Mübadele yıllarında Drama’nın Resulova köyünden Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan Sabri Yıldız’ın babasının yaşadığı bu acı dolu hikaye, yıllar sonra oğluna, yani Sabri Yıldız’a anlatılmıştı.Babasının gözyaşları içinde paylaştığı bu hatıralar, bir neslin yaşadığı büyük dramın canlı bir tanıklığıydı. Yetim ve öksüz kalan üç kardeşin Anadolu’ya uzanan zorlu yolculuğu, Rum komşularıyla bir zamanlar barış içinde süren dostlukları ve göç yollarında yaşadıkları tarifsiz acılar, geçmişin karanlık gölgesinde yeniden canlanıyordu. Sabri Yıldız, babasının yaşadıklarını dinlerken, onun içindeki memleket hasretini, kaybettiklerinin sızısını ve yıllar boyunca taşıdığı yorgunluğu iliklerine kadar hissetmişti.Şimdi, bu hatıraları babasının sesiyle bir kez daha yankılandırarak, yaşanmış bu büyük trajediyi bizlerle paylaşıyor…
Mübadele yıllarında Drama'ya bağlı Resul Ova köyünden iki kardeşiyle birlikte gelmişlerdi. Babaları Balkan Harbi'nde şehit olmuş, bu acı kayıpla birlikte maddi durumları iyice bozulmuştu. En büyükleri olan halam, henüz on dört yaşındayken köyde zengin bir Rum ailenin yanına hizmetçi olarak verilmişti. Ablasının hizmetçi olarak kazandığı para ve kendi tarlalarından elde ettikleri ürünlerle hayatta kalmaya çalışırlarken, anneleri hastalanmış ve dört ay içinde hayata veda etmişti.
Artık üç kardeş, hem yetim hem de öksüz kalmıştı. Mübadele sırasında yaşları küçük olduğundan, köydeki ailelerin yardımıyla Türkiye'ye getirildiler. Yıllar sonra bir gün babamla karşılıklı oturmuş, Rumeli'den gelişlerini ve bu yolculuk sırasında yaşadıklarını anlatmasını istemiştim. Derin bir nefes aldı, gözlerini uzaklara çevirdi ve uzun süre sessiz kaldıktan sonra "O hikâye çok ama çok hazin be oğlum. Konuşmasak, anlatmasam olmaz mı?" dedi. Ancak ısrarıma dayanamadan anlatmaya başladı.Osmanlı ordusunun Rumeli'den çekilmeye başlamasıyla korumasız kaldıklarını, Yunanlılar tarafından zulme uğradıklarını anlattı. Eşkıya çetelerinin köylerini basıp mallarını, hayvanlarını yağmaladığını, buğday tarlalarını yakarak onları açlığa mahkûm etmeye çalıştıklarını söyledi.Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının başlattığı Milli Mücadele, Yunan ordusunun Anadolu'da bozguna uğramalarına yol açmıştı. Bu yenilgiden sonra Yunanlılar daha da azgınlaşmış, köylere yaptıkları baskınlar artmıştı. Bu baskınlar sırasında can verenler, yakılan evler ve tahrip edilen topraklarla birlikte, hayatta kalmak imkansız hale gelmişti.Bir zamanlar Rumlarla barış içinde yaşadıklarını, bayramlarda, düğünlerde birbirlerine katıldıklarını, hatta bazı Rum ve Türk aileleri arasında evlilik bağları kurulduğunu anlatırken sesi titriyordu. Ancak Anadolu'da bazı çetelerin Ermeni ve Rum köylerine saldırması, öldürme ve talan olaylarının artmasıyla, Anadolu'dan kaçan Rumlar Yunanistan'a ulaşmıştı.Yunan hükümeti, Anadolu'dan gelenleri köylere dağıtmış, onlara yardım edebilmek için aileler arasında bölüşmüştü. Babamız olmadığından ve annemiz hasta olduğundan, bizim eve Sofi adında dul bir kadın ve iki kızı verilmişti. Sofi, çok çalışkan, sessiz, içine kapanık biriydi. Annemize bakıyor, yemekleri hazırlıyor, ev işlerine koşturuyordu. Ancak bir gece odasından gelen ağlama seslerini duyduğumuzda, onun da Anadolu'da yaşadıklarını unutamadığını fark ettik.O da, eşi çeteler tarafından öldürülmüş, kendisi ise kaçarken ağlaması nedeniyle fark edilmemesi için bölgesini bastırarak kendi bebeğini boğmak zorunda kalmıştı. Anlatırken içini çekerek ağılıyordu.Ve nihayet mübadele yılları gelip çatınca, doğduğumuz topraklardan Anadolu'ya gitmek zorunda kaldık. Babam ve kardeşlerimle Kavala Limanı'na geldiğimizde, en küçük kardeşim Mehmet'in kalabalıkta kaybolduğunu fark ettik. Saatlerce aramamıza rağmen onu bulamadık. O gün kaybettiğimiz Mehmet'ten bir daha haber alamadık.Anadolu'ya varınca zor şartlar altında yeni bir hayat kurduk. Babam, iskan hakkı olarak verilen topraklarda çalışarak hayatta kaldı. Yıllar sonra, Rumeli türkülerini duyduğunda gözleri dolar, anılarına dalar giderdi. "Vardar Ovası" ve "Debre Hasan" türkülerini söylerken gözlerinde hüzün olurdu.Ölmeden önce bizden bir dileği vardı. "Eğer mümkün olursa, mezarıma iki avuç memleket toprağı serpin" dedi. Bu dileğini ancak on dört yıl sonra yerine getirebildim. O cefakar insan, bizlere parayla satın alınamayacak bir şey bırakmıştı: Şeref, onur, gurur, dürüstlük, sevecenlik ve herkese eşit davranma duygusu.Haber: Ulviye Karataş