Mustafa Kemal Atatürk’ü kendisinden sonra gelen liderlerden ayıran en önemli unsur, kanaatimce yenilikçiliğidir.
I.Dünya Savaşının acıları içinde pişmiş bir bünye ile yeni kurulacak Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün elinde gayet organize bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bizler Atatürk devrimlerini ekonomik kalkınma planlarından önce Hukuki devrimlerle tanımalıyız. İşin gerçeği budur, yeni anayasa, seçme seçilme hakkı gibi birçok yenilik hukuk anlamında atılmış cesur adımlardır. Savaşın hukuksuzluğu, acı ve gözyaşı, savaş sonrasının hukuk düzenini kurma yolunda Atatürk’e yardımcı olmuştur.
II. Dünya Savaşını’na girmemekle belki yeni bir savaşın ağır darbelerini yemekten kurtulmuş olduk ama savaşın acı tecrübelerinden istifade imkânımız da olmadı. Atatürk’ten sonra gelen liderlerin fikri açıdan bir ürün ortaya koyamamasını ancak bu şekilde yorumlayabiliriz. Atatürk’ten sonra gelişen siyaset, sistem üzerinden değil liderler üzerinden yürüdü. Merhum Alparslan Türkeş (Dokuz Işık) ve merhum Necmettin Erbakan’ı (Milli Görüş) saymazsak, doktrin anlamında Demirel, Ecevit, Özal, Çiller ve Mesut Yılmaz’ı sadece ismen hatıralarımızda yer almaktadır.
Almanya, Fransa, Belçika, İngiltere, İrlanda, İtalya, Portekiz, Romanya ve Yunanistan, deyim yerinde ise I. Dünya Savaşı’nın dayağını Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte yiyen, günümüz Avrupa Birliği üyesi ülkelerdir.
II. Dünya savaşında ise bugünün Avrupa Birliği üyesi olan Almanya, İngiltere, İtalya, Romanya, Fransa, Bulgaristan, Finlandiya, Polonya, Slovakya, Yunanistan, Norveç, Hollanda, Belçika, Yugoslavya’nın dağılmasından ortaya çıkan ülkeler, 6-7 yıl süren ağır savaşın dayağını tekrar yediler.
Çiçero’nun da dediği gibi “savaş, barış için yapılır.” Günümüz Avrupa Birliği üye ülkeleri II. Dünya Savaşı’nın üzerinden henüz on yıl geçmesine rağmen yaşadıkları travmadan kurtulup bir daha savaş yaşamamak için iç ve dış barışı tesis yolunda birçok hukuki yeniliğe adım atmışlardır. Bugün Avrupa’da oturmuş olan hukuk sistemi, iki dünya savaşının kazanımından başka bir şey değildir ve takdire şayandır.
Atatürk “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” felsefesini çok önceden sağlam zemine oturtmuştu.
Atatürk’ün çizdiği ilkeyi, slogandan öteye taşıyamadığımızı, iç ve dış birçok olayla ne yazık ki gördük. Pkk terörü, 60 ve 80 darbeleri, Irak ve Suriye topraklarındaki mücadelelerimiz, Ermeni sorunu, sayılabilecek başlıca meselelerdir ve hala kanayan yaradır.
En basit anlatımla örneklendirelim;
Kolumuzda yüzyıllık bir markaya ait saat taşıdığınızı düşünün ve saniye şaşmamasını, görüntüdeki akrep ve yelkovana bakarak dillendirin. Ama saatin içerisindeki çarklardan ve yaylardan yani sistemden bihaber yaşayın.
Bizler sürekli görüntüdeki liderler üzerinden yürürken, Avrupalılar, üç dört dönem önceki başbakanın adını dahi hatırlamadan sistem üzerinden yaşıyorlar.
Oturmayan sistem, adı unutulmayan liderler yaratırken, Avrupa sistemini oturtmuş fakat lider peşinde koşmamıştır.
Avrupa birliğini, özellikle Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz gibi liderlerle sadece ve sadece parasal anlamda tanıyabildik. Hukuksal anlamda ilk çalışmalar Milenyumdan sonra atılan adımlarla ortaya çıktı. Çalışmaların neticesini 2004 yılında alarak, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından, siyasi denetim dışına çıkarılarak ödüllendirildik.
Birkaç gün önce AKPM’nin aldığı bir kararla bir ilk yaşandı ve Türkiye 2004 yılı öncesindeki çizgiye çekilerek tekrar “siyasi denetim altına alma” kararı verdi.
Gün, “krizi fırsata çevirme” günüdür.
Kabulü zor görünse bile süreci iyi değerlendirmek ve olayı iç siyaset malzemesi yapma hatasına düşmeden yola devam etmeliyiz.
Alınan karardaki haklılık payı üzerinden yola çıkılarak, 2004 yılına dönüp yapılması gerekenler üzerine bilimsel anlamda çalışma yürütmeliyiz.
O yıllara ait zihnimde kalan olayları hatırlamaya çalıştığımda; belediye başkanlarımızın, hangi dine mensup olduğuna bakmadan, ister kilise ister sinagogdan kalksın her cenaze töreninde hazır bulunup siyasi hayatın birleştiricilik esasına dayandırılarak yürütüldüğü günleri hatırlıyorum. Her türlü ayrımcılıktan uzak, el ele vermiş ülke görünümü, bizi Avrupa Birliği kapısına yaklaştırmıştı.
Bugün, kin ve nefret cümleleri kurmadan eleştirilere sağduyu ile yaklaşarak neler yapılabileceği üzerine kafa yorma günüdür.
Unutmayalım ki, hâlihazırdaki Dışişleri Bakanımız Sayın Çavuşoğlu, yakın zamana kadar AKPM’ne başkanlık yapıyordu. Siyasi art niyet olsa, o makama bir Türk getirilmezdi.
Bugün, varsa hatalardan ders çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetini hak ettiği saygın seviyeye çıkarma günüdür. Saygılarımla.