Zira özlemiştik Onu… Ocaklı"lar, suçlamaz, ağlamaz, satmaz ve satılmazdı…
Tarih: 9 Nisan 1985, Başbuğsuz geçen bunaltıcı yılların artık sonundayız. Dışkapı Mevki Hastanesinin önünde saatlerdir Başbuğu bekliyoruz. Biz ana kapıda bekleyeduralım Başbuğ arka kapıdan çıkarılıyor ve gazetecilere takılıp, Oran'a doğru fırlıyoruz.
Hasret yolcuları, merdivenin sağından çıkıp solundan iniyor; salonun iç kısmında Başbuğ tek başına oturmuş; tebrikleri, geçmiş olsun dileklerini kabul ediyor. Biz de sıraya giriyoruz.
Sırada ilerlerken onunla empati kurmaya çalıştım. Acaba Başbuğ, emek verdiği, yetiştirdiği Bozkurtların ne kadarını bekliyor?. Bu kadarı için ne düşünüyor.
Çabamız işe yaramış mıydı, yola devam edecek miydik? Daha iyi bir tablo mu bekliyordu. Yoksa bu kadarı bile sürpriz miydi? Bozkurtların ne kadarı gelmişti, ne kadarı gelecekti ve kafasında tasarladığı yeni mücadeleye kaç kişi katılacaktı. Başbuğun aklından bunlar geçiyor olmalıydı. Ülkücülük davası bitmezdi. Bize bunu O söylemişti.
Biz orada o akşam, yıllar önce zulümlerle işkencelerle çalınan o zafer umudunu arıyor gibiydik.
Sonunda O'nu gördüm. "Baba Bozkurt" salonda "yavrularını" bekliyordu. Yüzü bembeyaz, sakin ve nurluydu. Alnının tam ortasına kırmızı bir leke vardı. Heyecandan önce bir anlam veremedim. Sonra "adaklık kurbanın kanını sürmüş olmalılar" diye düşündüm.
Sanki günlerce prova yapmış bir merasim bölüğü gibiydik. En ufak bir itiş kakış yoktu. Odada saygı ve disiplin sessizliği, havada başbuğ kokusu vardı. Her saniye beni adım adım ona yaklaştırıyordu. Başbuğu o kadar özlemiştik ki ve herkes bu özlemi o kadar iyi anlıyordu ki; hiç kimse önünde iki saniyeden fazla durmuyor, arkasındakini bekletmiyordu.
Sıra bana geldiğinde daha eline doğru eğilirken konuşmaya başladım. "Allah sizi başımızdan eksik etmesin efendim." dedim. Usulde gençlerin konuşması yoktu belki de…
Ses tonumda ve beynimde dertlenme, hasret, şikayet, dua hepsi birbirine karışmıştı. "Teşekkür ederim evladım" dedi. Rahatladım. Onun da beni sevdiğini biliyordum. Çünkü inat etmiş, küsmemiş, yılmamış, kırılmamış, 5 yıl boyunca görevimi eksiksiz yapmıştım.
Bu sözü laf olsun diye de söylememiştim. Başımızda olmadığı yıllar, gerçekten de çok sıkıntılı geçmişti. Koskoca Ülkücülük davası, üç-beş liyakatsizin eline düşmek üzereydi. Ocaklılar açıktan teşkilatlanamıyor, 1982 itibariyle "Dergiler" vasıtasıyla bir şeyler yapmaya çalışıyordu.
Biz o yıllarda devletsiz kalmış Türkler gibiydik. Ocak'sız, Başbuğ'suz ve partisiz yıllarda, başbuğ Mamak'tan çıkmadan önce teşkilatı ayakta tutan, kopma ve kırılma belasını def etmek için en büyük uğraşları verenleri sorarsanız cevap bir avuç Ocaklıdır. Başbuğun "Ocaklılar yetişin" komutunu eksiksiz yerine getiren bir avuç yiğit…
Yalnız ve sahipsizdik. Yürürken muhabbet arasında birbirimize: "Üşürüz, zindan soğuk üşürüz... Hele başım bir çıksın o zaman görüşürüz!" beyitini hatırlatıp avunuyorduk.
Bilmeyenler için bir hatırlatma: Teşkilatın gençlerin eline kaldığı bu yıllarda Devlet Bahçeli ismi, bu tabloyu aydınlatan bir ümit olarak gibi öne çıkmıştır. "Devlet Hoca" kapısına dersten geleni de geri çevirmiyor, dertten geleni de köyden geleni de ayakta karşılıyordu. O dönem, güvenlik soruşturması "temiz" çıkan Ülkücülerin bu tür özel tavassutlarla en çok istihdam edildiği yıllardı.
Bu vesileyle Ülkücü kadrolara muhtaç ANAP'la, her türlü iktidar silahını MHP'ye karşı kullanmak isteyen AKP'yi birbirine karıştıran eski Ülkücüleri, bugünün kıyımcı ve gizli ajandalı AKP'si karşısında bir kez daha uyarmış olalım. "Üç parmaklı" AKP misyon ve vizyon itibariyle asla "dört ayaklı" ANAP'a benzetilemez.
Bana göre Başbuğ'un en önemli vasiyeti, "Ocaklılar Yetişin" komutudur. Çünkü davanın dilinden anlamadan, ocak ruhunu kuşanmadan MHP'de doğru düzgün siyaset yapılamaz!
Başbuğ'un cenazesine Gölcük teşkilatının kiraladığı, kaloriferi bozuk otobüsle ve mevsime uyup, su çeken bir ayakkabıyla katılmıştım. O gün 36 yaşındaydım. Bugün de 53 yaşında bir gencim.
4 Nisan 1997 acısını, şimdi gurur veren bir eğitime çeviren bu sıtmalı yolculuk çilesi benim Başbuğumdan aldığım son derstir. Beni en az yirmi yaş gençleştiren bu son dersinde Başbuğ yine, "Ocaklılar yetişin!" diyordu. "Bayrağı yere düşürmeyin; onu lekeletmeyin!.."
Rahat uyu başbuğum biz Ülkücüyüz, Ocaklıyız, ölene kadar da MHP'liyiz...
Senin tarihteki yerini ve vasiyetinin değerini bilenlerdeniz.
Şükrü Alnıaçık