Börteçine’nin Anlamı Nedir?
Börteçine, Türk mitolojisinde ve destanlarında önemli bir yere sahip olan efsanevi bir figürdür. Eski Türkçede "börü" kelimesi kurt anlamına gelirken, "çine" kelimesi güçlü, kutsal veya yüce anlamlarını taşır. Bu yüzden Börteçine, “kutsal kurt” ya da “ulu kurt” olarak yorumlanır. Türklerin mitolojik kökeni ile ilgili anlatılan birçok hikâyede kurt figürü, koruyucu ve yol gösterici bir varlık olarak öne çıkar.
Börteçine'nin Tarihi ve Önemi
Börteçine’nin ismi en çok Göktürk Destanı’nda geçmektedir. Destana göre, Türklerin ataları düşmanları tarafından yok edilmek istenir ve sadece bir çocuk hayatta kalır. Oğlan, bir dişi kurt tarafından bulunur ve büyütülür. Daha sonra bu kurt, Türk soyunun yeniden doğuşunu sağlayarak yeni nesillerin türemesine vesile olur.
Bu anlatı, Türklerin kendilerini bağımsız ve güçlü bir millet olarak görmesinin kökenlerinden biridir. Börteçine, özellikle Türklerin yeniden doğuşu, bağımsızlık mücadelesi ve dirilişinin sembolü olarak kabul edilir.
Göktürkler ve Börteçine
Börteçine figürü, özellikle Göktürkler döneminde önemli bir sembol haline gelmiştir. Orhun Yazıtları’nda kurt, Türk milletinin yol göstericisi ve koruyucusu olarak anlatılmıştır. Ayrıca, Göktürklerin savaş sancağında kurt başı figürü bulunduğu bilinmektedir.
Börteçine, yalnızca bir mitolojik figür olmanın ötesinde, Türk devlet geleneğinde de önemli bir yer tutmuştur. Kurt, Türk boyları için kutsal kabul edilmiş ve pek çok hanedan bu sembolü benimsemiştir. Özellikle, Osmanlılar ve Selçuklular gibi büyük Türk devletlerinde bile kurt figürü, köklü bir geçmişin simgesi olarak değerlendirilmiştir.
Günümüzde Börteçine’nin Önemi
Börteçine efsanesi, Türk kültürü, tarihi ve milliyetçiliği açısından büyük bir anlam taşımaktadır. Günümüzde birçok Türk milliyetçisi ve tarihçi, Börteçine’yi bağımsızlık ve özgürlüğün sembolü olarak görmektedir. Aynı zamanda, Türk mitolojisini ve destanlarını araştıran bilim insanları için de önemli bir çalışma alanıdır.
Börteçine, Türk halkının kökenlerine ve geçmişine bağlılığını vurgulayan en önemli mitolojik figürlerden biri olarak kabul edilmektedir. Hem tarihsel hem de kültürel anlamda Türklerin ruhunu yansıtan bu efsane, günümüzde sanat, edebiyat ve popüler kültürde de kendine yer bulmaya devam etmektedir.
Ergenekon Destanı
Türk illerinde, Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk’e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Bu durum yabancı kavimleri kıskandırıyordu. Yabancı kavimler birleşerek Türkler’in üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya topladılar, çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince vuruşma başladı. On gün boyunca süren savaşın ardından Türkler üstün geldi.Ancak düşman kavimlerin hanları ve beyleri bir araya gelip hile yapmaya karar verdiler. Sabahın erken saatlerinde, baskına uğramış gibi ağırlıklarını bırakarak kaçtılar. Türkler, "Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar" diyerek peşlerine düştüler. Ancak düşman birden geri dönerek saldırdı ve Türkler yenildi. Büyükleri kılıçtan geçirildi, çocuklar esir alındı.O dönemde Türkler’in başında İl Kağan bulunuyordu. İl Kağan’ın birçok oğlu vardı, ancak bu savaşta yalnızca Kayı (Kayan) adlı oğlu sağ kaldı. Bir de yeğeni Tokuz Oguz (Dokuz Oğuz) vardı. İkisi de tutsak edilmişti. On gün sonra karılarını yanlarına alıp atlarına atladılar ve Türk yurduna geri döndüler. Kaçıp gelen hayvanlarla birlikte yaşamak için Ergenekon adını verdikleri bir vadiye sığındılar.Ergenekon, akarsuları, yemişleri ve av hayvanlarıyla dolu, etrafı yüksek dağlarla çevrili bir yerdi. Burada uzun yıllar boyunca çoğaldılar ve güçlendiler. Dört yüz yıl sonra, artık Ergenekon’a sığmaz hale geldiler ve kurultay toplayarak eski yurtlarına dönme kararı aldılar.Ergenekon’dan çıkmak için yol aradılar, ancak tek bir geçit bile bulamadılar. O sırada bir demirci, "Bu dağda demir madeni var, eritip geçit açabiliriz" dedi. Bunun üzerine dağın geniş bir alanına odun ve kömür yığarak ateşlediler. Yetmiş büyük körük ile körükleyerek demir dağı erittiler ve çıkış için bir yol açtılar.Haber: Garabey