi soru işaretleri oluşturmaktadır.
AKP’nin “Güvenlik Paketi” ile muradı kesinlikle terörle mücadele değildir. Bilakis, PKK’lılarla yapacağı müzakereleri tamamen emri altındaki polis ve jandarmadan oluşan kolluk kuvvetleri ile daha rahat yapma arzusundadır. Bu tasarıyla aslında iç güvenliğin ve terörle mücadelenin önemli bir kolluk gücü olan jandarma işlevsel olarak tasfiye edilmeye çalışılmaktadır.
“Peki faiz kimin işi?”
Son zamanlarda çok tartışılan bir başka konu da faiz konusudur. Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, hükümet üyeleri tarafından Merkez Bankası’nın faiz politikası ciddi ölçüde eleştirilmiştir. Hatta bu eleştirilerin dozajının artması, Merkez Bankası bağımsızlığı ile ilgili endişeleri artırmış ve uluslararası piyasalarda ABD Doları’nın değer kazanması ile birlikte, Türk Lirası ABD Doları’na karşı önemli ölçüde değer yitirerek, 1 ABD Doları 2,50 TL seviyelerine kadar çıkmıştır. Bu da dış borçlar üzerinde 80 milyar TL’yi bulan bir ilave maliyete neden olmuştur. Yani Sn. Cumhurbaşkanı Merkez Bankası’na efelendikçe millet 80 milyar TL ilave maliyete katlanmak zorunda kalmıştır.
Merkez Banka’sının son dönemde uygulamış olduğu yüksek faiz politikası enflasyondan daha çok kuru kontrol altında tutmaya yönelik bir politikadır. Uygulanan bu politika faizi araç olarak kullanıp enflasyonu aşağıya çekmekten ziyade kuru baskılamayı hedeflemektedir. Çünkü maliyet enflasyonunun büyük bir kısmı cari açık ve yüksek kurlardan dolayı ortaya çıkmaktadır. Maliyet enflasyonunun düşürülmesi noktasında yapılacak adım ise üretimin artırılmasıdır.
İktidar kanadının faiz indirimi talebinin altında yatan ise esas itibariyle reel sektörün faiz maliyetinin düşürülmesi arzusu olarak izah edilmektedir. Ancak bu tartışmalar sonucunda faiz maliyeti düşmediği gibi, kurdaki yükselişe bağlı olarak bir de maliyet artışı ortaya çıkmıştır. Hatta, Merkez Bankası bağımsızlığı üzerinden sürdürülen tartışmalar Hazine tahvil faizlerini artırmış ve dolayısıyla kamuya da ilave maliyet yüklenmiştir.
Geçmiş tecrübeler bu durumu birçok kez teyit etmiş olmasına rağmen, konunun tekrar bu şekilde gündeme getirilmesi ile amaçlanan, faiz oranının düşürülüp düşürülmemesi değil, kötü giden ekonomik duruma bir günah keçisi bulma çabasıdır. Nitekim, Sayın Cumhurbaşkanı’nın yurt dışı seyahati öncesi düzenlediği basın toplantısı sırasında bir gazetecinin döviz kuru ile ilgili sorduğu soruya verdiği cevap her şeyi özetlemektedir: “..Kur Merkez Bankası’nın işi…”.Biz de soralım; “Peki faiz kimin işi?”.
Türkiye’nin bu cinnetten kurtulması daha çok tüketerek değil, daha çok üreterek gerçekleşecektir. Çözüm ise “Üreten Ekonomi”dir. Bu da üretimin önündeki engellerin kaldırılması ile mümkündür. Bir ülkede üretim arttığında istihdam artacak, enflasyon düşecek ve hanehalklarının satın alım gücü artarak toplum refahı yükselecektir. Ortaya çıkan gelir artışı tasarrufları artıracak, faizleri düşürecek ve yatırım artışı ile büyüme süreklilik kazanacaktır.
"Vatan toprağı terk etmeyi de bu hükümette gördük."
Son olarak da bugün yapılan bir operasyonla terk edilen Suriye'deki vatan toprağı ile ilgili kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum. Türkiye'nin yurt dışındaki Uluslararası Antlaşmalar ile Türk toprağı olan Süleyman Şah Saygı Karakolu'ndaki Süleyman Şah Türbesi'ndeki naaşı ve buradaki Saygı Karakolu'nda görevli askerler Türk Silahlı Kuvvetleri'nin operasyonu ile gece yarısı Türkiye'ye getirildi. Süleyman Şah hazretlerinin aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyorum. Bununla birlikte bir konuyu da dikkatlere getirmek istiyorum. Başbakanın ifadesiyle, bir süredir İŞİD kontrolünde olan bölgede yer alan Türk toprağı "başarılı bir operasyon" ile terk edilmiş! Türk tarihinde ilk kez, başarılı bir operasyonla vatan toprağı terk etmeyi de bu hükümette gördük.
Bakın, beğenmedikleri ve sürekli eleştirdikleri üç ortaklı 57. Hükümet kadar dahi olamamışlardır. 57. Hükümet Suriye tarafından 2001'de Teşrin Barajı için türbenin taşınması istediğinde bunu kabul etmemiş, Suriye baraj projesini değiştirmek zorunda kalmıştı. Bugün ne yaptılar? Koruyamadıkları vatan topraklarını başarılı operasyonlarla terk ediyorlar ve hiç utanmadan "geride bir şey bırakmadık" diyebiliyorlar. Vatan toprağını terk edip, "Arkada hiç bir şey bırakmadık" diyebilsen Serok Ahmet'i anlıyorum! Çünkü o zihniyette vatan toprağı "bir şey" değil, zaten!