At, devamlı olarak uçurumun başında oynaşıp otlamaktayken eşek feryat edip yalvarmaktadır:
-Yapma, düşer ölürsün…
At, şımarıklık yaptıkça eşeğin feryadı dayanılmaz bir hâl alır.
Sorarlar:
-Sana ne?
At düşüp ölürse, sana ne?
-Ben ata acımayı unuttum artık. Çünkü uyarımı yaptım. Benim derdim, onun yükünü de bana taşıttırırlarsa diyedir…
Ülkücüler, milletimizin irkilme gücü, erken uyarı sistemidir.
Olabilecek milli tehlikeleri en önce görme basiretleri yüzünden her defasında bütün tehlikeleri üzerlerine çekerler.
Onlar milletimizin yıldırımsavarlarıdır.
Oynak atların sorumsuzluklarının en ağır faturasını ödemek ülkücülerin kaderidir.
Bu Besmele’li hainlerin en çok yaraladığı, çeşitli fitnelerle içini boşaltma, içten kemirme ihaneti gerçekleştirdiği tek kurumsal yapı MHP ve Ülkücü kuruluşlardır.
Özellikle fakir ve duyarsız ailelerin evlatlarını üniversite döneminde ev ortamında programlı bir şekilde işlemişler, yurt dışında mastır, doktora yapmaları kolaylaştırılmıştır.
Bu gençlerin pek çoğu emeklerini o ülkelere vermektedir. Geri dönenler gönüllü dönmemiş, yakınlarıyla bağları henüz kopmadığı için ayakları çekmiştir. Fırsat bulsalar, azıcık daralsalar yaban ellerin kapılarına çöreklenecek olanları az değildir. Çünkü mücadele etme yerine birilerinin önlerini açmasına, el ve akıl vermesine alıştırılmışlardır…
Üst akılları ile irtibatları kesilince sudan çıkmış balığa dönecekleri gün gibi aşikârdır.
Son yıllarda atanan M.E. Müdürleri eliyle Seviye Belirleme Sınavları yapılmış, cevap kâğıtlarına öğrencinin ev ve veli telefonları yazdırılmış, başarılı çocuklarımızın daha orta öğretim çağında dershaneler, abi, abla evlerinde beyinleri yıkanarak suça, ihanete hazırlanmaları sağlanmıştır. Bu gençlerin pek çoğu ülküdaşlarımızın veya ülkesine candan bağlı ailelerin hepsi çok zeki çocuklarıdır.
Birer alperen olarak yetişmesi gerekirken evlatlarımız menfaatçi (bencil), akıl yormayan, seçimlerde nereye oy atacakları kulağına üflenen zavallılar, kendisine önerilen yayın organlarından başkasını okumayan tasmasız köleler topluluğu olarak paketlenmişlerdir.
Okyanus ötesinde ambalajı sarılmış hazır fikirleri “hap” gibi kullanan, tarihine küskün, milletinin geçmişinin övünülecek bir yanını bulamayan, Atatürk başta olmak üzere milli kahramanları değersizleştirmeyi iş edinen, akıl yürütme yerine yukarıdan dikte edilen aklı kullanan robotlar olarak yetiştirilmişlerdir.
Bu, milli cinnet ve cinayette kademe kademe hepimizin suçu vardır.
Son dönemdeki feryatlarımızı, “eşeğin ata ikazı” gibi gören muktedirler yüzünden iş çığırından çıkmış, sonunda “Kralın çıplak olduğu” kabak gibi görünmüştür. Tutuklanan, henüz tutuklanmamış ve yurt dışına kaçan, görevden alınan insanların pek çoğu bizim aymazlıklarımız, duymazlık ve görmezliklerimizin siyaset zayiatıdır.
Bilmem şu ana kadar kaç kişi intihar etmiş, kahretmiş, yakınlarının yüzüne bakamayacak duruma düşmüştür.
Yazıktır. Ana babaların, eş ve çocukların aldığı yaralar nasıl tedavi edilecektir. “Biz söylemedik mi” diye haklılığımızı bağırıp kenara çekilemeyiz.
At, şımarıklığının cezasını sakatlanarak çekmektedir zaten… “Ne istedilerse verenlerin” dümen suyuna girmeden, acımızı içimize atarak el ele verme zamanıdır.
Bu yaralar mutlaka sarılacaktır ama her zaman olduğu gibi en çok ülkücüler yorulacaktır.
Abdullah Dede
-Yapma, düşer ölürsün…
At, şımarıklık yaptıkça eşeğin feryadı dayanılmaz bir hâl alır.
Sorarlar:
-Sana ne?
At düşüp ölürse, sana ne?
-Ben ata acımayı unuttum artık. Çünkü uyarımı yaptım. Benim derdim, onun yükünü de bana taşıttırırlarsa diyedir…
Ülkücüler, milletimizin irkilme gücü, erken uyarı sistemidir.
Olabilecek milli tehlikeleri en önce görme basiretleri yüzünden her defasında bütün tehlikeleri üzerlerine çekerler.
Onlar milletimizin yıldırımsavarlarıdır.
Oynak atların sorumsuzluklarının en ağır faturasını ödemek ülkücülerin kaderidir.
Bu Besmele’li hainlerin en çok yaraladığı, çeşitli fitnelerle içini boşaltma, içten kemirme ihaneti gerçekleştirdiği tek kurumsal yapı MHP ve Ülkücü kuruluşlardır.
Özellikle fakir ve duyarsız ailelerin evlatlarını üniversite döneminde ev ortamında programlı bir şekilde işlemişler, yurt dışında mastır, doktora yapmaları kolaylaştırılmıştır.
Bu gençlerin pek çoğu emeklerini o ülkelere vermektedir. Geri dönenler gönüllü dönmemiş, yakınlarıyla bağları henüz kopmadığı için ayakları çekmiştir. Fırsat bulsalar, azıcık daralsalar yaban ellerin kapılarına çöreklenecek olanları az değildir. Çünkü mücadele etme yerine birilerinin önlerini açmasına, el ve akıl vermesine alıştırılmışlardır…
Üst akılları ile irtibatları kesilince sudan çıkmış balığa dönecekleri gün gibi aşikârdır.
Son yıllarda atanan M.E. Müdürleri eliyle Seviye Belirleme Sınavları yapılmış, cevap kâğıtlarına öğrencinin ev ve veli telefonları yazdırılmış, başarılı çocuklarımızın daha orta öğretim çağında dershaneler, abi, abla evlerinde beyinleri yıkanarak suça, ihanete hazırlanmaları sağlanmıştır. Bu gençlerin pek çoğu ülküdaşlarımızın veya ülkesine candan bağlı ailelerin hepsi çok zeki çocuklarıdır.
Birer alperen olarak yetişmesi gerekirken evlatlarımız menfaatçi (bencil), akıl yormayan, seçimlerde nereye oy atacakları kulağına üflenen zavallılar, kendisine önerilen yayın organlarından başkasını okumayan tasmasız köleler topluluğu olarak paketlenmişlerdir.
Okyanus ötesinde ambalajı sarılmış hazır fikirleri “hap” gibi kullanan, tarihine küskün, milletinin geçmişinin övünülecek bir yanını bulamayan, Atatürk başta olmak üzere milli kahramanları değersizleştirmeyi iş edinen, akıl yürütme yerine yukarıdan dikte edilen aklı kullanan robotlar olarak yetiştirilmişlerdir.
Bu, milli cinnet ve cinayette kademe kademe hepimizin suçu vardır.
Son dönemdeki feryatlarımızı, “eşeğin ata ikazı” gibi gören muktedirler yüzünden iş çığırından çıkmış, sonunda “Kralın çıplak olduğu” kabak gibi görünmüştür. Tutuklanan, henüz tutuklanmamış ve yurt dışına kaçan, görevden alınan insanların pek çoğu bizim aymazlıklarımız, duymazlık ve görmezliklerimizin siyaset zayiatıdır.
Bilmem şu ana kadar kaç kişi intihar etmiş, kahretmiş, yakınlarının yüzüne bakamayacak duruma düşmüştür.
Yazıktır. Ana babaların, eş ve çocukların aldığı yaralar nasıl tedavi edilecektir. “Biz söylemedik mi” diye haklılığımızı bağırıp kenara çekilemeyiz.
At, şımarıklığının cezasını sakatlanarak çekmektedir zaten… “Ne istedilerse verenlerin” dümen suyuna girmeden, acımızı içimize atarak el ele verme zamanıdır.
Bu yaralar mutlaka sarılacaktır ama her zaman olduğu gibi en çok ülkücüler yorulacaktır.
Abdullah Dede