Galip Erdem, Dündar Taşer’in ülkücülüğünün, sadece bilinçli bir milliyetçilik olmadığını, aynı zamanda dönemin en seçkin örneklerinden biri olduğunu ifade ediyor. Taşer’in milliyetçiliği, hem fikir hem de memleket için bir kurtuluş yolu olarak gördüğünü ve yaşamın anlamını bu idealle tanıdığını belirtiyor. 1960’lardan itibaren siyasi çalışmalara katılmış olmasına rağmen, kısa sürede önemli bir konuma geldiğini, bu başarının da dünyevi hesaplardan uzak duran ülkücülüğünden kaynaklandığını vurguluyor.
Ülkücülüğün Gerektirdiği ÖzelliklerErdem, ülkücülüğün başlıca şartının, kişinin kendisi için hiçbir şey istememesi ve millet dostlarına sahip olduklarının hepsini düşünmeden vermesi olduğunu ifade ediyor. Taşer’in bu ilkeleri yaşadığına ve her zaman vermeyi, paylaşmayı ilke edindiğine dikkat çekiyor. Zekâsını, sevgisini ve bilgisini cömertçe dağıttığını, büyük hedeflere yönelmenin seçkin kişiler elinde gerçekleşeceğini belirtiyor.Siyasi İdealler ve Hayal Kırıklıkları
Yazıda, Taşer’in 27 Mayıs’la ilgili yaşadığı hayal kırıklıkları ve siyaset dünyasındaki ilk uyanışı da ele alınıyor. Taşer’in, Anayasa değişikliği ile büyük bir ilerleme sağlanabileceği düşüncesini paylaştığı, ancak bu düşüncenin çöküşünü yaşadığını anlatıyor. Taşer’in, hukuk ve devlet anlayışının köklü prensiplere dayandığını, modern Anayasa değişikliklerinin bu anlayışla örtüşmediğini ifade ettiğini aktarıyor.Galip Erdem, Dündar Taşer’in “Türkmen Ağası”nın mert seciyesi ve sahici bir ülkücülük örneği olduğunu belirterek, Taşer’in yaşamını ve ideallerini takdirle anıyor. Taşer’in, her zaman doğru bildiği yolda ilerlediğini ve bu özelliğinin ona büyük bir saygı kazandırdığını vurguluyor.