İstihbaratın altın kurallarından biri;
Gerçekleşen bir terörist faaliyetin neticesinde olaydan kim faydalanıyor ve kimin işine geliyorsa, fail odur.
Olay sonrasında eylemci veya eylemciler, ele geçirilemiyorsa veya ölü ele geçiriliyorsa, fail derin devlettir.
Aksi durumlar olmaz mı? Olmaz.
Oturup uzun uzadıya bir savcının katledilmesini irdelemeyeceğim.
Bir emniyet teşkilatı ve bir istihbarat teşkilatı düşünün ki, adı sanı, boyu posu, fotoğrafı, kamera görüntüsü ellerinde olduğu halde bir teröristi (Elif Sultan Kalsen) aylarca arasın ve bulamasın.
Her yerde aranan terörist, düğün evi basar gibi elinde kalaşnikof, emniyetin kapısına dayansın.
İki olayın birbiri ile bağlantısı var mı derseniz, emniyet baskınında “daha ölmedik” mesajı var.
Asıl yazmak istediğim istihbaratımızın içler acısı hali.
Dönemin başbakanı tarafından 2007 yılında “istihbarat havuzu” dillendirilmeye başlanmıştı. Öncelikli hedef, yurtiçinde yani devletin kendi kurumları arasında istihbarat havuzu oluşturmaktı.
Bu kapsamda askeri istihbarat birlikleri MİT’e devredilmeye başlandı. Protokolün imzalandığı tarihin (Kasım-2011) akabinde Uludere’de 35 kişinin öldürüldüğü olay yaşandı. Sistemin işlemeyeceğine ait ilk sinyaller alınmak istemedi.
Genelkurmayda, dış istihbarat konusunda uzman, hedef ülkenin diline vakıf personel çil yavrusu gibi dağıtıldı. Yerine MİT personeli atandı. Atanan personel sayısı yetersiz ve yetersiz sayıdaki personel de işin uzmanı değildi.
Silahlı kuvvetler için kabul edilemez sanılan durum ne yazık ki, komuta kademesi tarafından bir şekilde kabul edildi.
Emniyet için aynı durum söz konusu olamazdı ve olmadı.
Olayın devamında 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları patladı. Emniyetin içerisinde uzman personel kalmayana dek tutuklamalar devam etti.
Önce tutuklanan daha sonra meslekten atılan bir emniyet istihbaratçısı, evinde yemek yerken bilgisayarındaki sadece gözleri görünen bir fotoğraftan eylemcinin kim olduğunu söylerken, rehine krizinin başladığı ilk saat içerisinde polisten önce kapı önüne kadar gazetecilerin gelmesinden durumumuzu anlayın.
Defalarca RF-4E uçaklarımızın, ortak sularda sınır ülkeye ait füze bataryalarından kilit aldığını tahmin etmeniz zor değildir. Askeri istihbarat (dış istihbarat) MİT’e devrolduktan sonra tarihinde ilk kez bir keşif uçağımızın düşürülmesi sadece ve sadece iş bilmezliktir.
Gerçekleşen bir terörist faaliyetin neticesinde olaydan kim faydalanıyor ve kimin işine geliyorsa, fail odur.
Olay sonrasında eylemci veya eylemciler, ele geçirilemiyorsa veya ölü ele geçiriliyorsa, fail derin devlettir.
Aksi durumlar olmaz mı? Olmaz.
Oturup uzun uzadıya bir savcının katledilmesini irdelemeyeceğim.
Bir emniyet teşkilatı ve bir istihbarat teşkilatı düşünün ki, adı sanı, boyu posu, fotoğrafı, kamera görüntüsü ellerinde olduğu halde bir teröristi (Elif Sultan Kalsen) aylarca arasın ve bulamasın.
Her yerde aranan terörist, düğün evi basar gibi elinde kalaşnikof, emniyetin kapısına dayansın.
İki olayın birbiri ile bağlantısı var mı derseniz, emniyet baskınında “daha ölmedik” mesajı var.
Asıl yazmak istediğim istihbaratımızın içler acısı hali.
Dönemin başbakanı tarafından 2007 yılında “istihbarat havuzu” dillendirilmeye başlanmıştı. Öncelikli hedef, yurtiçinde yani devletin kendi kurumları arasında istihbarat havuzu oluşturmaktı.
Bu kapsamda askeri istihbarat birlikleri MİT’e devredilmeye başlandı. Protokolün imzalandığı tarihin (Kasım-2011) akabinde Uludere’de 35 kişinin öldürüldüğü olay yaşandı. Sistemin işlemeyeceğine ait ilk sinyaller alınmak istemedi.
Genelkurmayda, dış istihbarat konusunda uzman, hedef ülkenin diline vakıf personel çil yavrusu gibi dağıtıldı. Yerine MİT personeli atandı. Atanan personel sayısı yetersiz ve yetersiz sayıdaki personel de işin uzmanı değildi.
Silahlı kuvvetler için kabul edilemez sanılan durum ne yazık ki, komuta kademesi tarafından bir şekilde kabul edildi.
Emniyet için aynı durum söz konusu olamazdı ve olmadı.
Olayın devamında 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları patladı. Emniyetin içerisinde uzman personel kalmayana dek tutuklamalar devam etti.
Önce tutuklanan daha sonra meslekten atılan bir emniyet istihbaratçısı, evinde yemek yerken bilgisayarındaki sadece gözleri görünen bir fotoğraftan eylemcinin kim olduğunu söylerken, rehine krizinin başladığı ilk saat içerisinde polisten önce kapı önüne kadar gazetecilerin gelmesinden durumumuzu anlayın.
Defalarca RF-4E uçaklarımızın, ortak sularda sınır ülkeye ait füze bataryalarından kilit aldığını tahmin etmeniz zor değildir. Askeri istihbarat (dış istihbarat) MİT’e devrolduktan sonra tarihinde ilk kez bir keşif uçağımızın düşürülmesi sadece ve sadece iş bilmezliktir.