6 Şubat Depremleri'nin 1. yılında TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası, yaşanan büyük yıkım ve kayıpların ardından gerekli tedbirlerin alınması ve bilim çevrelerinin önerilerinin dikkate alınması gerektiğini vurguladı. Ancak geçen bir yıl içinde bu yönde ciddi bir ilerleme kaydedilmediği belirtildi.Depremin büyüklüğü ve yaygınlığı, Türkiye'nin yapı stokunun kırılganlığı ve afetlere hazırlıksız oluşu eleştirildi. Geçmiş depremlerden ders alınmadığı, afet sonrası müdahalelerin yetersiz kaldığı ifade edildi. Deprem sonrası barınma, beslenme, sağlık ve eğitim gibi temel ihtiyaçların karşılanmasında yaşanan sorunlara dikkat çekilerek, kalıcı konutların yapımının yavaş ilerlediği, planlama ve denetim hizmetlerinin yeterli olmadığı belirtildi. TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası, deprem güvenliği konusunda atılması gereken adımların net bir şekilde sıralanması gerektiğini ve siyasi iradenin bu konuda kararlı olması gerektiğini vurguladı.
Değerli Basın Mensupları,Resmi verilere göre, 50 binden fazla insanımızın hayatını kaybettiği, yaklaşık 40 bin binanın yıkıldığı ve 200 binden fazla binanın ağır hasar gördüğü, 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki 6 Şubat 2023 depremlerinin üzerinden bir yıl geçti. Bu depremler, büyüklüğü, şiddeti, yıkıcılığı ve ivmeleri açısından yer bilimcilerin ve sismologların da beklentisini aşan, oldukça geniş bir coğrafyada etkili olan ve can ile mal kaybının bu derece büyük olduğu depremlerdir. Bu depremler, toplumsal bir travma olarak uzun yıllar etkisini sürdürecektir.Böylesine sarsıcı bir afetin ardından, bugüne kadar alınmamış tedbirlerin alınması, güvenli ve sağlıklı yapılaşma için bilim çevrelerinin ve meslek odalarının önerilerinin hayata geçirilmesi beklenir ve gereklidir. Ancak, geride kalan bir yıla dönüp baktığımızda, geleceğe umutla bakmamızı sağlayacak ciddi bir çalışmanın yapıldığını söylemek pek mümkün değildir.Şubat 2023 Depremleri, tarihimizin en büyük depremlerinden biridir. Bu kadar büyük ve yaygın depremler karşısında kayıpları sıfıra indirmek belki mümkün olmayabilirdi; ancak, ortaya çıkan yıkımın ve kayıpların bu derece dehşet verici seviyelerde olmasının önüne geçmek kesinlikle mümkündü. Dünyada her yıl ortalama olarak Richter ölçeğine göre 7.0 ve üzeri 19 deprem meydana gelmektedir. Ancak, bunların sadece bazılarının yıkıcı etkisi olmaktadır. Bu etki, depremin niteliğinden çok, gerçekleştiği bölgedeki yaşam alanlarının kırılganlığından kaynaklanmaktadır.Ülkemiz, yaşam alanlarının kırılganlığı açısından dünyadaki en olumsuz örneklerden birini teşkil etmektedir. Ortalama olarak her 1,5 yılda bir yıkıcı sonuçlar doğuran depremleri yaşamamıza rağmen, gerekli adımlar bir türlü atılmamaktadır. Marmara depremlerinden bu yana geçen 24 yıllık süre zarfında atılan adımlar, yapılması gerekenlerin yanında son derece yetersiz kalmıştır. Elazığ ve İzmir'de meydana gelen görece sınırlı depremlerde bile ortaya çıkan yıkımın boyutları, depreme hazırlık konusundaki zafiyetleri gözler önüne sermiş; ancak, Şubat 2023 Depremlerinin büyüklüğü bahane edilerek, yüz binlerce konutun yıkımı veya ağır hasarlı hale gelmesi ilahi takdirle izah edilmiştir.Afet sonrası yapılan arama-kurtarma, yardım ulaştırma, beslenme ve acil barınma ihtiyaçlarını karşılama çalışmalarında kamu gücünün yetersiz kaldığı, geçmiş depremlerden ders alınmadığı tüm kamuoyunun malumudur. Yurttaşlarımızın dayanışma bilinci ve gönüllü çalışmalarıyla depremin ilk etkilerinin üstesinden gelinmeye çalışılsa da, afet müdahalesinin devamındaki aşamalarda da kriz yönetilememiştir.Geçici yerleşim alanlarının kurulması, enkaz kaldırma işlemleri, ulaşım, elektrik, su, kanalizasyon ve haberleşme gibi altyapı hizmetlerinin, depremin üzerinden aylar geçmesine rağmen sağlanamamış olması; depremin en çok etkilediği Antakya başta olmak üzere deprem bölgesinde barınma, beslenme, sağlık, hijyen, içme suyu ve eğitim gibi en temel insani ihtiyaçlara yönelik sorunların hala devam ettiği görülmektedir. Yıkılmayı bekleyen ağır hasarlı yapılar, insan hayatını tehlikeye atmaya devam ederken, kontrolsüz bir şekilde yürütülen enkaz kaldırma işlemleri çevreye ve insan sağlığına zararlar vermekte, enkaz toplama alanları ise içme suyu kaynaklarını kirletme bakımından ciddi riskler oluşturmaktadır.Afet sonrasının ileriki çalışmalarının şeffaflık ve katılımcılık ilkeleri çerçevesinde yürütüldüğünü söylemek pek de mümkün değildir. Bir yandan şehirlerin yeniden kurulması, yeni yerleşim alanlarının oluşturulması, konut ve iş yerleri ihtiyacının karşılanması konularında seçim öncesi verilen taahhütlerin ötelendiği görülürken, diğer yandan yapılan çalışmaların da sağlıklı kentleşme ve güvenli yapılaşma açısından kaygı verici örnekler içerdiği görülmektedir.Ayrıca, siyasi iktidarın deprem sonrası kentlerin yeniden ayağa kaldırılması, hayatın normale döndürülmesi doğrultusunda 319 binini bir yıl içerisinde teslim etmek kaydıyla 650 bin konut yapılacağı yönündeki beyanlarının oldukça gerisinde kaldığı görülmektedir. Aşağıda, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının hasar tespit raporlarına ve TOKİ'nin resmi internet sitesinde yayınlanan bilgilere göre hazırlanan tablo yer almaktadır.Bu tabloya göre, orta ve hafif hasarlı yapılar hariç olmak üzere, deprem bölgesindeki 11 il kapsamında yıkılan veya yıkılacak olan (konut, iş yeri vb. dahil olmak üzere) toplam 674.416 bağımsız bölüm bulunmaktadır. Siyasi yetkililerin 650 bin konut yapılacağına dair ifadeleri bu ihtiyaca yöneliktir.Son bir yılda TOKİ tarafından ihalesi yapılmış konut miktarı ise toplamda 108.936 adettir. Bu ihalelerin toplam bedeli 203.973.988.559,00 Türk Lirasıdır. Bunlardan bir kısmının inşasına henüz başlanmamış olmakla birlikte, tamamlanma oranı %70'in üzerinde olan konut sayısı 25.119 adettir. Yani kısa vadede bitirilip teslim edilebilecek konut miktarı TOKİ verilerine göre 25 bin civarındadır. Bu durum, siyasilerin geçen yıl verdikleri sözlerin veya ortaya koydukları hedefin ancak %8'ine tekabül etmektedir.Kuşkusuz ki, kalıcı konutların bir an önce yapılıp teslim edilmesi, bölgede hayatın normale dönmesi açısından çok önemlidir. Ancak bu, yeterli değildir. Sorun, sadece insanların başını sokacakları bir çatıya sahip olmaları değil, aynı zamanda sağlıklı ve güvenli bir yuvaya sahip olmaktır. Bu, planlı ve denetimli bir yapılaşmayı gerektirir. Yer seçimi yanlışlıklarından, sorunlu imalatlara kadar pek çok konu, geçtiğimiz aylarda kamuoyunun dikkatini çekmiştir. Bu durum, denetim ve planlama hizmetlerinin yeterince yapılamadığı kuşkusunu doğurmaktadır.Bir yapının deprem karşısında ayakta kalması gerekli şarttır, ancak yeterli şart değildir. Bir yapı, mekanik ve elektrik tesisatlarından yalıtımlarına, kapısı-penceresinden mutfağına, çevre düzenlemesinden peyzajına kadar pek çok unsur ile sağlıklı bir yapı niteliğine bürünür. Bunlar için de nitelikli malzeme ve işçilik gerekir. Teslim edilecek her konut, eksiksiz ve nitelikli olarak bu unsurları içermek zorundadır.Her büyük depremde olduğu gibi, bu depremlerde de yaşanan yıkımın teknik nedenlerini altı ana başlıkta sıralayabiliriz: Zayıf Zemin Koşulları, Malzeme Zafiyetleri, Konstrüktif Zafiyetler, Yapı Düzensizliklerinin Yarattığı Hasarlar, Sonradan Yapılan Bilinçsiz Tadilat ve Müdahaleler, Yıpranmışlık ve Bakımsızlıktır. Bu sebeplerin birden fazlasının bir araya gelmesi, hasar ve yıkım oranlarını artırmaktadır.Ancak, her depremde aynı sebeplerden dolayı can kayıpları ve yıkım ortaya çıkıyorsa, bu, tüm bu teknik sorunların üstünde sistemsel zafiyetler olduğunu ve siyasi iradenin bu sorumluluğu üstlenmekten ısrarla kaçındığını gösterir. Sorumluluktan kaçınmak bir yana, yapılaşma sistemini ve kültürünü değiştirmek için hiçbir anlamlı adım atılmamaktadır.Ülkemizin on milyonluk yapı stokunda önemli oranda riskli yapı bulunmakta ve bu durum, yıllardır bilinip söylenmektedir. İlave olarak, birkaç yılda bir çıkarılan imar aflarıyla riskli yapı stoku daha da şişirilmektedir. Ayrıca, her yıl 100 bin civarında yeni yapı inşa edilmektedir. Yeni yapılan bu yapıların sağlıklı ve güvenli olduğu konusunda hala derin kuşkular vardır. Çünkü tarımsal alanlara ve zemini sorunlu bölgelere yüksek katlı ve yüksek yoğunluklu imar izinleri verilmekte, emsal artışlarıyla kentler yoğunlaştırılmakta, mühendislik hizmetleri kağıt üzerinde kalmakta, yapı üretimi ve denetimi serbest piyasanın kuralsız kârlılık hesaplarına teslim edilmektedir.Kamu binalarının durumu da benzerdir. 530 bin civarında olduğu tahmin edilen kamu binalarının envanteri çıkarılamamıştır. Okullar, hastaneler, yurtlar, hizmet binaları, spor tesisleri ve diğer tüm kamu binalarının deprem güvenliği belirsizdir.Bütün bu olumsuzluklar sonucunda, her deprem mevcut yapı stokumuz içerisindeki bu riskli yapıları bulup tahrip etmektedir. Bu durumun insani, maddi ve çevresel kayıpları korkunç boyutlardadır.Yapılması gereken, mevcut yapı stokumuzdaki riskleri tespit edip yenilemek veya güçlendirmek ve ayrıca yeni bir yapılaşma düzeni getirmektir.Bir yapı, mülkiyeti ister devlette, ister gerçek kişilerde, isterse özel kuruluşlarda olsun, doğrudan toplumun güvenliğini, tarihini, kültürünü, konforunu, ekonomisini ve çevresini etkileyen bir varlıktır. Bu özelliklerinden dolayı yapılar bir kamusal varlıktır. İnşasına ve denetimine bu perspektifle bakılmalıdır.Sonuç olarak, 6 Şubat Depremleri coğrafyamızın tanık olduğu ilk büyük deprem olmadığı gibi, son da olmayacaktır. Ne zaman ve nerede büyük bir depremin meydana geleceği bilinmemekle birlikte, felakete dönüşmesini önlemek için ivedilikle hayata geçirilmesi gereken adımlar bellidir.
Değerli Basın Mensupları,Resmi verilere göre, 50 binden fazla insanımızın hayatını kaybettiği, yaklaşık 40 bin binanın yıkıldığı ve 200 binden fazla binanın ağır hasar gördüğü, 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki 6 Şubat 2023 depremlerinin üzerinden bir yıl geçti. Bu depremler, büyüklüğü, şiddeti, yıkıcılığı ve ivmeleri açısından yer bilimcilerin ve sismologların da beklentisini aşan, oldukça geniş bir coğrafyada etkili olan ve can ile mal kaybının bu derece büyük olduğu depremlerdir. Bu depremler, toplumsal bir travma olarak uzun yıllar etkisini sürdürecektir.Böylesine sarsıcı bir afetin ardından, bugüne kadar alınmamış tedbirlerin alınması, güvenli ve sağlıklı yapılaşma için bilim çevrelerinin ve meslek odalarının önerilerinin hayata geçirilmesi beklenir ve gereklidir. Ancak, geride kalan bir yıla dönüp baktığımızda, geleceğe umutla bakmamızı sağlayacak ciddi bir çalışmanın yapıldığını söylemek pek mümkün değildir.Şubat 2023 Depremleri, tarihimizin en büyük depremlerinden biridir. Bu kadar büyük ve yaygın depremler karşısında kayıpları sıfıra indirmek belki mümkün olmayabilirdi; ancak, ortaya çıkan yıkımın ve kayıpların bu derece dehşet verici seviyelerde olmasının önüne geçmek kesinlikle mümkündü. Dünyada her yıl ortalama olarak Richter ölçeğine göre 7.0 ve üzeri 19 deprem meydana gelmektedir. Ancak, bunların sadece bazılarının yıkıcı etkisi olmaktadır. Bu etki, depremin niteliğinden çok, gerçekleştiği bölgedeki yaşam alanlarının kırılganlığından kaynaklanmaktadır.Ülkemiz, yaşam alanlarının kırılganlığı açısından dünyadaki en olumsuz örneklerden birini teşkil etmektedir. Ortalama olarak her 1,5 yılda bir yıkıcı sonuçlar doğuran depremleri yaşamamıza rağmen, gerekli adımlar bir türlü atılmamaktadır. Marmara depremlerinden bu yana geçen 24 yıllık süre zarfında atılan adımlar, yapılması gerekenlerin yanında son derece yetersiz kalmıştır. Elazığ ve İzmir'de meydana gelen görece sınırlı depremlerde bile ortaya çıkan yıkımın boyutları, depreme hazırlık konusundaki zafiyetleri gözler önüne sermiş; ancak, Şubat 2023 Depremlerinin büyüklüğü bahane edilerek, yüz binlerce konutun yıkımı veya ağır hasarlı hale gelmesi ilahi takdirle izah edilmiştir.Afet sonrası yapılan arama-kurtarma, yardım ulaştırma, beslenme ve acil barınma ihtiyaçlarını karşılama çalışmalarında kamu gücünün yetersiz kaldığı, geçmiş depremlerden ders alınmadığı tüm kamuoyunun malumudur. Yurttaşlarımızın dayanışma bilinci ve gönüllü çalışmalarıyla depremin ilk etkilerinin üstesinden gelinmeye çalışılsa da, afet müdahalesinin devamındaki aşamalarda da kriz yönetilememiştir.Geçici yerleşim alanlarının kurulması, enkaz kaldırma işlemleri, ulaşım, elektrik, su, kanalizasyon ve haberleşme gibi altyapı hizmetlerinin, depremin üzerinden aylar geçmesine rağmen sağlanamamış olması; depremin en çok etkilediği Antakya başta olmak üzere deprem bölgesinde barınma, beslenme, sağlık, hijyen, içme suyu ve eğitim gibi en temel insani ihtiyaçlara yönelik sorunların hala devam ettiği görülmektedir. Yıkılmayı bekleyen ağır hasarlı yapılar, insan hayatını tehlikeye atmaya devam ederken, kontrolsüz bir şekilde yürütülen enkaz kaldırma işlemleri çevreye ve insan sağlığına zararlar vermekte, enkaz toplama alanları ise içme suyu kaynaklarını kirletme bakımından ciddi riskler oluşturmaktadır.Afet sonrasının ileriki çalışmalarının şeffaflık ve katılımcılık ilkeleri çerçevesinde yürütüldüğünü söylemek pek de mümkün değildir. Bir yandan şehirlerin yeniden kurulması, yeni yerleşim alanlarının oluşturulması, konut ve iş yerleri ihtiyacının karşılanması konularında seçim öncesi verilen taahhütlerin ötelendiği görülürken, diğer yandan yapılan çalışmaların da sağlıklı kentleşme ve güvenli yapılaşma açısından kaygı verici örnekler içerdiği görülmektedir.Ayrıca, siyasi iktidarın deprem sonrası kentlerin yeniden ayağa kaldırılması, hayatın normale döndürülmesi doğrultusunda 319 binini bir yıl içerisinde teslim etmek kaydıyla 650 bin konut yapılacağı yönündeki beyanlarının oldukça gerisinde kaldığı görülmektedir. Aşağıda, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının hasar tespit raporlarına ve TOKİ'nin resmi internet sitesinde yayınlanan bilgilere göre hazırlanan tablo yer almaktadır.Bu tabloya göre, orta ve hafif hasarlı yapılar hariç olmak üzere, deprem bölgesindeki 11 il kapsamında yıkılan veya yıkılacak olan (konut, iş yeri vb. dahil olmak üzere) toplam 674.416 bağımsız bölüm bulunmaktadır. Siyasi yetkililerin 650 bin konut yapılacağına dair ifadeleri bu ihtiyaca yöneliktir.Son bir yılda TOKİ tarafından ihalesi yapılmış konut miktarı ise toplamda 108.936 adettir. Bu ihalelerin toplam bedeli 203.973.988.559,00 Türk Lirasıdır. Bunlardan bir kısmının inşasına henüz başlanmamış olmakla birlikte, tamamlanma oranı %70'in üzerinde olan konut sayısı 25.119 adettir. Yani kısa vadede bitirilip teslim edilebilecek konut miktarı TOKİ verilerine göre 25 bin civarındadır. Bu durum, siyasilerin geçen yıl verdikleri sözlerin veya ortaya koydukları hedefin ancak %8'ine tekabül etmektedir.Kuşkusuz ki, kalıcı konutların bir an önce yapılıp teslim edilmesi, bölgede hayatın normale dönmesi açısından çok önemlidir. Ancak bu, yeterli değildir. Sorun, sadece insanların başını sokacakları bir çatıya sahip olmaları değil, aynı zamanda sağlıklı ve güvenli bir yuvaya sahip olmaktır. Bu, planlı ve denetimli bir yapılaşmayı gerektirir. Yer seçimi yanlışlıklarından, sorunlu imalatlara kadar pek çok konu, geçtiğimiz aylarda kamuoyunun dikkatini çekmiştir. Bu durum, denetim ve planlama hizmetlerinin yeterince yapılamadığı kuşkusunu doğurmaktadır.Bir yapının deprem karşısında ayakta kalması gerekli şarttır, ancak yeterli şart değildir. Bir yapı, mekanik ve elektrik tesisatlarından yalıtımlarına, kapısı-penceresinden mutfağına, çevre düzenlemesinden peyzajına kadar pek çok unsur ile sağlıklı bir yapı niteliğine bürünür. Bunlar için de nitelikli malzeme ve işçilik gerekir. Teslim edilecek her konut, eksiksiz ve nitelikli olarak bu unsurları içermek zorundadır.Her büyük depremde olduğu gibi, bu depremlerde de yaşanan yıkımın teknik nedenlerini altı ana başlıkta sıralayabiliriz: Zayıf Zemin Koşulları, Malzeme Zafiyetleri, Konstrüktif Zafiyetler, Yapı Düzensizliklerinin Yarattığı Hasarlar, Sonradan Yapılan Bilinçsiz Tadilat ve Müdahaleler, Yıpranmışlık ve Bakımsızlıktır. Bu sebeplerin birden fazlasının bir araya gelmesi, hasar ve yıkım oranlarını artırmaktadır.Ancak, her depremde aynı sebeplerden dolayı can kayıpları ve yıkım ortaya çıkıyorsa, bu, tüm bu teknik sorunların üstünde sistemsel zafiyetler olduğunu ve siyasi iradenin bu sorumluluğu üstlenmekten ısrarla kaçındığını gösterir. Sorumluluktan kaçınmak bir yana, yapılaşma sistemini ve kültürünü değiştirmek için hiçbir anlamlı adım atılmamaktadır.Ülkemizin on milyonluk yapı stokunda önemli oranda riskli yapı bulunmakta ve bu durum, yıllardır bilinip söylenmektedir. İlave olarak, birkaç yılda bir çıkarılan imar aflarıyla riskli yapı stoku daha da şişirilmektedir. Ayrıca, her yıl 100 bin civarında yeni yapı inşa edilmektedir. Yeni yapılan bu yapıların sağlıklı ve güvenli olduğu konusunda hala derin kuşkular vardır. Çünkü tarımsal alanlara ve zemini sorunlu bölgelere yüksek katlı ve yüksek yoğunluklu imar izinleri verilmekte, emsal artışlarıyla kentler yoğunlaştırılmakta, mühendislik hizmetleri kağıt üzerinde kalmakta, yapı üretimi ve denetimi serbest piyasanın kuralsız kârlılık hesaplarına teslim edilmektedir.Kamu binalarının durumu da benzerdir. 530 bin civarında olduğu tahmin edilen kamu binalarının envanteri çıkarılamamıştır. Okullar, hastaneler, yurtlar, hizmet binaları, spor tesisleri ve diğer tüm kamu binalarının deprem güvenliği belirsizdir.Bütün bu olumsuzluklar sonucunda, her deprem mevcut yapı stokumuz içerisindeki bu riskli yapıları bulup tahrip etmektedir. Bu durumun insani, maddi ve çevresel kayıpları korkunç boyutlardadır.Yapılması gereken, mevcut yapı stokumuzdaki riskleri tespit edip yenilemek veya güçlendirmek ve ayrıca yeni bir yapılaşma düzeni getirmektir.Bir yapı, mülkiyeti ister devlette, ister gerçek kişilerde, isterse özel kuruluşlarda olsun, doğrudan toplumun güvenliğini, tarihini, kültürünü, konforunu, ekonomisini ve çevresini etkileyen bir varlıktır. Bu özelliklerinden dolayı yapılar bir kamusal varlıktır. İnşasına ve denetimine bu perspektifle bakılmalıdır.Sonuç olarak, 6 Şubat Depremleri coğrafyamızın tanık olduğu ilk büyük deprem olmadığı gibi, son da olmayacaktır. Ne zaman ve nerede büyük bir depremin meydana geleceği bilinmemekle birlikte, felakete dönüşmesini önlemek için ivedilikle hayata geçirilmesi gereken adımlar bellidir.
- Sağlam, kararlı ve istikrarlı bir siyasi irade ile, kamunun ihtiyaç ve menfaatlerini gözeten, meselelere bütüncül ve bilimsel bakabilen politik bir anlayışa ihtiyaç vardır.
- Afetlere hazırlık, kaynak ve zaman gerektiren uzun soluklu çalışmalardır. Bu sebeple, gerek merkezi gerekse yerel yöneticilerin, yasal düzenlemeler yapması, kaynakların doğru ve yerinde kullanımı için önlemler alması, aksine davranışların hukuki ve cezai yaptırımlara tabi tutulması gerekmektedir.
- Rant odaklı imar düzeni ile yapılaşmada kuralsızlığın ve cezasızlığın hakim olması, kaçak yapılaşmanın önünü açmakta ve imar aflarını zorunlu hale getirmektedir. İmarda kural, kuraldır ve merkezi ya da yerel siyasi/iktisadi aktörlerin çıkarlarına göre delinmemelidir.
- Ülkedeki riskli yapı stoku belirlenmeli, yapı envanteri çıkarılarak belirli bir risk sırası ile tüm binaların deprem güvenliğinin belirlenmesi zorunlu hale getirilmelidir.
- Kentsel dönüşümde kamu yararı gözetilmeli, rant odaklı kentsel dönüşüm anlayışı terk edilmelidir. Dönüşüm, sosyal, ekonomik ve mekânsal gelişmenin bir bütünü olarak ele alınmalıdır.
- Yetkin mühendislik uygulaması muhakkak hayata geçirilmelidir. Meslek kuruluşlarının sorumluluğunda, yetkin mühendislik uygulamasına geçilmelidir.
- Mevcut Yapı Denetim Yasası'nın öngördüğü, ticari yanı ağır basan yapı denetim şirketi modeli yerine, mesleğinde yetkin yapı denetçilerinin faaliyetlerine dayalı, meslek odalarının sürece etkin katılımını sağlayacak yeni bir model hayata geçirilmelidir.