Dua, kulun Yüce Allah’a samimiyetle yönelerek dilekte bulunması, bela- musibet ve günahlarından affını dilemesidir. Yeryüzünde her şey ve tüm nimetler insan için yaratılmış ve onun hizmetine sunulmuştur. Bu durum karşısında insana düşen görev, akıl ve iradesini kullanarak yaratılış gayesine uygun davranmak, yaratanını tanımak ve Ona Kulluk etmektir. Nitekim ayette,“Ey Muhammed, De ki, Kulluğunuz ve Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin…”(Fürgan, 77) buyrulmaktadır. Ayette Allah, iman eden kullarına vaat edilen büyük mükâfatlara zıt olarak, inanmayanlara yapılan bu uyarıda şöyle denmektedir. Eğer yardım ve himaye için Allah’a dua etmez ve Ona ibadette bulunmazsanız, Allah katında hiçbir şekilde değer verilmeyeceği ifade edilmiştir. Çünkü kul, Allah’ı tanımaz ve Ona dua etmezse, diğer varlıklarla arasında hiçbir fark kalmamış demektir.
Dua etme ihtiyacında olan insan olduğundan, o kendisini yaratan, yaşatan, rızık veren Allah’a dua ve ibadet görevini yerine getirmekle sorumludur. İnsan kendisine emredilen bu görevi yerine getirmezse, Allah’ın kendisine verdiği sayısız nimetine karşı nankörlük etmiş olur. bu yönüyle insan için en büyük suç, ister sözleriyle, ister eylemleriyle olsun, onun kendi benliğini, gerçek insanlığını ve geçek insanlık değer ve onurunu kazandıracak temel kaynak olan Allah’ın dinini asılsız saymasıdır. O yoldan çıkmışlığını sürdürdükçe, dünya ve ahrette türlü şekilde cezalandırılmaktan yakasını kurtaramayacaktır. Ayetin bir diğer uyarısı da budur. Burada insanın ancak Allah’a yönelişiyle, Onun katında değer kazanabileceği ifade edilmiştir. Çünkü aciz bir kul olan insan, üstesinden gelemeyecek tehlike ve felaketlerle her zaman karşı karşıya bulunmaktadır. Bu durumda akıllı insanın yapacağı tek seçenek, güçsüzlük ve çaresizliğini kabul edip, boyun bükerek Allah’tan yardım dilemek, dua etmektir. Dua, inanan inanmayan her insanın bela ve musibetlere karşı inanç anlayışlarına göre tek manevi silahıdır.
Kendisinin Ateist olduğunu ifade eden tanınmış bir köşe yazarı, beyin ameliyatı geçirdiğini hasta yatağında, yardım dileyeceği manevi bir güç aradığını, sonuçta bu gücün tek yaratıcı Allah olduğunu keşfettiği. Sıhhatine kavuşursa keşfettiği Allah’ın rızası için kurban kesip fakirlere dağıtacağını. Dileği kabul olup sıhhatine kavuşmasının ardından adağını yerine getirirken, şöyle dua ettiğini yazıyor. “Allah’ım, bir daha bana geçmişteki inancımı yaşatma ve böyle kötü gün gösterme. Bizi de dostlarının arasına al, bizi koru, aileme kötü günler yaşatma. Hayırda, şerde senden Allah’ım…”(3 Ocak, 2005. Zaman) Bu ifadeler ismini vermediğimiz şahsın köşesinde kullanılmıştır. Görüldüğü gibi, bir ateistin bile çaresiz kaldığı bir durumda medet umduğu tek yüce güç olan Allah’a dönüşüdür.
Burada asıl olan, aciz bir kul olan insan’ın, Allah tarafından kendisine verilen akıl nimeti ve iradesiyle, inanç ve eylemlerini seçme ve gerçekleştirmedeki özgürlüğünü, yaratılışındaki amaca aykırı hareket etmemesidir. Verilen örnekte görüldüğü üzere, en son dönüşün Allah’a olacağı, inanan inanmayan herkes tarafından kabul edildiği gerçeğinden hareketle, o ister sözleri, ister davranışlarıyla olsun kendi benliği ve gerçek onurunu kazandıracak olan Allah’ı tanıması ve ona kul olmasıdır.
Allah Kur’anın çeşitli ayetlerinde, kullarına dua etmelerini, kendisine samimiyetle yapılan duayı kabul edeceğini ve onu isteklerine ulaştıracağı, işlediği günahlarını da bağışlayacağı müjdesini verir. ( Bakara, 186. Araf, 55) Olgun ve aklı başında insanlığın şartı Yaratanı tanımak, Onunla dua yoluyla irtibat kurmaktır. Çünkü ibadetin bir şekli ve çeşidi de duadır. Gelmiş geçmiş bütün günahlarının affedilmesine rağmen sevgili peygamber’imiz, her ortamda, yatarken, kalkerken, evden çıkarken, mescide giderken, bir işe başlarken, yeni bir elbise giyerken, bineğe binerken, gökyüzüne bakarken, her konum ve ortamda kulluğun zirvesi olarak Allah’a dua etmekten geri kalmamıştır.