Siyaset ve Liderlik Okulumuzun 15.Dönem Sertifika Töreni’ne katılan Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet BAHÇELİ, burada yaptığı konuşada, selamlama konuşmasının ardından, Siyaset ve Liderlik Okulunuz 26 Ekim 2009 tarihinden bu tarafa açık ve faaliyette olduğunu belirterek şunları söyledi.Bu süre zarfında okumaya, düşünmeye ve düşündüğünü yaşamaya niyet eden, siyaset üzerine kafa yoran çok sayıda kardeşimiz aramızda yer almıştır. Sınırları çizilmiş, akademik formasyonla desteklenmiş, ahlaki duyarlılıkla temellenmiş eğitim sürecinin katılımcılara çok şey kazandırdığına inanıyorum. 15.Dönemde de 40 kardeşimiz Siyaset ve Liderlik Okulu’muzda bulunmuş, nihai olarak her birisi sertifika almaya hak kazanmıştır. Bu vesileyle sertifika alan her kardeşimi kutluyor, bundan sonraki hayatlarında başarılar diliyorum.
Çağlar boyunca bugünleri bile imrendirecek şekilde mürekkep nehrinden kitap ummanı oluşmuş, madde ve manayı ortak bir idealde buluşturan, insanlığın yararına vakfeden derin kavrayış kıtaların ruhuna sinmiştir. Üzülerek söylemeliyim ki Türk-İslam kültürü gelişme rotasını koruyamamıştır. Muhteşem eserler bulanıklaşmış ve solmuştur. Geçmişi geleceğe ekleyecek yeni ve farklı bir kulvar açılamamıştır. Merhum Peyami Safa insanın en kolay kendini aldatacağını söylerken, teşhis maharetini göstermiştir. Bugün Ortadoğu’da herkes birbirine hasımdır. Bilim, teknik, hoşgörü ve uzlaşmada gerçekleşmeyen sıçrama; şimdilerde sosyal, siyasal ve ekonomik maliyetlerin daha da kabarmasına sebeptir. İstikrarlı olmayan, sosyal barışı sağlayamayan, huzuru bulamayan, denge ve düzeni yakalayamayan bir ülkenin kalkınması ve medeniyet pistinden kalkışa geçmesi elbette mümkün değildir.
Siyaset ve Liderlik Okulumuzdan sorumlu Genel Başkan Yardımcımız Sayın Mustafa Hidayet Vahapoğlu’na, Siyaset ve Liderlik Okulumuzun Koordinatörü Sayın Ali Güler’e, ders veren değerli arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. MHP’nin kurumsal ve fikri tarihi, MHP’nin misyon ve vizyonu ile ilişkilendirilmiş temel siyasi, ekonomik, diplomatik, sosyolojik, iletişim, sosyal medya ve tarihi konular ile Milliyetçi-Ülkücü kuruluşların tanıtımını içeren toplam 25 ders katılımcılara verilmiştir. 90 saatlik ders süresiyle doyurucu bilgiler paylaşılmıştır. Belirlenmiş ölçme ve değerlendirme sistemi, başarıyı derecelendirme yöntemi Siyaset ve Liderlik Okulumuzun ne kadar kurumsallaştığının da ispat ve ifadesi olmuştur. Temennim, Siyaset ve Liderlik Okulumuzun ilk günkü heves ve heyecanla nice yıllara ulaşmasıdır.Milliyetçi Hareket Partisi’nin temel önceliklerinden birisi de bu olmalıdır. Çağımızın milletler mücadelesi olduğu düşünüldüğünde, mukayeseli üstünlük kuracağımız stratejik alanların çoğalması vazgeçilmez önemdedir. İnsanlığın gelişim ve ilerleyiş sürecine pasif bir izleyici olarak, edilgen bir zihniyet merceğinden bakmamız doğru ve mantıklı değildir. Şunu bir defa ifade etmek isterim ki, sağlıklı ve ayakları yere basan, aynı zamanda kökünden ve öz değerlerinden kopmayan değişim dinamikleri kaçınılmaz bir ihtiyaçtır. Tarih şuuruna sahip toplumların, geleceği kavrama ve kurma iradesine haiz milletlerin çağın gerisine düşmeleri, hadiseleri geriden takip etmeleri aklın doğasına aykırıdır. Geçmişi kucaklamadan geleceğin köprülerini kurmak hakikaten de hezeyandır.
Türk milleti asırlarca çift başlı kartal gibi, bir ayağıyla Doğuyu, diğeriyle da Batı’yı tutmuştu
Avrupa referanslı bilim tarihi, Türk ve İslam âleminin yükseliş trendini adeta perdelenmesine hizmet ederek oryantalist zihniyeti meşrulaştırmaya çalışmıştır. Bu nedenle özgüvenimiz on yıllarca aşındırılmıştır. Kendi tarihine küskün, kendi değerleriyle kavgalı nesillerin yetişmesi için mağlup ve mukallit dayatmalar devamlı kamçılanmıştır. Başkalarına özenerek kaynaklarımız kötülenmiştir. Batıya karşı siyasi ve fikri kompleksler ister istemez yabancılaşmayı, yozlaşmayı da beraberinde getirmiştir. Neredeyse bilimin, bilimsel düşüncenin, icatların, keşiflerin sadece Batı menşeli olduğunu servis eden sömürgeleşmiş ve soyulmuş kafalar milletimize ölümü gösterip sıtmaya razı etmek için cephe almışlardır. Aleme nizam verme iddiasında olan bir medeniyete tarihimizin bazı dönemlerinde büyük haksızlıklar yapıldığı bilinen ve hazin nitelikli bir gerçektir. Hem yalan söyleyen, hem yanlışa ortak olan, hem de yanıltan devşirilmiş zihniyetler gelişme ve kalkınma süreçlerini devamlı kösteklemişlerdir. Halbuki Avrupa güneşin dünyanın etrafında döndüğünü esas alan Batlamyus çarpıklığına inanırken Türk-İslam medeniyeti parlak dönemini yaşıyor, dünyanın güneşe uzaklığını ölçen alimleri yetiştiriyordu. Mesela El Zerkali bunlardan birisiydi.Ortaçağ Avrupa’sında bir yanda kitaplar yakılırken, diğer yanda da fikir ve düşünce hürriyeti kelepçelenirken, doğuda kütüphaneler, eleştirisel düşünce, bilimsel düşünme, yazma eserler, tercümeler beşeriyetin ufkunu aydınlatıyordu. Mütefekkirler, âlimler, fazıl ve faziletli mutasavvıflar, devirlerini ve kendi ölçülerini aşmış bilginler muazzam araştırmalara imza atıyorlar, bayrak gibi dalgalanıyorlardı. Merhum Cemil Meriç’in ifade ettiği gibi ışık Doğudan yükseliyordu. Türk milleti asırlarca çift başlı kartal gibi, bir ayağıyla Doğuyu, diğeriyle da Batı’yı tutmuştu. Türk-İslam medeniyeti buluşların, muhteşem eserlerin, deha mertebesindeki münevverlerin, adalete önem veren yöneticilerin sayesinde insanlığın itibar ve görkem koltuğundan uzunca bir müddet inmemişti. 9. asırda yetişmiş ünlü matematikçi El Harezmi Batı’nın örnek aldığı ve gıpta ettiği büyük bir alim olarak hala hatırlardadır. Zor ve karmaşık problemlerin basit parçalara ayrılabileceğini ve çözülebileceğini ortaya koyarak çığır açan El Harezmi, hiç kimsenin haberi ve malumatı yokken algoritmayı bulmuştu.Açı nedir, pergel nedir bilinmediği bir dönemde, El Kindi açıların ölçümünü geometriyle buluşturmuştu. Ondalık kesirleri geliştiren El Kaşi, batının defalarca yeniden bastığı tıp ansiklopedisinin müellifi El Razi’dir. Optiğin mimarı İbn’ül Heysem Newton’dan 600 yıl önce ışığın hareket ettiğini geceleri çöle kurduğu çadırdan tespit etmişti. İstanbul’un fethinin manevi mihmandarı olan Akşemsettin ilk kez mikroptan bu alanda öne çıkarılan İtalyan bilim insanından yüz yıl önce bahsetmişti. Teleskobu bulanın kimisi Galilei kimisi de 17.yüzyılda yaşamış bir Hollandalı gözlük üreticisi olduğunu iddia etmişti. Oysaki bu isimlerden beş yüz yıl önce teleskop ve mikroskobun ilk şeklini kullanan El Hişam ne yazık ki çok az kişi tarafından bilinmektedir. Kopernik’ten 150 yıl evvel güneş merkezli teoriye benzer bir çalışmayı yapan İbnü’ş Şatir hala insanlık için çok anlamlar taşımaktadır. 15.yüzyılda uzaya yönelen ve Semerkand’ın yetiştirdiği en büyük kafalardan olan Ali Kuşçu, 16. yüzyılda çizdiği haritalarla Dünya’yı kâğıda döken Piri Reis yaşadıkları çağlara sığmayan muazzam isimlerdir. Tarih kitapları Ümit Burnu’nu Portekizli denizci Dias’ın keşfettiğini, bundan on sene sonra da Vasco Da Gama’nın buradan geçerek Hindistan’a ulaştığını yazmaktadır. Ne var ki, doğru dürüst hiçbir yerde, mesela devrin meşhur Müslüman denizcisi Ahmet İbn Macid’in Ümit Burnu’nu çoktan geçtiği anlatılmamakta, itiraf edilmemektedir.Nereden nereye geldiğimizi mutlaka sorgulamak zorundayız.
Batı kendi içinde kıvranırken İbn-i Rüşd akılcılığıyla, Gazali sezgisiyle, Mevlana nefesiyle, Yunus dizeleriyle, Yusuf Has Hacib duyuşuyla, Kaşgarlı Mahmud basiretiyle, Farabi vizyonuyla, dahası vehbi tefekkürleriyle tarihe iz ve eserler bırakıyorlardı. İbn-i Sina, hiç kimse görmek istemeyen kadar kör değildir, sözünü söylerken, insanlık hem kör, hem de sağırdı. İbn-i Haldun siyaset felsefesini asabiyyet ve mülke dayandırırken, onu rol model olarak alacaklar henüz doğmamıştı. Batı derin bir bunalım ve çürüyüş etkisindeyken, yine İbn-i Haldun devleti medeniyeti mümkün kılan siyasal ve sosyal birim olarak yorumlamış, bu alanda Türk devlet geleneği zirvedeki yerini muhafaza etmişti.İmam Mâturîdî akıl derken, akıl tutulması Avrupa’ya taht kurmuştu. Ve diyordu ki, Allah aklı, yararlı ile zararlıyı belirlemede, iyi ile kötüyü ayırt etmede kullanılması gereken bir vasıta olarak yaratmıştır.Mâturîdî, aklın tanımı veya mahiyetinden ziyade ona yüklenen işlev üzerinde durmuş, muhteşem bir fecir olup insanlığın üzerine fener tutmuştu. Nereden nereye geldiğimizi mutlaka sorgulamak zorundayız. İçine düştüğümüz çelişkiyi aşmak mecburiyetindeyiz. Dün neredeydik, bugün ne durumdayız, bu muhasebeyi yapmak boynumuzun borcudur. Çünkü hakikat neredeyse biz hep orada olduk.10.Yüzyılda Batı yerinde sayarken Biruni boylam derecelerini ölçmek maksadıyla Gazne’den bugünkü harap içindeki Bağdat’a iki sene boyunca yürümüştü. Peki dünkü haşmet ve görkemin neden gerisine düşülmüştür? Irak, Suriye, Libya niye perişan haldedir? İdlib’in her gün kanı dökülürken, masumlar katledilirken, savrulmanın boyutları konuşulup dert edilmeyecek mi?Ortadoğu’da herkes birbirine hasımdır.
Biz dert ediyoruz, kaldı ki üzerinde düşünüyor, çare ve çözüm üretiyoruz. Barış, huzur ve istikrarın kaybolma nedenlerini uzaklarda aramıyoruz. Bu nedenle beka diyoruz, haysiyetli hayat diyoruz, coğrafyanın mesajına kulak verip birlik ve beraberlik çağrısı yapıyoruz. Türk-İslam medeniyeti geçmişte inandı, kenetlendi, kendine güvendi, elbette çok şeyler kazandı, insanlığa çok şey kazandırdı.Ama bugünkü hali dramdır, skandaldır. Tıpkı geçmişte olduğu gibi; ön alan, koordinat çizen, tayin ve tasdik eden bir pozisyona gelmedikten sonra beşeriyet kervanına yön verilmesi imkânsızı umut etmekle eşdeğerdir. Daha onlarca örneğini verebileceğimiz ilmin ve irfanın kutup yıldızları, Doğu’nun Batı karşısında bir zamanlar ezici ve açık ara üstünlüğünü de resmetmektedir. Türk milleti bu kapsamda zafer sancağının, bilim ve bilgi otağının her dönemde taşıyıcısı ve öncüsü olmuştur. Arifler, pirler, hikmet ve hidayet sahibi muhterem zatlar akılla kalbi bağdaştırmış, duyguyla mantığı birleştirmiş şüphesiz medeniyetimizi onur ve gururla tanıtıp temsil etmişlerdir. Türk-İslam kudreti yalnız kılıçla, yalnız fütuhatla, yalnız cihat ve gazayla başarıya ulaşmamış; hepsinden önemlisi kalemle, kitapla, tefekkürle gücüne güç katmıştır.
Türklüğe saldırmak nasıl bir gözü dönmüşlük ve düşmanlıktır?
Barış ve kardeşlik korunmadan, toplumsal düzen ve ahenk temin edilmeden, ben yerine bizi, bencillik yerine yardımlaşmayı, aç gözlülük yerine paylaşmayı, acımasız rekabet yerine dayanışmayı ikame etmeden herhangi bir yere varmamız sadece hayaldir. Bu nedenle birliğimizi, kimliğimizi ve varlığımızı her düzeyde savunmak geçmişteki övündüğümüz dönemleri yakalamak ve hatta aşmak için ilk ve en önemli kural olarak görülmelidir. Mısır’da Sisi, Suriye’de Esad, Libya’da Hafter, sorarım sizlere, İslam medeniyetinin neresiyle bağdaşmaktadır? Türk-İslam ahlakını yaşamış, akıl ve izanla beraber merhamet ve şefkati yüceltmiş bir coğrafyadan seri katil nasıl çıkar, cani nasıl çıkar, iblise ruhu satanlar nasıl çıkar, mazlumlara kast eden teröristler nasıl türer? İslam’ı terörle ilişkilendirme alçaklığına teşebbüs edenlerin şerefli maziden ne kadar haberleri vardır?Bir karıncanın hakkını bile koruyan bir dini karalamak, Türklüğe saldırmak nasıl bir gözü dönmüşlük ve düşmanlıktır? Kanuni Sultan Süleyman devrin Şeyhülislam’ı Ebuusuud Efendi’ye sorar: Dırahta ger ziyan etse karınca, Günâhı var mıdır ânı kırınca? Yani, eğer karınca ağaca zarar veriyor, onu kurutuyorsa, karıncayı yok etmenin bir günahı var mıdır? Der. Dobra dobur konuşan, doğruları saklamaktan imtina eden Şeyhülislam şöyle cevap verir: Yarın Hakk’ın dîvânına varınca, Süleyman’dan hakkın alır karınca. İşte biz buyuz. İşte böylesi asil, adil ve soylu bir ecdadın ahfadıyız. Şunu unutmayalım ki, dışarıdan gelip yenemeyenler, içeriden çözmeyi deniyorlar. Kullandıkları kirli araçlar ve aracılar da bellidir. FETÖ, PKK, DEAŞ, kiralık tetikçiler, işbirlikçi yöneticiler, bölgesel komplolar, etnik ve mezhep fesadı, zillete düşmüş siyasi partiler işte bunlardan bazılarıdır.