Tanpınar, zaman kavramını, insanın zamana bağlı olarak değişimi ve olgunlaşması olarak ele almaktadır. Zaman, geniş bir hayat akışı içinde ele alınmaktadır. Bu anlamda da insan zamanla olgunlaşır, tecrübe kazanır ve buna bağlı olarak da değişmeye başlar.
İnsanın geçmiş yaşantıları ve yaşadığı anda karşılaştığı yeni durumlar, gelecekte nasıl bir yön ve tavır sergileyeceğimizi belirlemektedir. Bazen kendimizi hayatın akışına kaptırırız, bazen de hayatın içinde dinamik ve güçlü bir varlık olarak mücadele ve mücahede halinde yol alırız. Batılı kaynaklarda birinci hali, öğrenilmiş çaresizlik olarak tarif etmektedirler. Buna göre, insan hangi durumlarla karşılaşırsa karşılaşsın, var olan durumların öznesi olamayan, müdahale edemeyen, sonucuna daha mücadeleye girişmeden razı olmasıdır. Ancak insanı, insanı kâmil hale getiren ise belli bir ülkü yolunda yaptığı mücadele ve mücahedelerdir. Böyle bir insanın, ülkü yolunda yapılan mücadele ve mücahedelerin sonunda elde edilecek bir mükâfat beklentisi yoktur. Çünkü ülkü yolunda mücadele eden insan, insanın insan olarak yapması gereken, insanı insan haline getirenin bu olduğuna inanır.
İnsan ülkü yolunda mücadele ve mücahede ederken iki kavram içerisinde kendisini bulur. Birey ve toplum... İnsan, hem birey olarak hem de toplumsal bir varlık olarak toplumun içinde varlığını sürdürmektedir. İnsanın, birey hali şahsiyet kazandıkça, toplumsal hali de kolektif bir şuura dönüştükçe anlam kazanmaya başlar.
Ancak birey ve toplum içinde varlığını sürdürmeye çalışan insanın, bu iki kavram arasında da dengeyi kurabilmesi önemlidir. Ne sadece birey olarak, ne de sadece toplumsal bir varlık olarak hayatını sürdürebilir. Ülkü yolunda mücadele ve mücahede eden insanı bütünleştiren ve insanlaştıran, birey ve toplum arasındaki denge sayesinde gelecek üzerine tasavvur yapılabilir.
İnsanın, birey olarak meslekî, ahlakî ve sosyal gelişimi ile toplumsal bir varlık olarak kolektif imanın büyüklüğü arasındaki bütünlük bir medeniyetin zeminini oluşturmaktadır. Dolayısıyla bir medeniyet tasavvuru yapılabilmesi için, o medeniyeti kuracak olan insanın, hem ülkü yolunda mücadele ve mücahede edebilmesi hem de birey ve toplum arasında denge kurabilmesine bağlıdır. Bireyi, şahsiyet olarak geliştirmek, toplumu da kolektif iman etrafında bütünleştirmek…
İşte insanın, ülkü yolunda verdiği mücadele dışa dönük, mücahede de içe dönüktür. Mücahede olmadan yapılan mücadele; mücadele olmadan yapılan mücahede ile kolektif iman gelişmez. İkisi birlikte sürdürülmek zorundadır. Hatta mücahede çoğu zaman, mücadeleden öne başlar. Yeni bir medeniyet tasavvuru, hem mücadeleyi hem de mücahedeyi birlikte ele alabilecek insan ve insanlardan oluşabilir.
İnsanımız, köklerini Türk İslam tarihinde arayan, Kuran ahlâkıyla yetişmiş, estetik bilgiyle donatılmış, bedenen zinde, meslekî bilgi ve becerilerine sahip, liderlik vasfını kazanmış bir birey; toplumsal bir varlık olarak da mensubu olduğu diğer insanlara karşı gösterdiği sevgi, dayanışma ve fedakârlık duygusuyla birlikte gelişen kolektif imana ulaşmaya çalışan toplumcu bireyler yetiştirmek zorundayız.
O halde günümüz koşulları içerisinde ve günümüz koşullarına uygun, ihtiyacımız olan birey ve toplum anlayışını geliştirecek eğitim programları ve organizasyonlar oluşturmak gerekir. Bütün bunları yaparken, daha önceki yazılarımızda bahsetmeye çalıştığımız dengeli insan anlayışına dikkat etmek gerekir. İnsanın, madde ve mana arasındaki bütünlük ve denge sağlanırsa, bir ülkü yolunda mücadele ve mücahede edebilen şahsiyetler yetişmiş olur. Bu anlayış kolektif iman ile bütünleştirilebilirse, işte o zaman yeni bir medeniyet tasavvuru oluşturabiliriz. Ancak klasik ve geçmişin özel koşulları içerisinde oluşturulan anlayışlarla, bugünü ve geleceği kuramayız.
Ülküsü olmayan yani kâmil anlamda gelişimi ve kolektif imanı olmayan bireylerden de bir medeniyet tasavvuru oluşturmak mümkün değildir.
Bizim ihtiyacımız olan Ülkücü İnsandır. Ülkücü insan ise, iki günü aynı olan ziyandadır anlayışına sahiptir. Ülkücü insan, model insandır. Dolayısıyla her hal ve davranışında bir şuur vardır. Hem kendisine hem de içinde bulunduğu topluma yönelik hayalleri vardır. Bir ülkücü hayal kurarken; geçmişi, bugünü ve geleceği bütün olarak düşünür. Kısacası bizim Ülkü yolunda hem mücadele hem de mücahede edecek insanlara ihtiyacımız vardır. Bunun için de eğitim programlarını ve organizasyonları yeniden ele almak ve günümüz koşullarına uygun hale getirmek gerekir.
İnsanın geçmiş yaşantıları ve yaşadığı anda karşılaştığı yeni durumlar, gelecekte nasıl bir yön ve tavır sergileyeceğimizi belirlemektedir. Bazen kendimizi hayatın akışına kaptırırız, bazen de hayatın içinde dinamik ve güçlü bir varlık olarak mücadele ve mücahede halinde yol alırız. Batılı kaynaklarda birinci hali, öğrenilmiş çaresizlik olarak tarif etmektedirler. Buna göre, insan hangi durumlarla karşılaşırsa karşılaşsın, var olan durumların öznesi olamayan, müdahale edemeyen, sonucuna daha mücadeleye girişmeden razı olmasıdır. Ancak insanı, insanı kâmil hale getiren ise belli bir ülkü yolunda yaptığı mücadele ve mücahedelerdir. Böyle bir insanın, ülkü yolunda yapılan mücadele ve mücahedelerin sonunda elde edilecek bir mükâfat beklentisi yoktur. Çünkü ülkü yolunda mücadele eden insan, insanın insan olarak yapması gereken, insanı insan haline getirenin bu olduğuna inanır.
İnsan ülkü yolunda mücadele ve mücahede ederken iki kavram içerisinde kendisini bulur. Birey ve toplum... İnsan, hem birey olarak hem de toplumsal bir varlık olarak toplumun içinde varlığını sürdürmektedir. İnsanın, birey hali şahsiyet kazandıkça, toplumsal hali de kolektif bir şuura dönüştükçe anlam kazanmaya başlar.
Ancak birey ve toplum içinde varlığını sürdürmeye çalışan insanın, bu iki kavram arasında da dengeyi kurabilmesi önemlidir. Ne sadece birey olarak, ne de sadece toplumsal bir varlık olarak hayatını sürdürebilir. Ülkü yolunda mücadele ve mücahede eden insanı bütünleştiren ve insanlaştıran, birey ve toplum arasındaki denge sayesinde gelecek üzerine tasavvur yapılabilir.
İnsanın, birey olarak meslekî, ahlakî ve sosyal gelişimi ile toplumsal bir varlık olarak kolektif imanın büyüklüğü arasındaki bütünlük bir medeniyetin zeminini oluşturmaktadır. Dolayısıyla bir medeniyet tasavvuru yapılabilmesi için, o medeniyeti kuracak olan insanın, hem ülkü yolunda mücadele ve mücahede edebilmesi hem de birey ve toplum arasında denge kurabilmesine bağlıdır. Bireyi, şahsiyet olarak geliştirmek, toplumu da kolektif iman etrafında bütünleştirmek…
İşte insanın, ülkü yolunda verdiği mücadele dışa dönük, mücahede de içe dönüktür. Mücahede olmadan yapılan mücadele; mücadele olmadan yapılan mücahede ile kolektif iman gelişmez. İkisi birlikte sürdürülmek zorundadır. Hatta mücahede çoğu zaman, mücadeleden öne başlar. Yeni bir medeniyet tasavvuru, hem mücadeleyi hem de mücahedeyi birlikte ele alabilecek insan ve insanlardan oluşabilir.
İnsanımız, köklerini Türk İslam tarihinde arayan, Kuran ahlâkıyla yetişmiş, estetik bilgiyle donatılmış, bedenen zinde, meslekî bilgi ve becerilerine sahip, liderlik vasfını kazanmış bir birey; toplumsal bir varlık olarak da mensubu olduğu diğer insanlara karşı gösterdiği sevgi, dayanışma ve fedakârlık duygusuyla birlikte gelişen kolektif imana ulaşmaya çalışan toplumcu bireyler yetiştirmek zorundayız.
O halde günümüz koşulları içerisinde ve günümüz koşullarına uygun, ihtiyacımız olan birey ve toplum anlayışını geliştirecek eğitim programları ve organizasyonlar oluşturmak gerekir. Bütün bunları yaparken, daha önceki yazılarımızda bahsetmeye çalıştığımız dengeli insan anlayışına dikkat etmek gerekir. İnsanın, madde ve mana arasındaki bütünlük ve denge sağlanırsa, bir ülkü yolunda mücadele ve mücahede edebilen şahsiyetler yetişmiş olur. Bu anlayış kolektif iman ile bütünleştirilebilirse, işte o zaman yeni bir medeniyet tasavvuru oluşturabiliriz. Ancak klasik ve geçmişin özel koşulları içerisinde oluşturulan anlayışlarla, bugünü ve geleceği kuramayız.
Ülküsü olmayan yani kâmil anlamda gelişimi ve kolektif imanı olmayan bireylerden de bir medeniyet tasavvuru oluşturmak mümkün değildir.
Bizim ihtiyacımız olan Ülkücü İnsandır. Ülkücü insan ise, iki günü aynı olan ziyandadır anlayışına sahiptir. Ülkücü insan, model insandır. Dolayısıyla her hal ve davranışında bir şuur vardır. Hem kendisine hem de içinde bulunduğu topluma yönelik hayalleri vardır. Bir ülkücü hayal kurarken; geçmişi, bugünü ve geleceği bütün olarak düşünür. Kısacası bizim Ülkü yolunda hem mücadele hem de mücahede edecek insanlara ihtiyacımız vardır. Bunun için de eğitim programlarını ve organizasyonları yeniden ele almak ve günümüz koşullarına uygun hale getirmek gerekir.