Türkiye'de modern anlamda siyasal kültür gelişmediği için iktidara gelen partiler, genellikle millî iradenin kendi uhdelerinde bulunduğu, halkı temsil hak ve yetkisinin sadece kendilerine ait olduğu düşüncesine kapılmaktadır.Hâlbuki millî irade, sandıkta iktidarları belirleyen halkın yalnızca tercihinden ibaret değildir.
Muhalefet partileri de meşru dayanaklarını millî iradeden almakta; hükümetlerin, devlet kurum ve kuruluşlarınındenetlenmesi görevini halk adına yerine getirmektedir. Çoğulcu demokrasilerde parlamentoda temsil edilen muhalefet partileri de en az iktidardaki parti kadar söz sahibidir ve böyle olmalıdır.
Aksini düşünmek demokrasiye hazımsızlık olduğu kadar söz, ifade, düşünce ve teşkilatlanma hürriyetine de aykırılık teşkil edecektir. Halk iradesini sadece sandık sonucundan ibaret sayan iktidarların icrayı hükümet ettiği siyasî sistemler baskı ve dikta rejimleridir.
Nitekim bazı Güney Amerika ülkelerinde olduğu gibi diktatörler de sandıkta seçilmektedir. Esas olan seçilenin veya iktidar partisinin değil, millî iradenin ayrım gözetmeyen ve imtiyaz yaratmayan üstünlüğüdür. Altını kalın olarak çizmek lazımdır ki, iktidarı ve muhalefetiyle bütün siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez kurumlarıdır. Bunun tersi ise iktidarlara oy vermeyen milyonların hukukunu yok saymak anlamına gelecektir.
Ne var ki az gelişmiş demokrasilerde millî iradeyi tekelinde farz eden iktidarlar, muhalefet partilerinin sesinikısmak için demokrasinin kanallarını tıkamakta, bilhassa muhalefetin sesini halka duyuran medya üzerinde denetim ve sansür mekanizması tesis edebilmektedir.
Bu antidemokratik müdahale, basın iş koluna veya gazete, televizyon ve radyolara değil, aslında doğrudanhalkın haber alma özgürlüğüne yöneliktir. Çünkü medya da görevlerini halktan aldığı güçle ve halk adına yerine getirmektedir. Modern demokrasilerde yasama, yürütme ve yargı erkleriyle birlikte basın da dördüncü kuvvet olarak yer almaktadır. Amerikalı sosyal bilimci Rivers, daha da ileriye giderek medyayı "second government"yani ikinci hükümet" olarak nitelendirmektedir.
Bu itibarla günümüz demokrasilerinde rejimi ayakta tutan temel hak ve hürriyetlerin başında basın özgürlüğü gelmektedir. Kendi icraatlarını sorguladığı, farklı görüş ve eleştirilere imkân sağlayarak hareket alanlarını sınırladığı gerekçesiyle hükümetlerce basına yapılan (gayri meşru) müdahaleler, içinde bulunduğumuz iletişim çağının ruhuna tamamen aykırıdır.
Siyasetçilerin görüş ve projelerini toplumun her kesimine ulaştırmakta bazen vasıta, bazen de amil olarak fonksiyon üstlenen medya, Türkiye'nin demokratikleşmesinde özel bir mevki edinmiştir. Medya toplumun gözü, kulağı, bazen fertlerin sözcüsü, bazen avukatı, kimi zaman da savcısı olmuştur. Medya bir bakıma millet vicdanının sesidir.
Ama bu ortak sesin bazen vicdan sınırlarını aşıp, kişiler eliyle şahsileştirildiği, kimi zaman politikacıların, kimizaman da medya patronlarının çıkarlarına hizmet ettiği görülmüştür. Bütün aksaklıklara rağmen Türk medyasıçoğulcu demokrasinin en geniş tabana yayılıp benimsenmesinde ve toplumun aydınlanmasında öncü bir rol üstlenmiştir.
Bu sebepledir ki medyanın kitleler üzerindeki tayin edici ve etkileyici gücü, öncelikle politikacıların ilgi alanına girmiştir. Bilindiği gibi kamuoyu oluşturulmasında ve seçimlerde sandık başına giden milyonların tercihinin belirlenmesinde büyük oranda kitle iletişim araçları rol oynamaktadır.
Günümüzde en gelişmiş kitle iletişim imkânlarına sahip bulunan medya da, seçmenin kime oy vereceği konusunda birinci derecede yönlendirici unsurdur. Bu vakıa medya patronları ve medya çalışanlarıyla siyasîler arasında derin ilişkilerin teşekkülüne zemin hazırlayabilmektedir.
Türkiye'de böylelikle kurulan çıkar ilişkileri, hem medyayı hem de siyasetçileri, toplumun ihtiyaç ve önceliklerini göz ardı etmeye götürebilmektedir. Şüphesiz siyaset ülke ve devlet yönetimi olduğu kadar, halk kitleleriyle sıcak temas kurma, tekemmül ettirilen fikir ve projeleri topluma sunma, anlatma ve tanıtma sanatıdır.
Bu sanatı icra ederken tabiatıyla kitle iletişim metot ve araçlarını kullanan siyasetçiler basınla ilişkiler geliştirmektedir. O sebepledir ki medya ve siyaset kurumu, kimi zaman birbirlerinin alanına müdahale edebilmekte, bundan ötürü bazen rakip, bazen hasım, bazen de işbirlikçi olabilmektedir.
Medyanın politika ve toplum üzerindeki etkisi, fertlerin tutum ve davranışlarını etki altına alabilme ve bunları değiştirebilme gücü, bir yandan medya tekellerinin oluşmasıyla, bir yandan da bazı siyasîlerin medyaya sızmasıyla neticelenebilmektedir. Sosyal yapı üzerindeki medyanın gücünü bilen kimi siyasîler, zamanla medya grupları içinde kendi çıkarlarına hizmet eden gazete, televizyon ve radyolar kurma veya bunları ele geçirme operasyonlarına yönelebilmektedir.
Bu tür operasyonlar iktidar zihniyetinden geldiğinde, rakip siyasi partilere, muhalefete karşı sansürcü bir icraat temayülü ağır basmakta, demokrasinin temel dinamikleri de böylece önemli ölçüde zedelenmekte, hatta rafa kalkmaktadır. Bu olgunun vahim bir neticesi olarak uzun süreden beri medyada MHP ile ilgili haberlere iktidar partisi tarafından dikkati çekecek şekilde sansür uygulandığı gözlerden kaçmamaktadır.
Yaklaşık 11 yıldır iktidarda bulunan AKP'nin basın üzerinde oluşturduğu tazyikler yüzünden, milletin teveccühüne mazhar olarak TBMM'de temsil edilen MHP'nin çalışma ve etkinliklerine, televizyon ve gazete haberlerinde hakkaniyet ve adalet ölçüsünde yer verilmemektedir. Partimizi kendisine siyasi rakipten çok hasım gibi gören iktidar, MHP'yle ilgili haberlerin kamuoyuna yansımaması için elinden geleni yapmaktadır.
AKP millî iradeden söz ederken, kendisine oy vermeyen kitlelerin ve başta MHP olmak üzere muhalefet partilerinin haklı eleştirilerine kulaklarını tıkadığı gibi, bunların halka ulaşmasını engellemeye çalışmaktadır.Basın organlarının bir kısmı iktidar partisi çevrelerinin kontrolüne girmiştir. Bu maalesef açık bir gerçektir.
Bir kısmı ise bağımsız hareket etme çabalarına rağmen, hükümetin baskısı ve dayatmasından kendini kurtaramamaktadır.
Medya üzerindeki vesayet ve şantajlar, kişi hürriyetlerinin ve halk iradesinin de kısıtlanmasıyla sonuçlanmaktadır.
Başbakan Erdoğan, MHP mitinglerinde toplanan yüzbinlerin coşku ve heyecanını kamuoyundan gizlemek için perdeleme operasyonları yaptırmaktadır.
Partimizin miting düzenlediği hafta sonlarında mutlaka AKP de aynı gün ve saatte açık hava toplantıları yapmakta, Sayın Başbakan'ın konuşmaları saatlerce canlı olarak televizyonlardan yayınlanmaktadır.
Buna karşılık MHP'nin mitingleri ve Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin konuşmaları es geçilmektedir.
'Parmağım kör gözüne' misali göstere göstere uygulanan sansür, sadece otokrasilerde ve dikta rejimlerinde görülen cinstendir. Medyaya hükümet müdahalesinin son örneği, MHP'nin 14 Eylül 2013 günü Elazığ'da düzenlediği "Kardeşlik" temalı açık hava toplantısının görmezden gelinmesi dolayısıyla açık seçik görülmüştür.
Konuşmalarını her zaman ve her yerde kesintisiz ekranlara taşımak suretiyle Başbakan Erdoğan'a sunulan imkân, MHP Lideri Sayın Bahçeli'den esirgenmiştir. İktidar partisi televizyon kanalları nezdinde sınırsız ayrıcalığa mazhar olurken, MHP ayrımcılığa maruz kalmıştır.
Meselenin daha vahim tarafı şudur: Elazığ mitingimiz, ertesi günkü gazetelerde haber bile yapılmamış, yazılı basına MHP'ye oy veren kitlelerin vicdanlarını kanatan bir sansür uygulanmıştır.
Gazeteler o gün üç maymunu oynamıştır: "Görmedim, duymadım, haberim yok." İktidarın anti demokrat anlayışının ve tek seslilik arzusunun mahsulü olan bu durum, siyasî hayatımızın geleceği ve hukuk devletinin devamı adına büyük handikaptır.
Türkiye'de basın özgürlüğünün hükümetin müdahalesi ve tasallutu altında bulunduğuna dair görüş partimizin tek yanlı iddiası değil, halk nezdinde de yaygın bir kanaattir. Türkiye'de yıllardır faaliyet gösteren iki saygın kamuoyu araştırma şirketinin Ağustos ayında yaptığı anketlerin sonucu da hükümetin basın hürriyetini sınırladığı hususundaki kanıyı teyit etmiştir.
Bu anketlerden birinde, deneklere "Hükümetin televizyon ve gazetelere müdahale ettiğini düşünüyor musunuz?" diye sorulmuştur.
Bu soruya muhatap olanların yüzde 55,8'i evet cevabını vermiştir. Aynı anketinde hükümetin basına müdahale ettiğini düşünen MHP'lilerin oranı yüzde 70 iken, CHP'lilerinki yüzde 85,4 olmuştur. AKP'li deneklerin yüzde 37,4'ü de -ki bu azımsanmayacak bir orandır- basına müdahale olduğu yönünde görüş belirtmiştir.
2009-2012 yıllarını kapsayan bir başka kamuoyu araştırmasının sonuçlarına göre, "Türkiye'de basın-yayın organlarına baskı uygulanmakta mıdır?" sorusuna denekler tarafından her yıl giderek artan oranda evet cevabı verilmiştir. Evet, cevapları 2009'da yüzde 65,2 iken, bu oran 2012'de yüzde 69,3'e çıkmıştır.
Özel bir üniversitenin her yıl yaptığı araştırmaya göre ise "Türkiye'de basın özgürdür" görüşüne katılıp katılmadıkları sorulan deneklerden "Katılıyorum" diyenlerin oranı 2011'de yüzde 38,5 iken, ertesi yıl bu oran yüzde 28,8'e gerilemiştir.
Bütün bu kamuoyu yoklamaları da göstermektedir ki basın hürriyetinin AKP iktidarı tarafından ciddi şekilde kısıtlandığına dair kamuoyunda güçlü bir algı mevcuttur.
Bu tablo ile öncelikle mücadele etmesi gereken bizzat basın çalışanları ve kuruluşlarıdır. Zira basının özgür olmadığı bir ülkede doğruların öğrenilmesi ve demokrasinin yaşatılması mümkün değildir.
Medya; ister kendi inisiyatifiyle, isterse siyasi partiler aracılığıyla olsun, halkın sesini kamuoyuna yansıtan bir aynadır. Bu aynanın karartılması, demokrasimizin silikleşmesi, işlemez hâle gelmesi demektir. Demokrasimizin sıhhati, istikrarı ve devlet mekanizmasının arzulandığı gibi çalışabilmesi açısından basın hürriyeti vazgeçilmez bir zorunluluktur.
Basın, halkın gözü kulağı ve sesi işlevini ifa ederken, modern demokrasinin de güvencesi olmaktadır. Bu açıdan AKP iktidarının diline doladığı "ileri demokrasi" gibi kavramların geçerli ve inandırıcı olabilmesi, basın üzerindeki vesayete son vermesine bağlıdır.
Tepesinde Demokles'in kılıcı sallanan bir medyanın halkın sözcüsü olma görevini ifa etmesi, gerçekleri dile getirmesi ve objektif olması beklenemez.
Ayrıca baskıcı hükümet icraatına karşı koymamak medya ahlâkı açısından onur kırıcı ve yaralayıcıdır. Basın özgürlüğünün ortadan kaldırılması karşısında susmak, baskılara boyun eğmek vebaldir.
Biliyorsunuz ki Osmanlı döneminde bile iktidarların buyurganlık ve otoriterliğine, bürokratların ve bir takım yöneticilerin evet efendimci yaklaşımına karşı en büyük mücadeleyi basın mensupları vermiştir.
Gazeteciler geçmişte sadece kendi hak ve onurlarını değil, halkın hukuk ve haysiyetini de müdafaa ederek Cumhuriyet nesillerine saygın bir miras bırakmışlardır.
Bugünün medya mensuplarının mazide görev almış gazetecilerden tevarüs ettiği bu birikim, basın camiasının yolunu aydınlatmak için kâfidir.
Temennimiz, değerli medya çalışanlarının ve kuruluşlarının demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan muhalefet partilerinin program ve faaliyetlerinden halkı haberdar etmek konusunda gereken hassasiyeti göstermesidir.
Sadece sansürlenen MHP haberlerine hak ettiği yerin verilmesini değil; basın hürriyetine sahip çıkılmasını, halkın haber alma hakkına getirilen kısıtlamalara karşı etkin ve cesur bir mücadele başlatılmasını da bekliyoruz.
Basının görevinin; halkı bilgilendirmek, doğru ve tarafsız habercilik yapmak kadar, iktidarların dediğim dedik, çaldığım düdük zihniyetine ve demokrasiye mugayir dayatmalarına karşı direnmek, hükümetin yanlışlarını da cesaretle haber yapmak olduğuna inanıyoruz.
Her türlü baskıdan ve tesirden uzak, sansür zihniyetinin olmadığı dengeli ve seviyeli bir siyaset-medya ilişkisinin tesisi partimizin önceliklerindendir.
Demokrasimizin işlemesi yolunda medyanın üstlendiği fonksiyonu iyi bilen MHP, basın emekçileri ve organlarıyla sağlıklı ilişkiler tesisine daima azami özeni göstermiştir.
Buna karşılık MHP olarak bizim de beklentimiz, temsil ettiğimiz kitlelerin sesinin kamuoyuna hakkaniyet ve adalet ölçüsünde aktarılması, bu konuda hiçbir kurum ve güç odağının etkisi ve baskısı altında kalınmamasıdır. Bu beklentimiz, MHP'ye özel bir imtiyaz verilmesi şeklinde algılanmamalıdır.
MHP olarak Türkiye'de basının, sosyal hayatın ve siyasetin dengeleri üzerindeki etkisini önemsiyoruz. Basının; çeşitli toplum kesimleri arasındaki uyumu, farklı fikir ve inançların bir arada yaşatılabilmesini sağlayan hayatî demokrasi organlarından biri olduğunu düşünüyoruz.
MHP ile ilgili haberlere medyada adilce ve hakkaniyetle yer verilmesi, takdir edersiniz ki partimize oy veren kitlelerin en tabii beklentisidir.
Halk iradesinin basına yansıtılması, sadece iktidar partisinin icraatına yer vermekten ibaret olmamalıdır. Temsilde adaletin tecellisi, iktidar partisine oy vermeyen ve farklı dünya görüşüne sahip kitlelerin de fikir ve inançlarının kamuoyuna yansıtılmasıyla mümkündür.
Demokrasi hepimize lazımdır. Unutulmamalıdır ki iktidarlar gelip geçici, millet kalıcıdır. Esas olan, ayrım yapmadan, taraf gözetmeden, milletin bütün temsilcilerine teveccüh göstermektir. Demokrasimizin gelişmesi, basının bu anlamda tarafsızlığını korumasına bağlıdır.
Türkiye'nin çevresindeki sorunların giderek giriftleştiği, içeride toplumsal barışın tehdit altında olduğu dönemde MHP'nin yapıcı ve birleştirici siyaseti büyük önem taşımaktadır.
MHP, toplumda kardeşlik bilincinin korunması ve toplumun dış etkilere maruz kalmaması için bugüne kadar üzerine düşen mesuliyeti titizlikle yerine getirmeye çalışmış, mevcut badirelerden en az zararla çıkılması için gayret göstermiştir.
Her ne kadar sözde barış süreci adı altında PKK'nın silahlı eylemlerine ara verdiği görüntüsü hâkimse de, bölücü örgüt, topraklarımızda bir uydu devlet kurmak için pusuda beklemektedir.
Kamuoyuna yansıtıldığının aksine bölücü tehdit sona ermemiştir.
Hükümetin açıklamaya hazırlandığı sözde demokratikleşme paketi de ülkenin sorunları için çözüm değil, çözülme sürecinin etaplarından biridir.
Toplumsal ayrışmayı daha fazla derinleştirecek, halk kesimlerini birbirine bağlayan köprüleri tamamen yıkacak adımlar, bu paketle hükümet tarafından daha ileri bir safhaya götürülmek istenmektedir.
Diğer taraftan önümüzdeki yıl birbirinden önemli üç seçim gerçekleşecek ve demokrasinin namusu olan sandık milletin önüne konacaktır. Kısacası Türkiye, geleceğinin belirleneceği hayati bir süreçten geçmektedir.
Siyasi partiler program ve propaganda çalışmalarını hem seçimlere hazırlık mahiyetinde yürütmekte, hem de ülkemizin sorunlarına dair görüş ve önerilerini kamuoyuna sunmaya çabalamaktadır.
MHP de Türkiye'nin sorunlarıyla ilgili yaklaşım ve tespitlerini, kamuoyuna yansıtmak için demokrasinin kanallarını kullanmakta, meşruiyet ve hukuk devleti çizgisinde faaliyet göstermektedir.
Bu kanallardan biri halkla doğrudan temas kurmak, diğeri de medya vasıtasıyla geniş halk kitlelerine ulaşmaktır. Bu çerçevede basın, önemli bir aracı ve projektör görevi üstlenmektedir.
MHP'nin çoğulcu demokrasinin ve Türk Devleti'nin yaşatılması, aziz Türk milletinin egemenlik hakları ve bekası yolunda verdiği mücadelenin bundan böyle medya tarafından göz ardı edilmeyeceğine ve sorumluların üzerlerine düşeni yapacağına inanmak istiyoruz.
Başta MHP'nin "Millî değerleri Koru ve Yaşat" teması altında 5 Ekim 2013 günü İstanbul'da düzenleyeceği"Demokrasi Mitingi" olmak üzere faaliyetlerimize medyanın göstereceği ilgi, hem partimize gönül vermiş milyonların hakkının teslimi, hem de Türk demokrasinin haysiyetine verilen değer açısından bir gösterge olacaktır.
Saygılarımızla…
Prof. Dr. E. Semih YALÇIN
MHP Genel Başkan Yardımcısı
Gaziantep Milletvekili